Yaz kitapları mı, yaz konuları mı?
Edebiyat tarihi boyunca kimileri anılarını, kimileri mektuplarını kimileri de günlüklerini yayınladı.Sık sık da tartışıldı bu durum. Yaşasaydı ister miydi, taraflardan biri bile itiraz ederse bu satırları yayınlamak ne kadar doğru olur, anılar ya da günlükler manipüle edilmiş olabilir mi?
Sorular da cevaplar da muhtelif. Ama itiraf edelim ne olursa bu özel yazınlar gizli bir geçitten geçmiş, bazı kapılara kulak misafiri olmuş, bilmediği zamanlara yolculuk yapmış gibi hissettirir okura. Raf Gezgini bu hafta bu gizli geçitlerin yolunu tutuyor, kendini nostaljinin kollarına bırakıyor.
Edebiyat tarihi boyunca kimileri anılarını, kimileri mektuplarını kimileri de günlüklerini yayınladı. Anılar, günlükler, mektuplar, biyografiler…. Sık sık da tartışıldı bu durum. Yaşasaydı ister miydi, taraflardan biri bile itiraz ederse bu satırları yayınlamak ne kadar doğru olur, anılar ya da günlükler manipüle edilmiş olabilir mi? Sorular da cevaplar da muhtelif. Ancak ne olursa bu özel yazınlar gizli bir geçitten geçmiş, bazı kapılara kulak misafiri olmuş, bilmediği zamanlara yolculuk yapmış gibi hissettirir okura. Bu eserler, yazarların hayatlarına, düşüncelerine ve tarihsel bağlamlara ışık tutarak edebi dünyayı daha da anlamlı kılarlar. Raf Gezgini bu hafta kendini nostaljinin ve birini, bir dönemi, bir yeri tanımanın, ama çok yakından tanımanın, kollarına bırakıyor kendini.
Demokrat Parti’ye gönül vermiş, genç yaşta siyasete atılmış, Demokrat Parti döneminin en ilginç simalarından biri Hayrettin Erkmen. Siyasi hayatı da bir o kadar dolambaçlı yollara sahip. Adalet Partisi’nde dışişleri bakanı olarak Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na katılması için mücadele vermiş, ancak muhalefet karşısında kendi hükümeti tarafından yalnız bırakılarak bakanlıktan düşürülmüş. Tüm bunların yanı sıra Erkmen yıllar içinde siyasi hayatını ilgilendiren belgeleri saklamış, ölümünden yedi ay önce de kaleme almaya başlamış. İki Dem Bir Demokrat’ta yer alan tüm belgeler ve fotoğraflar Erkmen’in arşivinden, dışarıdan alınmış herhangi bir belge yok. Kitap, belgeler ve açıklayıcı notlarla birlikte, siyasi anı kitapları arasındaki yerini alıyor.
Herhangi birinin yazdığı özel satırları okumak her zaman iştah açıcıdır. Yasaklı bir yere, kaçak bir geçit bulmuş heyecanı yaratır. Bir gözümüz kapıdadır, sayfalar ilerledikçe yakalanmadan bu gizli işi bitirmeliymişiz keyfi verir okura. Tam da bu nedenle edebiyatçıların ya da sanatçıların günlüklerinin yayımlanmasının etik yönü de tartışılır. Yaşasaydı okunmasını ister miydi? Lakin Max Frisch, işini sağlama bağlamıştı. 20. yüzyılın en ünlü yazarlarından Frisch, ‘Berlin Günlüğü’nü her ne kadar bir günlük olarak yazmış olsa da aslında en başından beri yayınlamayı kafasına koymuştu. Tabii bir şartla. Günlük, ölümünden 20 yıl sonra yayınlanacaktı. Sebebi de özel meseleler. Yazarın 1973’te Berlin’e taşındığında, yaşadığı bu dönemin kayıtlarını tutan bu metin, bir günlük samimiyetinde yazılmış olsa da günün sonunda yayınlanacağı bilinen bir proje. Kitap, dünyanın en önemli şehirlerinden Berlin’i anlatmanın yanı sıra dönemin politik ve edebi ortamına da yakından bir bakış atıyor.
Thomas Malory, Henry Fielding, Balzac, Aldous Huxley, Graham Greene, William Golding, John Galsworthy ve Shakespeare… İngiliz edebiyatının en önemli eserlerini Mina Urgan sayesinde, onun çevirileriyle Türkçe okuduk. Urgan, ölümünden sadece üç yıl önce ‘Bir Dinazorun Anıları’nı yayınladı. Beş bölümden oluşan kitapta, hayatını ve anılarını olabilecek en sade ve bir o kadar da espirili bir şekilde anlatıyor Urgan. Daha ilk cümleden bu samimiyetin tadını alıp arkanıza yaslanmak ve olabilecek en rahat anda Urgan’ın hayatının detaylarını öğrenmek istiyorsunuz: “İhtiyarlar ne yaparlar? Anılarını yazarlar. Ben de bunu yapıyorum işte. Günce tutmak alışkanlığım olmadığı; ancak altmışından sonra ve yalnız yolculuklarımda notlar tuttuğum için, bu dinozorun anıları biraz kopuk kopuk olacak.” Kitapta neler mi var? Urgan, akranlarına yaşlılığı yaşama biçimleri nedeniyle kızıyor, Nazım Hikmet’i gördüğünü, üniversitede Halide Edip Adıvar’ın asistanlığını yaptığını hatta Yahya Kemal’ i sevmediğini ve daha pek çok şeyi anlatıyor.
Anılar, kendinden yola çıkan kurmacalar denilince Nobel ödüllü Annie Ernaux’a değil ayrı bir paragraf; sayfalar ayırmak gerekir. Yazarın ‘Yalın Tutku’, ‘Babamın Yeri’ gibi -neredeyse her kitabı- kendi gerçekliğinden yola çıkıyor ancak ‘Seneler’ dönemin gazete haberleri, şarkılar, filmler, fotoğraflarla dolu otobiyografik bir kitap. Hiçbir şeyden çekinmeyen, kendini ve deneyimlerini esirgemeyen bir yazar Ernaux. Bireyseli, kolektifle bir araya getirirken kendi hikayesini öylesine bir dürüstlükle yazıyor ki onunla aynı hislerde buluşan okurun payına her seferinde hayranlık duymak kalıyor.
“Nâzım Hikmet kimdir? Onu Nâzım Hikmet olarak ortaya çıkaran sebepler nelerdir? Nasıl bir hayat yaşamıştır?” Bu soruların peşinden gidiyor yazar Haluk Oral ve ortaya ‘Nasıl Hikmet’in Yolculuğu’ adlı biyografi ortaya çıkıyor. Nâzım Hikmet’in ailesini uzun uzun anlattığı bu kitabı, şairi anlatan kitaplardan ayıran özelliği ise ilk kez yayınlanan belge, koleksiyon ve fotoğraflara yer vermesi. Kitap, Nâzım Hikmet’in 1951’de Türkiye’yi terk etmesine kadarki döneme odaklanıyor.
Türkiye siyasi tarihinin en önemli isimlerinden biri Süleyman Demirel. 60’lardan, 2000’lere uzanan bir süreçte demeçleriyle, kararlarıyla, yaptıklarıyla hep vardı. Kariyeri DP’nin Su İşleri Müdürlüğü’nden Cumhurbaşkanlığı’na uzandı.
Tanıl Bora’nın kaleme aldığı Demirel biyografisi, yalnızca Demirel’in hayatını ve kariyerinin hesabını tutmuyor. Aynı zamanda Türkiye siyasetinin uzun bir döneminin (40’lardan 2000’lere) arşivi tutuyor, hafızaya katkıda bulunuyor. Tanıtım metninde de denildiği gibi; “. Tanıl Bora’nın kaleme aldığı bu biyografi, anekdotlarla örülü bir Demirel öyküsü değil, bir fenomen etrafında ülkenin en önemli siyasal döneminin tarihini anlatıyor – üstelik çok uzun bir dönemin!”
Ruhunu şarkılarıyla anlatmasına alışkın olduğumuz Melis Danişmend, kendi hayatı üzerinden pek çoğumuza tanıdık gelen hikayeler anlatıyor. Yolculuğu 2017’de başlatıyor, yıl gibi kitabı da mevsimlere bölüyor. Danişmend’in değimiyle bu bir, “kişisel gelişememe kitabı”. Yazar, ilişkiler, evlilik, hayat, müzik ve medya dünyasına dair anıları ve tespitleriyle nostalji turuna davet ediyor okuru.
Türkiye’de kabare kültürünü başlatan, yüzlerce temsilde yer alan, Yeşilçam’da da birbirinden unutulmaz karakterlere hayat vermiş bir oyuncu Metin Akpınar. Onun hayatı, ve kariyeri boyunca yerli tiyatro sahnesine sunduğu katkılar bir yönüyle Türkiye tiyatro tarihinin de en önemli köşe taşlarından biri. Daha önce Selçuk Metin’in yönettiği, Akpınar’ın 79 yıllık yaşamından bir kesit sunan “İyi ki yapmışım” belgeselinin senaryosunu kaleme alan Zeynep Miraç bu kez incelikli sorularıyla Metin Akpınar’ın hayatını tüm yönleriyle ele alan bir kitaba imza attı. Kitap, sanatçıyı tüm yönleriyle tanıtmasının yanı sıra Türkiye tiyatro tarihi için de çok önemli bir arşiv çalışması.
Roman ve öyküleri kadar aldığı ve yanıtladığı mektuplarıyla da ünlü bir isim Leyla Erbil. Geçen hafta ölümünün 10. yılını geride bırakan Erbil, çok sevdiği dostu Tezer Özlü’nün vasiyeti üzerine mektuplarını yayınladı. Mektuplar, anılar, günlükler özeldir ancak burada ortak verilmiş bir söz konusuydu. Erbil de kitabın önsözünde şu satırlarla anlatacaktı bu sözü:“Tezer Özlü ile iki konuda birbirimize söz vermiştik. İlki evlilik kurumunu, kocaları anlatan birer roman yazmaktı. Ben bu sözü ‘Mektup Aşkları’ ile yerine getirmeye çalıştım. Yazık ki Tezer kendininkini yazmaya fırsat bulamadan, benimkini de görmeden hayata veda etti. İkinci sözümüz ise, mektuplarımızı yayımlamaktı. Ortak dostumuz Harald Schmidt’in de tanık olduğu, daha sonra eşi Hans Peter’e yinelediği bu isteği ise bu kitapçıkla yerine getirmiş olacağım.”
Edebiyat tarihine damgasını vurmuş bir isim Gabriel Garcia Marquez. ‘Yüzyıllık Yalnızlık’, ‘Kolera Günlerinde Aşk’, ‘Benim Hüzünlü Orospularım’, ‘Aşk ve Öbür Cinler, ‘Kırmızı Pazartesi’ gibi yapıtlarıyla, büyülü gerçekçekçiliğin gerçek ustası… Marquez’in ilhamı hep ailesi, yakınları oldu kendi hayatına bakmaktan hiç geri durmadı ancak bu kitap doğrudan anılarına odaklanıyor. Nobel ödüllü yazar “İnsanın yaşadığı değildir hayat; aslolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır” diyerek karşılıyor okuru. Bu satırlar da 87 yıllık ömrünü ne için yaşadığını bir kere daha hatırlatıyor.
Gezgin yazar Seymen Bozaslan, Cumhuriyet’in 100. yılına özel Altın Kitaplar etiketiyle yayınlanan ‘100. Yılında Türkiye Seyahatnamesi’ ile raflarda. Yazar, Türkiye’nin 81 kentini gezerken fotoğraflar çekti, notlar aldı ve Spotify, Youtube ve Google Maps QR kodları ile teknolojiye uyumlu hale getirdi.
Yöneticiler kendilerine bu soruyu soruyor mu bilinmez lakin İlk kez 1983’te yayımlandıktan sonra her baskı ile güçlenerek olağanüstü bir başarıya imza atan Nasıl Daha İyi Bir Yönetici Olunur, dünya çapında 17 dile çevrildi, sayısız kopya sattı. Michael Armstrong imzalı bu kitap, her yöneticinin yetkin olması gereken üç temel alanı insanları, süreçleri ve kendinizi- yönetmek ve geliştirmek için 40 başlık altında kapsamlı ve pratik rehberlik sunuyor.
Norah Lange’nin Arjantin kırsalı ve Buenos Aires’te ailesiyle geçirdiği çocukluk ve ilkgençliğinden kâh dokunaklı kâh özlem dolu kesitler içeren ‘Çocukluk Defterleri’ yazarın kişiliğini biçimlendiren bir geçmişi yansıttığı gibi 20. yüzyıl başı Arjantin toplumundaki yaşama ve cinsiyet rollerine dair de incelikli gözlemler sunuyor.