Koğuşta yemek değil de ölüm orucu mu yapsaydı?
18. İstanbul Bienali'nde, bienalin danışma kurulu, küratör olarak Defne Ayas'ı tavsiye etmişti. Lakin İKSV, danışma kurulunda da yer alan Iwona Blazwick'le çalışmayı tercih etti. Ayas bu süreçte yaşananları ayrıntılı olarak ilk defa anlattı.
18. İstanbul Bienali’nin küratör seçimlerinde, İstanbul Bienali Danışma Kurulu’nun önerdiği Defne Ayas yerine İKSV küratör olarak Iwona Blazwick’i seçmişti. Bu olayın ortaya çıkmasıyla da bienalin küratör seçimlerinde şeffaflık tartışması başlamıştı. İKSV, İstanbul Bienali Danışma Kurulu’nun bienale küratör seçiminde değerlendirilecek adaylar için önerilerde bulunduğunu, nihai atamanın her zaman İKSV tarafından yapıldığını açıklasa da daha sonra Iwona Blazwick’in de aslında İstanbul Bienali Danışma Kurulu üyelerinden biri olduğunun anlaşılmasıyla tartışma daha da alevlendi.
Bu tartışmalar sürerken Defne Ayas genel olarak kısa açıklamalar yapmayı tercih etti. Ama 2015’teki Venedik Bienali’nde yaşananlardan dolayı da ‘sakıncalı küratör’ olarak anılmaya başlandı. Defne Ayas T24’ten Cansu Çamlıbel’e konuşarak kendi cephesinden tüm bu tartışmalara bakışını anlattı.
“Benim anladığım Danışma Kurulu üyeleri ikişer tane aday söylüyor. Demek ki 10 farklı küratör ismi ortaya sürülmüş ve birlikte bunlardan dördünü seçmişler. Sonra da onlardan birini seçmek için dördüne yazarak öneri istediler. İKSV bu süreçlerin hepsinde var. Yani kurumla aramızda bir ihtilaf olsaydı bana baştan neden davet gelsin? Bir kere onu anlayamadım. Bana önerimi hazırlayıp sunmak için davet gönderildiğine göre bir sakınca yok o sırada. Sonradan ne oluyor da riskli oluveriyorum birden? Demek ki danışma kurulunun ötesinde birtakım gelişmeler oluyor ve bir yerlerden kriter belirleniyor. Ve bana İKSV’den bir eposta geliyor. ‘Bizim küratöryel kriterlerimize uymuyorsunuz’ deniyor.
İngilizce bir mesajdı ve hazırladığım öneri için de sembolik bir ödeme yaptılar. Bütün bunlar olurken seçim arifesindeyiz. Ocak-şubat aylarındayız yani. İstanbul Modern’in açılışının arifesindeyiz. Bana ‘Bizim küratör kriterlerimize uymuyorsunuz’ şeklindeki e-posta gelince ben kriterler, jüri ve yorumları konusunda daha fazla bilgi almak istediğimi söylüyorum. Bunun üzerine bir telefon görüşmemiz oluyor. ‘Zamanı değildi’ deniyor sadece. Başka bir küratör ile çalışma kararı alındığı anlatılıyor. Benim için orada dosya kapanıyor. Fakat anladığıma göre danışma kurulu davet gönderdikleri dört küratörün önerilerini değerlendirip 2024 İstanbul Bienali için benim yazdığım öneriyi seçiyor. Fakat orada bir şey oluyor. Orayı ben çözemiyorum.
Burada sorun danışma kurulunun işlevsizleştirilmesinde. Esas sorun burada. Sorun ayrıca benim tercih edilmemem değili danışma kurulunun ne şekilde kullanıldığı. Danışma kurulu anladığım kadarıyla bir seçici kurul gibi çalıştırılıyor fakat seçme hakkı yok. Danışma kurulu aday belirliyor, önerileri değerlendiriyor yani tüm işi yapıyor ama demokratik karar sürecinde yok. Kurul üyelerini hem bir seçim sürecine sokuyorlar hem ‘son söz sizin değildir, sizler seçemezsiniz’e getiriyorlar. Dolayısıyla fonksiyonları yok gibi. Ancak her seçilen küratör açıklandığında ise danışma kurulu üyelerinin ismini kullanıp ‘Seçim süreci bu kişilerin profesyonel görüşüyle seçildi’ demek için kullanıyorlar. Bu sefer böyle gelişememiş. Ayrıca Danışma kuruluna danışıyor gibi yapıp, seçiyormuşcasına yapmak ve neticesinde kimseye danışmadan İKSV’nin işlerini halletmesi….O zaman kurul niye?”
Defne Ayas, Çamlıbel’in sorularını yanıtlarken İKSV’nin yaptığı açıklamanın da tatmin edici olmadığını anlatıyor: “İKSV’nin şu ana kadar verdiği cevaplar beni açıkçası tatmin etmedi. ‘Titizlikle seçim yaptık’ dediler. Ben bu titizlik kelimesine takıldım. Özür dilemek veya şeffaf bir diyalog içine girmek yerine titizlik kelimesini seçtiler. Yani şu ana kadar titizlikle çalışılmamış mı?
Bakın burada sorun, mekanizmalarda kireçlenme sorunu. Hepimiz İKSV’nin daha iyi çalışmasını istiyoruz, daha iyi çalışılabilir. İKSV kendini yenilemeyen bir kurum olursa, eleştiriye kapalı bir kurum olursa bunun kimseye faydası yok. ‘Nihai kararı biz veririz’ gibi bastırıcı bir rol İKSV’den beklediğimiz şey değil. Konu ben değilim burada. Konu İKSV’nin kendini doğru biçimde yenileyebilmesi. Ancak gerçek o ki, şu anda herkesin, konuşan, konuşmayan herkesin tek ortak amacı daha iyi çalışan bir vakıf. Bir de devlet ve sponsorlar ile yürütülen ince ayarlar, dengeler niye kültür-sanat camiasına uygulanmıyor?”
Defne Ayas’ı bu süreçte en çok kıran adının ‘sakıncalı küratör’e çıkması. Ayas 2015’te yaşananları da Çamlıbel’e anlatıyor: “2015’te pavyon seçiminde bir değişiklik oldu. 2007 itibari ile hep küratörler seçiliyordu. Onlar sanatçıyı davet ediyorlardı. 2015 senesinde İKSV, Sarkis’i davet etti. Sarkis bir küratör eşliğinde gelmedi. Bizim kendisiyle Rotterdam’da bir ön çalışmamız olduğu zamandan tanışıklığımız var. Sarkis de beni önerdi, ‘Ben Defne’yle çalışmak istiyorum’ dedi. O zaman ben yeni anne olmuştum. Zaten çok da doğurgan bir pavyon oldu. Bir kere şunu söyleyeyim; çok güzel bir ekibimiz vardı. İKSV’nin de nefis bir ekibi vardı. 2015’te 56. Venedik Bienali ile yapılan 20 senelik anlaşma ile çağdaş sanat alanında kendi mekanımızda ilk Türkiye Pavyonu bizimle kuruldu. Çok temiz ve güzel bir çalışma yaptık. Biz öyle bir çalıştık ki -Sarkis’in de isteği üzerine- bienal açılmadan iki hafta önce sergimizi kurmuş bitirmiş olalım dedik. Biz böyle çalıştık ama Rakel Dink’in yazdığı yazıdaki sıkıntı bize ‘Respiro’ enstalasyonu kurulumunun bittiği gün bildirildi.
Türkiye Pavyonu sergi kataloğunda Rakel Dink’in kendi metninde kullandığı soykırım kelimesi sebebiyle bir sıkıntı yaşandı. Haberi bize, 24 Nisan 2015 gününde İKSV tarafı verdi. Biz tabii bu acıların tarifi sebebiyle bu kelimenin kullanılmış olduğu için bunun bir politik bir sıkıntıya sebep vereceğini düşünmedik. Biz bir acı senesindeydik, yüzüncü yıldaydık. Ülkemizin bin tane acısı var. Bu da acılardan biri ve Rakel Dink’inki de acı tarifiydi. Sarkis’in ömrü de acıları dönüştürmeye yönelik bir pratik içinde geçtiği için bize bu çok paralel bir açılım gibi geldi. Sonuçta o katalogda bir sürü yazı oldu, vitray panolar imge gibi okundu.
Adı zaten nefes, yani. 2015’te yaşadığımız sıkıntı sırasında da üretimin nefes almaya devam etmesi yönünde bir formül bulduk, daha doğrusu Sarkis buldu. Ayrıca Respiro’nun sadece Venedik’te kalmasını istemedik, başka yerlere de atlamasını, nefes vermeye devam etmesini arzuladık. O yüzden bir sürü kurumla işbirliğine girildi.
Kitapçıkları alıp böyle tabut gibi bir kutunun içine sıra sıra dizip üstüne altın yaldız atıldı. Böylece o kitapçıkları yaşayan bir sanat eserine dönüştürdü. Yani aslında sıcağı sıcağına acıyı dönüştürme projesiydi. Tabii bu acıyı dönüştürme meselesi onun özellikle Almanya’da çok üzerinde çalıştığı bir konu. Mesela savaş ganimetleri üzerinden nasıl bir sanat tarihi üretilmiş, o dönemlerdeki sıkıntılardan nasıl bir yeni durum üretilmiş…mekan nasıl açılır, Kriegschatz, Leidschatz leitmotifleri nasıl can bulabilir, bunlarla meşgul olmuş bir sanatçı Sarkis. Kitapçıklar toplansın istenince o da bildiği yerden, yani acıyı ya da sıkıntıyı dönüştürme pratiği üzerinden bir formül buldu.
O süreçte yaşanan krizi biz basına vermedik. Biz kriz sırasında İKSV’yi koruduk. Ama sonra Cumhuriyet gazetesinde, sanıyorum bir ay sonra- Evrim Altuğ tarafından bunun haberi yapıldı. İyi ki de yapılmış. Şimdi en azından elimizde bir arşiv var. Basına biz vermedik diye vurgulamamamın sebebini izah etmek isterim. Siz de gazetecisiniz, yanlış bir şey söylemeyeyim. Ama bir manşetle olay bitiyor. Sonuçta Sarkis ömrünü vermiş bu pratiklere. Öyle bir senede Türkiye pavyonunu temsil etmeyi kabul etmiş Sarkis. Aynı sene bir de Ermeni pavyonu vardı Venedik Bienali’nde. Böyle bir denklemin içinde Sarkis Türkiye’nin yükünü üstlenmiş ve hatta Ermeni diasporası tarafından sırf bu yüzden hedef haline getirilmiş. Böyle özverili bir sanatçıyla çalışırken basında çıkacak bir haberle gündeme gelinsin istemedik. İçgüdümüz İKSV’yi ve Sarkis’i korumaktı.
İKSV’den son gün gelen haber üzerine yaşadığımız sıkıntıyı da biz yine kendimiz dönüştürdük. Olayı basına vermedik. İKSV’yi koruduk. Bir de şu var; sıkıntıyı yaratan kelimeyi biz kullanmadık. Kullanan öldürülmüş bir gazetecinin eşi; Rakel Dink. Acıların tarifiyle ilgili bir metin kaleme alıyor, acılar içinde ölmüş İsa’dan bahsediyor. Acıları nasıl tarif ettiğine ilişkin sansüre dolayısıyla biz ortak olmadık. O kelimeyi niye kullandığının Rakel Dink’e sorulması lazım. Elbette sebebini de biliyoruz ama bunun üzerine laf söylemek bize düşmez. Hele de o kelimeyi onun metninden çıkartmak bize hiç düşmezdi. İKSV’yi koruyarak süreci yönetmemize rağmen bugün konunun ‘Respiro’ nedeniyle Defne sakıncalı küratör’ noktasına nasıl geldiğini anlamakta güçlük çekiyorum.”