İstanbul için açık hava oyunları vakti!
Engin Alkan’ın ‘Arzu Tramvayı’ndan ilhamla kaleme aldığı, içine ustalıkla, ‘Macbeth’i de yerleştirdiği, ‘Ölümün Tersi Arzudur’ nefis bir teatral fikir. Zalimlik ve adaletsizlik karşısındaki bireysel kabullenişlerimiz bu kez güncellenmiş bir halde, Berlin’de küçücük bir göçmen evine sığmış...
“Ben de bu evin kralıyım!”
“Ben sevilmek istiyorum, bütün insanlar gibi…”
İlk cümle Gabriel’den, ikinci Deniz’den. Üç kişi yaşadıkları kutu gibi bir evde, taban tabana iki zıt erkek, alıntıladığım. Biri zalimliğin ve kabalığın (bolca da bencilliğin), öteki zarafetin ve merhametin (azıcık da şımarıklığın) yeryüzündeki (ya da bu evdeki) temsilcileri adeta. Bir de Oya var, Gabriel’le evli, Deniz’le kardeş. İkisinin arasında kalan ama ne yazık ki zulme karşı çokça susan… O evde, Gabriel ve Deniz’le oyun provası yapmak üzere çok sık bulunan, zamanla Deniz’le de özel bir iletişim kuracak olan Ali var bir de. Bu dörtlünün arasında vicdan ve mantığı en makul şekilde dengeleyen karakter olarak duruyor Ali. Çelişkilerinden azade değil elbette o da. Herkes gibi…
Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun yeni oyunu ‘Ölümün Tersi Arzudur’, deneyimli oyuncu ve yönetmen Engin Alkan’ın kaleminden çıkmış. ‘Deniz’ olarak katıldığı oyunun rejisi de kendisine ait. Belki siz, ilk satırlarda özetlenen ev içi atmosferden ve oyunun adından tahmin ettiniz bile: Alkan’ın metni, Amerika’nın güneyinden dünyaya armağan gibi gelmiş kırılgan ruh, buna mukabil çok güçlü kalem Tennessee Williams oyunu ‘Arzu Tramvayı’nın güncel bir uyarlaması.
Williams beyazperdede de Broadway başta olmak üzere dünyanın sayısız sahnesinde de yaşayan, yaşamaya devam eden eserinde; 1940’ların New Orleans’ından, yoksulluğun, acımasız erkek egemen dünyanın göbeğinden bir hikâye kurar. İnişli çıkışlı kendi kişisel tarihinden ve ailesinden izler taşıyan bu metinde; küçücük bir evin içine zorbalığı, sert erkeklik hallerini ve hassas, incelikli kalpleri, bir de gözünü tüm adaletsizliklere kapatan insanlık durumlarını sığdırır Williams.
Engin Alkan’ın uyarlamasında 40’larda ve New Orleans’ta değil, günümüzde ve Berlin’deyiz. Türkiye kökenli üç genç oyuncu, küçük evlerinin salonunda alternatif bir ‘Macbeth’ oyunu provası alıyor. Az sonra içeri, kılık kıyafetinden halinden tavrından ‘farklı’ olduğunu hızla anlayacağımız bir erkek giriyor. Işıltılı, kahkahalı, neşeli ve biraz da gizemli, esasen hayli hüzünlü bir adam bu. Oya’nın ağabeyi, Deniz, neyi var neyi yoksa bir bavula ve küçük el çantalarına sıkıştırıp kendini Berlin’e atmış. Oya, onun Türkiye kökenli Süryani kocası Gabriel ve yine Türkiye kökenli Kürt arkadaşları Ali’nin sürüp giden hayatlarına, Deniz, parça tesirli bomba gibi düşer. Etkisi yavaş yavaş hissedilen bir bomba ama…
Deniz, ‘Arzu Tramvay’ının efsanevi karakteri Blanche Dubois’dan başkası değil. Tıpkı onun gibi huzur, merhamet ve sevgi arayışında. Hayat, Deniz’e de tıpkı Williams’ın Blanche’ına yaptığı gibi sert kazıklar atmış. Aşk ilişkilerinde de ailesiyle yaşadıklarında da kariyerinde de dibi görmüş. Yine de boynuna sarıverdiği renkli bir şalın neşesine tutunup ayağa kalkmayı bilmiş. Şimdi de kız kardeşi Oya’ya tutunmak üzere Berlin’de işte. Halihazırda –kendisi bunu dillendirmese de- toksik bir evlilik ilişkisi içinde şiddet mağduru olan, üstüne Berlin’de üç kuruşa tiyatro yapmaya çalışan bir ‘yabancı’ o da. İronik –ya da isabetli- bir şekilde Shakespeare’in iktidar hırsını anlattığı ‘Macbeth’iyle meşgul zihni bu ara. Ali ve Gabriel’in de öyle tabii. Fakat her ne kadar kendileri üç göçmen/öteki/yabancı/istenmeyen olarak ‘Macbeth’ metninin zorbalığını iştahla sahneleseler de Deniz’e karşı kurdukları adaletsiz üçgeni de hayli sıkı tutuyorlar…
Engin Alkan ‘Ölümün Tersi Arzudur’ için ‘Arzu Tramvay’ının içine ‘Macbeth’i yerleştirmiş. Bir yandan da hem eski hem yeni nesil göçmenlerin, gittikleri ‘medeni’ ülkelerde yaşadıkları ayrımcılıkların altını kalın kalın altını çizmiş. Bir taraftan da Williams’ın değişmez teması olan, eşcinsellerin yaşadığı baskıyı metninde iyice görünür hale getirmiş. Bu uyarlama metni pek çok açıdan çok yaratıcı ve zekice buldum. Sadece ‘fikir’ olarak bile nefis. Metnin akıcılığını tek sendeleten; ev içindeki tartışmalarda ötekileştirme, göçmenlik, faşizm vs… temalı konuşmaların fazla ‘kitabi’ akmasıydı. Ev içinde karakterlerin birbirine ‘yükseldiği’ anlardaki diyalog akışı TV’deki tartışma programlarında kullanılan ezber tonlardan uzaklaşsa ne güzel olur.
Engin Alkan hepimizin malumu olduğu üzere ‘şeytan tüyü’ olan oyunculardan, Deniz’in dalgalı ruh hallerini, hayata ve kötülüklere karşı sarkastik, bilmiş tavrını özel dikim elbise gibi geçirivermiş üstüne. Kızkardeşi Oya’da Pınar Yıldırım çok doyurucu, hem sakin hem muzip bir oyunculuk sunuyor. Oyunun ‘kötü adam’ı Gabriel’de Murat Göçmez sertlik hatlarını son derece belirgin çizmiş. Ali’de Sinan Çatıkkaş ise (ilk defa izlediğim) seyretmeye doyulmaz bir karakter yaratmış.
Bilhassa Deniz’in taşı gediğine oturttuğu ifadeleriyle (orijinal metinden de bolca replik var tabii) ağzı bolca laf da yapan bir oyun ‘Ölümün Tersi Arzudur’. Ama hikâye akışını da diyalog ağırlıklı metni de taşımakta zorlanan bir rejisi var oyunun. Bir kere her şeyden önce oyun, dar oyun alanına (Oyunu Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun kendi sahnesinde izledim) yerleşmekte zorlanmış. Merkezde heyula gibi duran ‘amatör tiyatro dekor parçaları’ oyuncuların hareket ve kabiliyet alanını kısıtlıyor.
O dar alana yerleşmiş ev eşyaları ve oyun dekoru arasında sıkışıp kalan oyuncular arasında uygun bir hareket akışı ve oyun rejisi kurulduğunu söylemek pek mümkün değil. Üstüne, zaten bir noktadan sonra gerilimi aşama aşama yükselen oyunda, oyuncular gereğinden fazla ‘yüksek’ oynuyor. Deniz ile Gabriel’in tartışma sahnelerinde hem tansiyon fazlasıyla yüksek hem de her iki oyuncu da seslerini o kadar yukarıdan açmış ki bazı replikleri anlamak dahi mümkün olmadı. (Bu ikinci kısım, oyun kendi mekânında oturdukça aşılacak bir sorun tabii.)
Sahne üstünün bir parça düzene girmeye, oyunun biraz sakinleşmeye ve çokça kısalmaya (Ara dahil 2 saat 15 dakika, benim izlediğim oyun 3 saate yakın sürdü) ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Ve Engin Alkan’a bu müthiş fikir için, çok sevdiğim ‘Arzu Tramvay’ının ölümsüz yolculuğuna yeni bir hat eklediği için kendi adıma teşekkür ediyorum.
Ölümün Tersi Arzudur/Kadıköy Emek Tiyatrosu
Yazan&Yöneten: Engin Alkan
Oyuncular: Engin Alkan, Pınar Yıldırım, Murat Göçmez, Sinan Çatıkkaş
Ne zaman, nerede: 14 Ekim Cumartesi, 20.30’da Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda, 29 Ekim Pazar, 20.30’da House of Performance’ta.
Süre: 2 saat 15 dk.
Bilet fiyatları: 200 ve 300 TL.
Dünyanın dört bir yanından kuklalar İstanbul’a geliyor
Sanat yönetmenliğini Cengiz Özek’in üstlendiği Uluslararası İstanbul Kukla Festivali ‘100’de 25’ sloganıyla bu yıl 25 Ekim-5 Kasım tarihleri arasında karşımızda olacak.
Cumhuriyetin 100’üncü yılında 25’inci yaşını kutlayacak festivalde sekiz ülkeden 10 oyun olacak. Toplam 51 gösteri, ayrıca film gösterimleri, atölyeler, söyleşiler ve yanı geniş kapsamlı bir Karagöz Figürleri Sergisi ziyaretçileri bekliyor.
Çekya’dan Alfa Thatre ‘Bay Kaspar ve Tuhaf Ailesi’, İspanya’dan Rauxa Cia ‘Hayalgücünün Sınırlarında’, İtalya’dan Compagnia Follemente ‘Erkekler Tülleri Sever’ ve yine İtalya’dan Compagnia Walter Broggini ‘Solo’, Macaristan’dan MarkusZinhaz Puppet Thetare ‘Uçuşun Tarihi’ ve Slovenyalı topluluk Nebo Theatre ‘Oda’ ile festivalde olacak. Ayrıca Meksika’dan kukla sanatçısı Diego Ugalde’nin sergileyeceği ‘Buffalo’ ve ‘Neşeli Kuklalar’, Özbekistan’ın Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti’nden gelecek olan Karakalpakistan Devlet Kukla Tiyatrosu’nun sergileyeceği ‘Sarayda Sihir’ izleyicilerle buluşacak.
Türkiye’den ise Çağrı Yılmaz ‘Döngü: Patikalar’ ile, Tiyatro Gülgeç ‘Öfkenin Yakın Geçmişi’ (yetişkin oyunu) ve ‘Turunç’un Bahçesi’ ile, İBB Şehir Tiyatroları ise kara tiyatro türündeki ‘Benim Küçük Yıldızım’ ile festivalde olacak.
Karagöz’e de özel bir bölüm ayrılan festivalde Cengiz Özek ‘Çöp Canavarı’ ve ‘Büyülü Ağaç’ adlı Karagöz oyunlarını Aytek Önal da ‘Balık Tezgahı’ adlı gösteriyi sergileyecek.
Festival mekânları ise Akbank Sanat, Alan Kadıköy, Fişekhane, DasDas, Feshane ve Mall of İstanbul. Feshane ve Mall of İstanbul’daki gösteriler ücretsiz, diğer mekânlardaki gösteriler için biletler Biletinial.com’da.
İlhamını Shakespeare’in en çok yorumlanan ve farklı şekillerde uyarlanan oyunu ‘Hamlet’ten alan oyun, Hamlet ile annesi Gertrude’nun hesaplaşma anına odaklanıyor. Ancak bu sefer soruları Hamlet sormuyor. Bu, Hamlet’in hesaplaşması değildir. Gertrude, Hamlet’in adına da konuşacak; bir yandan kendi arzusunu da anlamaya çalışacak ve odasına gelen eylemsiz oğlunu susturacak. Yazar ve dramaturg Ozan Ömer Akgül’ün kaleme aldığı oyunu Ayrin Ersöz yönetiyor. Tuğba Sorgun ve Savaş Babacan’ın performanslarıyla, ekibi tabiriyle ‘koreografik bir oyun’. 14 Ekim Cumartesi, 20.30’da Purespace.ist’te.
Hafta başında sahiplerini bulan Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, Tiyatro Ödülleri’nde yönetmeni Gülhan Kadim’e ‘Yılın En Başarılı Yönetmeni’ ödülü getiren iki oyundan biri. Volkan Çıkıntoğlu imzalı çağdaş metin; ‘iklim krizi’ gibi devasa bir meseleyi, sıradan bir mahallenin ortasına, o mahallenin sakini üç genç adamın gündelik hayatlarına yerleştirerek iyi bir hikâye anlatıcılığı örneği sunuyor. İsmail Sağır, Meriç Rakalar ve Murat Kapu; teker teker ve birlikte, anlatıcı oyuncu dersi verircesine oynuyor. 14 Ekim Cumartesi, 20.30’da Ara Sahne’de.
Bir ailenin üç kuşak kadının hem kendilerini hem kendi gözlerinden birbirlerini hem de değişen İstanbul’un öyküsünü anlattıkları, okuması da izlemesi de ayrı keyifli bir Murat Mahmutyazıcıoğlu oyunu. Yazarın daha önce kendi ekibi Bam İstanbul ile sahnelediği oyun, üç sezondur İBBŞT prodüksiyonu olarak karşımızda. Esin Umulu, Şebnem Köstem ve Yeliz Şatıroğlu bu üç unutulmaz kadına can veren isimler. “Keşke izlemeyen kalmasa” dediğim oyunlardan. 14 Ekim Cumartesi, 15.00 ve 20.30’da Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi’nde.