Olimpiyatta rüzgar Galatasaray’dan değil Roma’dan yana esti
Beş buçuk ay sonra Galatasaray gibi bir takıma sezonun ilk yenilgisini tattırıyorsanız özne Hatayspor’dur. Neler yaşadılar neler. Ama bu ülkede manşetlere çıkmak için böyle bir maç kazanmak gerekiyordu. Onu yaptılar. Daha ne olsun.
Önce kazanandan başlamak gerek. Beş buçuk ay sonra Galatasaray gibi bir takıma sezonun ilk yenilgisini tattırıyorsanız özne Hatayspor’dur. Yaşadıkları onca derde, o felakete rağmen direnme azimleri onları manşetlere çıkarmaya yetmez bu ülkede. Ne pahasına oynadıklarıyla ne dertlerle uğraştıklarıyla kimse ilgilenmez. Ancak ve ancak İstanbul’un efendilerini devirmeleri gerekir ki manşet olsunlar. Öyle de yaptılar. O yas dolu kara formalarını parlattılar. Tebrik etmek lazım. Galatasaray kaybetmedi, onlar kazandılar.
Nasıl başardılar peki? Böyle maçlarda nasıl oynanması gerekiyorsa öyle oynayarak. Derslerini iyi çalıştıkları daha ilk dakikadan belliydi. Şuurlu oynamak adına pas kayıplarını göze aldılar. Nasıl defans yapacaklarını da tasarlamışlardı, topla nasıl çıkacaklarını da. İkinci gol tam da bunun ürünüydü işte. İki sezon önce, Fenerbahçe altyapısında Arda Güler’den daha önce parlayan Ömer Faruk Beyaz gidiş yolunu bir anda keşfetti. Cim Bom presin dozunu artırdığında, onlara karşı eğer driblingle, adam eksilterek çıkar ve pasla hızlı oynarsanız tek ayak üzerinde yakalanıyorlar. Öyle de oldu. Aslında Dadaşov biraz akıllı oynasa, daha da pozisyon bulurlardı. Bu kadarı da yetti. Atılan iki gol de taammüden atıldı. Önemli bir şey bu.
Gelelim lig liderine. Zor bir dönemden geçiyor Galatasaray ve neredeyse bunu kimselere fark ettirmeden yapıyor. Daha doğrusu yapıyor-du. Bu maça kadar çok iyi gitmişti işler. Hatta bu maçın ilk devresinde de… Şampiyonlar Ligi’nde oynadıkları onca eforlu maçtan sonra, hele de son ikisinde büyük enerji ve umut harcamışken yine oyunu uzun süre domine ettiler. Fakat insanın bir istiap haddi var. Torreira, Abdülkerim, Boey ve Kerem hiç yorulmayacak gibi duruyordu. Nihayet yoruldular. Okan Hoca da yorulmazlar zannediyordu sanırım. Yanıldı. Belki rotasyon biraz daha genişletilebilirdi. Mertens, Barış Alper bir dinamizm getirebilirdi. O riski almak istemedi Okan Buruk. Ama daha büyük bir riskin altında kaldı. Olur böyle. O da yoruluyor sonuçta.
Ligin tepesindeki ikilinin ardışık puan kaybında bir hayır var. Onların da ‘ölümlü’ olduğunu görmüş olduk böylece. Uçtular gidiyorlar derken, böyle bir çelme iyidir. Hem onlar yeryüzüne iner hem de lig güzelleşir. Lazım böyle şeyler. Ne der o Antik Yunan atasözü? “Lig uzun bir maratondur.”
Aslında, sonuçtan ve sahadakilerden önce kulübelere bakmak istiyordum. Maç kendini dayattı ve yazının akışı değişti. Gene de söylemeden geçmeyelim, iki tane karakterli insan vardı kulübelerde. Zorlukları bilen, ondan dram değil güç devşiren, o zorluklar sayesinde olgunlaşan, yaşamın getirdikleriyle birlikte değişen, dönüşen iki simge. Okan Buruk her zaman sessiz ve kendi halindeydi. Çok nefret edeni olmamıştır futbol oynarken. Ama teknik direktör olarak bu kadar başarılı olacağını da kimse beklemiyordu. Kişisel tecrübesiyle çıktı bu seviyeye. Eminim, yaşadıklarından sonra bütün dünyaya başka gözle bakıyordur.
Ama Volkan Demirel öyle değil. Sevmeyeni çoktu Volkan Hoca’nın. Dolandırmadan söyleyelim, bildiğin nefret öğesiydi kendisi. Ağır eleştiriler sıralayanlardan biri de bendim. Onun simgelediği pek çok şey benim dünyamda problem kaynağıydı. Kulübü iyi bilenlerden biri olan Övgü (Doğan) sürekli aslında ne tatlı biri olduğunu söyler dururdu, inanmazdım. En sevmediğim sözlerden, “Sahada başka biridir, dışarıda başka.” Ama Volkan Demirel’in teknik adamlık tecrübesi öyle etkileyici gidiyor ki, o kötü sabıka neredeyse tamamen silindi. Karşımızda saygı duyulası, şapka (kasket) çıkartılacak bir isim var. Hem söyledikleriyle hem taktikleriyle. Takdir etmeden geçmemek lazım.