Haftanın oyunu: Disko Topu
ABD’li yazar Sam Shepard’ın en bilinen oyunlarından ‘True West’, ‘Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz’ adıyla sahnede. Kardeşlik ve günümüz dünyasında kendin olarak var olabilmek üzerine tanıdık duygular uyandıran, nitelikli bir yapım...
Bu oyunun bende kalan cümlesi, başlıktaki ifade oldu. Kardeşlik hissini, deneyimini bilenlere çok şey anlatır bu üç kelime. Aynı aileye doğup aynı sosyal çevrede, aynı ekonomik koşullar içinde, aynı kültürde büyüyen iki ya da daha fazla kardeşin yetişkinliklerinde birbirinden nasıl da apayrı insanlar olabileceğini herkes bilir elbette. Ama bunun tam olarak nasıl bir şey olduğunu en iyi kardeşi olanlar anlar… Ve yine çok iyi bilirler ki; yetişkinlikte, aile evinden ayrıldıklarında, zıt yönlere gitmiş olsalar dahi o sihirli kardeşlik bağı ortadan kolay kolay kaybolmaz. İhtiyaç anında çekilen imdat kolu gibi…
O saçma çocukluk anısını ancak ikiniz bilir, anlar, uzun uzun gülersiniz mesela. Anne-babanızla, evdeki eski bir eşyayla, evinize ait bir kokuyla ilgili edeceğiniz bir benzetmeyi bir tek kardeşiniz gerçekten anlar… Gırtlak gırtlağa geldiğiniz anda, birden, kaybetmekten en çok korktuğunuz şeyin kardeşinizin varlığı olduğunu fark edersiniz. Saçmalamazsınız, çünkü siz kardeşsinizdir…
‘Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz’, bu girizgâhtaki tonda ağır bir duygusallık sunmuyor aslında seyirciye. Her ne kadar ‘kardeşlik/aile olma’ meselelerini yoğun bir katman olarak taşısa da; bunu sizi yorarak ya da üzerek, içinizi daraltarak yapmıyor. Ben de zaten izlerken, muhtemelen pek çok seyirci ve yazarı Sam Shepard’ın niyetlendiği gibi daha çok ‘sistemin içinde kendine yer bulamama’ hali üzerine düşünmüştüm. Oyunu izlememin üzerinden geçen bir haftanın ardından bu yazıya oturduğumdaysa birden kendimi kardeşlik üzerine düşünürken buldum. Üzerinden bir süre geçtikten sonra farklı duygular uyandıran bir oyun, ‘hedefine’ ulaşmıştır diye düşünüyorum.
Art12, Sam Shepard’ın 1980’de yazdığı ‘True West’i (Türkiye’de ‘Vahşi Batı’ adıyla sahnelenen), Mert Öner’in yönetiminde, oyunun içinden çıkardıkları yeni bir isimle ve yine Öner’in metne getirdiği daha kısa ve güncel bir kurguyla sahneliyor. Çeviri ise Yıldırım Türker’e ait. Art12, oyuncular Buğra Gülsoy ile Serhat Teoman’ın üretimlerini ortaklaştırdıkları yeni yapım ekibi. Burak Sarımola ve Ayşe Lebriz Berkem’in de aralarına katılmasıyla, ‘Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz’i 2023 sonbaharında seyirci karşısına çıkarmışlardı.
Oyun, iki zıt kardeşi, annelerinin evinde karşılaştırıyor. Öner’in yorumunda orijinal metindeki karakter isimlerini kullanılmamış, isimsiz iki erkek kardeş var karşımızda. Anne uzak bir diyarda tatilde; ağabey, yokluğunda göz kulak olmak üzere annesinin evinde. Bir yandan da senaryosunun başında kafa patlatıyor, işi yapımcıya sattı satacak… Uzun zamandır görüşmediği erkek kardeşinin -ki bu kardeş dağlarda yaşıyor, kente de ancak arada bir parası bitince uğruyor (sağdan soldan bir şeyler çalıp satmak için)- birden karşısında belirmesiyle başlıyor hikâye. Biri yazarak, sinema için hikâyeler üreterek kazanmaya, var olmaya çalışan, ötekiyse başlı başına bir macera filmi gibi görünen bir hayat süren, pek de iyi anlaşamayan iki kardeş olarak çıkıyor karşımıza Gülsoy ve Teoman.
Hikâye açıldıkça biri oyunu kurallarına göre oynayan, öteki hiçbir kabulü ve eyvallahı olmayan iki genç adamın gittikçe yakınlaşmasını, hatta birbirine dönüşmesini izliyoruz. Bastıkları zeminin kayganlığını gördükçe, insan ister istemez kendi ayaklarına doğru da bakıyor. Ve ‘sistem’ denilen o görünmez, devasa gücün hepimizi nasıl dört bir yerden sarmaladığını, attığımız her adımda bizi çekiştirip kontrol etmeye çalıştığını ve belki de asla tam olarak ‘özgür ve huzurlu’ olamayacağımızı bir kez daha anımsıyoruz. Oyunda ‘sistemi’ temsilen karşımıza çıkan yapımcı, sürekli gülen yüzü ve sinir bozucu rahatlığıyla bu hatırladıklarımızı bir güzel perçinliyor. Final vuruşu da anneden geliyor, erken döndüğü tatilinde anlamış o da çünkü, kaçacak, sığınacak pek bir yer kalmıyor insana…
Biri sistemin göbeğinde diğeriyse tamamen dışında olduğu halde ikisi de sıkışmış, çıkışsız kalmış iki kardeşin öyküsü bu. Oyun bunu, neredeyse yarım asır önce yazılmış olduğu halde çok güncel ve dinamik bir dille anlatıyor. Ekibin metni ele alış biçiminin buradaki etkisi çok büyük elbette ama asıl sebep yine de Shepard’ın meseleye bakışındaki, hikâyeyi kuruşundaki kıvraklık.
İki kardeş arasındaki hikâye neredeyse hiç teklemiyor; kısaltılarak karşımıza çıkan metnin mizah aksı dozunda, karakterlerin atışmalarla, yer yer kelime oyunlarıyla süren diyalog akışı ve sahne üstü fiziki iletişimlerindeki ritim de düşmüyor. İlk 20 dakikadan sonra vites yükseliyor adeta, iki kardeşin bu birkaç günlük kesişmesi her açıdan ikna edici bir tonda seriliyor önümüze. Bunda Gülsoy ile Teoman’ın ortak sahne geçmişinin etkisi de seziliyor, birbirlerinin sahne dilini iyi bilen ve birbirini tamamlamayı başaran iki oyuncu seyrediyoruz.
İlk gergin karşılaşmadan, birbirlerine dönüşmeye doğru gittikleri noktaya kadar her ikisi de karakterleri başarıyla taşıyor. Burak Sarımola’nın da sevimsiz yapımcıyı son derece içeriden bir yerden alarak yorumladığını vurgulamalı. Oyunun son kısmında karşımıza çıkan anne rolündeki Ayşe Lebriz Berkem ise karakterin bıkkınlığını, vazgeçmişliğini bakışlarından sesine ve duruşuna her detayda taşıyor üstünde.
Cem Yılmazer imzalı sahne ve ışık tasarımı da oyunun en güçlü detaylarından. Aşama aşama kapanarak karakterlerin ‘yaşam alanı’nı daraltan, soğuk, gri dekor oyunun dramaturjik bakışını bütünleyen bir dile sahip. Beni oyundan koparak tek şey; karakterlerinin iç seslerini bir küçük es ve ışık değişimi eşliğinde duyduğumuz anlar oldu. Bu vurgular, akışa daha organik bir şekilde yedirilemez miydi acaba diye düşünmeden edemedim.
Güncelliğini yitirmeyen bir çağdaş klasiğe, nitelikli ve pek çok açıdan ‘seyirci dostu’ bir yorum olmuş, ‘Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz’. Oyunun katmanlarında dolaşan pek çok duyguya da içinizde bir yerlerde rastlama ihtimaliniz hayli yüksek.
Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz / Art12
Yazan: Sam Shepard
Yöneten: Mert Öner
Oyuncular: Serhat Teoman, Buğra Gülsoy, Burak Sarımola, Ayşe Lebriz Berkem.
Süre: 80 dakika
Ne zaman, nerede: 8 Ocak Pazartesi, 20.30’da Zorlu PSM’de.
Bilet fiyatları: 275, 412 ve 572 TL.
BU HAFTA SAHNELERDE
Türk edebiyatının büyük ismi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kült metnine, Serdar Biliş yorumuyla yapılan uyarlama en çok tiyatro ve sinema dilini sahnede birleştirmesi ve Serkan Keskin’in onlarca karakteri tek başına sırtlanmasıyla dikkat çekiyor. Özgün bir sahne yorumu, izleyiciyi bile nefessiz bırakan bir oyunculuk performansı bekliyor sizi. 29 Aralık Cuma, 20.30’da Zorlu PSM’de.
Çağdaş insanlık hallerine dokundurarak ‘aile nedir, bir çocuğu kim yetiştirir’ sorularının üzerinden mizahla geçiyor oyun. Michael Önder’in yazdığı, Çağrı Şensoy’un yönettiği, Salih Bademci, Neslihan Arslan ve Nurhan Özenen’in yetkin performanslarla rol aldığı oyun bolca güldürüyor, tanıdık anlar yaşatıyor. 3 Ocak Çarşamba 20.30’da Mall of İstanbul MOİ Sahne’de.
Ankaralı iki köçeğin, kendilerinin de tam tanımlayamadığı ilişkisi üzerine kanlı canlı bir oyun. Turgay Korkmaz’ın yazdığı ve Orkuncan İzan’la rol aldığı, Kayhan Berkin’in yönettiği oyun üzerimize ‘gökkuşağı’ açtırıyor. İki erkek arasındaki ‘imkânsız kabul edilen’ duygular üzerine, özgün ve seyircinin başından beri şefkatle kucakladığı bir iş…
22 Kasım 2024 - Festival bitti şimdi sezon zamanı
17 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Dünya başımıza çöküyor kurtaran yok mu!
14 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Gölgelerin gücü adına, ‘Macbeth’ uykuya yatırdı
10 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Haberler kötü olsa da haberciler iyi