Sakıp Sabancı Müzesi’nde Müzede Sahne serisi başlıyor
Cumhuriyet döneminin öncü kadın sanatçıları arasında Melek Celâl. Ama bugün adını bile hatırlayana rastlamak zor! Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi yılın son sürprizini yaptı ve Melek Celal'in kapsamlı bir sergisini açtı.
1896’da İstanbul’da başlayan ve 1976’da Münih’te sona eren 80 yıllık ömrünü dolu dolu geçirdi Melek Celal. Resimler yaptı, kitaplar yazdı, sergiler açtı, eleştiriler yayınladı. Doğduğu zaman Osmanlı’nın tahtında 2. Abdülhamit vardı. 1. Dünya Savaşı’nı, 2. Dünya Savaşı’nı yaşadı. İşgal günlerinde İstanbul’daydı. Bağımsız bir Cumhuriyet’in kurulduğuna tanıklık etti.
Kültür ve sanat dünyasının önemli figürlerinden biriydi. Şair Nigar Hanım’ı da tanıdı, Yahya Kemal’in en yakın dostlarından biri de oldu, İhap Hulûsi ile arkadaşlık da yaptı… İlk kadın ressamlarımızdan biriydi, sanat tarihimize ilk nü resim yapan kadın ressam olarak geçti. Portreleri ve natürmortlarıyla bilinse de 1935’te Meclis’e giren ilk kadın milletvekillerini o tuvaline yansıttı…
Melek Celal’den bahsediyorum. Kaç kişi hatırlıyor onu bilemiyorum. Ama unutulduğu kesin! Çünkü Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, yılın son sürprizini yaptığı serginin başlığı şöyle: Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını Bütün Yönleriyle Melek Celal.
Böylesi bir kadın sanatçı nasıl unutuldu insanın aklı almıyor diyeceğim ama çağdaşı olan ve yine ilk kadın ressamlarımızdan Mihri Müşfik de unutulmuştu. Bir sergi ve belgesel sayesinde yeniden hatırlandı. Anlaşılına hatırlanma sırası Melek Celal’de… Ki onu bize yeniden hatırlatan da bir başka Cumhuriyet kadını, Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer.
Ölçer ” Melek Celâl, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş döneminde köklü bir aileden gelen çok yönlü bir figür olmasına rağmen, maalesef günümüzde unutmuş olduğumuz bir Cumhuriyet kadını. Cumhuriyet ideallerini yansıtan Melek Celâl’i, Cumhuriyet’in 100. yılında hatırlayarak, Türkiye’nin bu dönemini ve dönemin hayallerini de hatırlamayı kendimize görev bildik” diyor.
Tabii kapsamlı ve titiz bir araştırma sonucu Melek Celal’in ismi üzerindeki tarih tozu kaldırılmış. Peki altından ne çıktı derseniz sözü Nazan Hanım’a bırakayım: “Melek, eğitimli ve varlıklı bir aileye sahip olduğu için evinde iyi bir eğitim görür. İnâs Sanâyî-i Nefîse Mektebi ve Académie Julian’ın resmi kayıtlarında ismine rastlanmasa da bu okullarda konuk öğrenci olarak bulunmuş, sık sık seyahatler gerçekleştirdiği Paris’te dönemin önemli sanatçılarının atölyelerine devam etmiş olması muhtemeldir. Moda’da yaşadığı ve kendi atölyesinin de bulunduğu Villa Wohl’da dönemin pek çok sanatçı ve aydınına ev sahipliği yapmış, İstanbul’daki kültür ve sanat ortamında aktif bir rol oynamış.
Melek Celâl sadece bir ressam ve heykeltraş değil, aynı zamanda yazar ve eleştirmen. Geleneksel Türk el sanatları ve hat sanatı hakkında yazdığı makaleler ve kitaplar, verdiği konferanslar, neredeyse sanatçı kimliğiyle yarışır niteliktedir. Melek, bir yönüyle Batı’ya bakarken bir yönüyle de Anadolu’ya dönen bir Cumhuriyet kadını. Tüm sanatseverleri eğitimli, dünyaya açık, geleneksel Türk sanatlarına ve mimarisine tutkuyla bağlı, Cumhuriyet’in yetiştirmek istediği nesile örnek olarak kabul edebileceğimiz Melek’in hayatını ve sanatını keşfetmeye bekliyoruz.”
Melek Celal, Fatma Melek adıyla 2 Nisan 1896’da Miralay Abdurrahman Ziya Bey ve Naciye Hanım’ın tek çocuğu olarak dünyaya geliyor. Annesi Naciye Hanım, 1788-1822 arasında Batı Rumeli’deki Yanina [Yanya] Paşalığı’nın Osmanlı valisi olarak görev yapan Arnavut Tepedelenli Ali Paşa’nın soyundan. Ki Tepedelenli Ali Paşa
soyundan gelenler arasında Ebüzziya Tevfik, Abdülhak Şinasi Hisar ve Nâmık Kemal gibi isimler var.
Şair Nigâr Hanım, döneminin kadınları için önemli bir rol modeldir. Yazarlığının yanı sıra sosyal hayatıyla da zamanın kadınlara biçtiği rolün dışına çıkar, Nişantaşı’ndaki konağının salonunda düzenlediği Salı Kabulleri’nde dönemin seçkin sanatkâr ve aydınlarını bir araya getirir. Melek’in çocukluğu ve ilk gençliği, bizzat bu çevrenin içinde geçer. Melek Celal’in, sanat hayatının başlangıcında Nigâr Hanım önemli bir rol oynar. Annesinin ölümünden sonra evi ziyaret eden şair “Kızım Melek, sen niye resim yapmıyorsun?” diye sorar. Melek Hanım daha sonra “Hayatta bana en büyük zevki verecek ve beni her zaman teselli edecek meşgalemi bulmuştum” yazar.
2. Meşrutiyet’in 1908’deki ilanından sonra giderek hareketlenen sanat ortamında Müslüman-Türk kadınlar da yer almaya başlar. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin
1916’dan itibaren düzenlediği Galatasaray Sergileri, ressamlığın bir meslek olarak kabul edilmesinin yanı sıra sanatçı kadınların görünür olmasında da önemli bir
rol oynar. Melek 1917’de, Melek Ziya ismiyle ilk defa Galatasaray Sergisi’ne katılır.
1920’lerden itibaren de Melek Celâl adıyla bu sergilere katılmaya devam eder. Hayatı boyunca 27 karma sergiye katıldığı bilinen Melek, biri Türkiye’de, diğeri Almanya’da olmak üzere iki kişisel sergi açar ve bu sergilerde yaklaşık 50 portre, 35 natürmort, 20 nü ve 10 manzara sergiler. Aralarında karakalem ve pastel çalışmalar da bulunan bu eserlerin bir kısmı etüt ya da eskiz niteliğindedir.
İlk kişisel sergisini açtığı 1935’ten sonra basında adına sık sık rastlanan Melek’ten, bu dönemde genellikle ‘Ressam Bayan Melek Celâl’ diye söz edilir. İbrahim Çallı ve Namık İsmail tarafından resmedilen ilk nüler, 1922 Galatasaray Sergisi’nde yer almıştır. Melek’in 1924 Galatasaray Sergisi’ne dahil olan çıplak kadın figürleri ise, nü eser sergileyen ilk kadın ressam olduğuna işaret eder. Melek’in son sergisi 1964’te Münih’te Galerie Schumacher’de gerçekleşir.
1930’lardan itibaren hakkında yazılanlar, Melek’in esas olarak bir portre ve natürmort ressamı olarak tanındığını ortaya koyuyor. Özellikle 1935’te İstanbul’daki
Mısır Apartmanı’nda yakın dostu, grafiker İhap Hulûsi ile beraber açtığı kişisel sergisi vesilesiyle yayımlanan yazılarda, daha ziyade portreciliği vurgulanıyor. Çeşitli makalelerde portrelerinin başyapıt seviyesinde ve portre eskizlerinin büyük bir portre ressamı çizgisinde olduğu, natürmortlarının ince bir zevk ve olgun bir teknik taşıdığı, nülerinde zayıf kaldığı, boya ve desen sağlamlığı açısından övülen manzaralarının harikulade güzel kompoze edilmiş olduğu yorumları yapılıyor.
Eskiz defterlerinde ağırlıklı olarak figür ve portreler bulunan Melek Celal, 30 Aralık 1935 tarihli, kendisini resim yaparken betimlediği bir otoportresine “Melek Melek Koca Melek” notunu düştüğü için olsa gerek Koca Melek olarak da anılıyor.
Sadece ressam mı Melek Celal, değil. Geleneksel el sanatları ve hat sanatı uzmanı aynı zamanda. Bu konular üzerine kitap yazacak konferanslar verecek kadar uzman hem de. 1938’de ‘Reisülhattatin Kâmil Akdik’ adlı ilk kitabını yayımlar. Kitap, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e geçişte adeta bir kültürel köprü olan, devrin en büyük hattatı ve yazı üstadı Kâmil Akdik’in hayatı ve sanatına bir bakış sunar.
Melek’in ikinci kitabı ‘Türk İşlemeleri’, yıllar boyunca bu alandaki çalışmalarını, birikimlerini ve tespitlerini kayda geçirerek gelecek kuşaklara aktarma maksadıyla 1939’da yayımlanır. Bu alandaki ilk kaynak eserlerden biri olan kitapta işlemelerdeki renk, motif ve kompozisyon konuları üzerinde durulmuş, 64 fotoğrafa ve bazılarını kendisinin oluşturduğu 13 desene yer verilmiş.
1948’da yayımlanan, Osmanlı hat sanatının büyük ustalarından Şeyh Hamdullah’ı tanıtmak amacıyla hazırladığı üçüncü kitabında ise, bir inceleme metni ve Şeyh
Hamdullah’ın eserlerinden bir seçkiye yer verilmektedir.
Melek Celal 1959’da, Batılı okurlara Topkapı Sarayı’nı tanıtmak amacıyla Fransızca olarak kaleme aldığı ‘Le Vieux Sérail des Sultans / Sultanların Eski Sarayı’ kitabını
yayımlar. Albert Gabriel’in önsözüyle başlayan kitapta, Melek’in Topkapı Sarayı’ndaki bazı mekânlara ait özgün çizimlerine de yer verilir.
Melek Celal, ilk eşi Celâl Bey’in 1946’daki ölümünden sonra sıklıkla Münih’e gider. Genellikle sağlık sorunları sebebiyle gerçekleştirdiği bu ziyaretlerde, tanışıklığı 30
öncesine dayanan doktoru Arno Eduard Lampé ile görüşmeye başlar ve çift 30 Kasım 1956’da evlenir. 1952-1965 arasında dostu sanatçı Şükriye Dikmen’e yazdığı
mektuplarda Münih’te yaşadığı yıllarda resim yapmaya çeşitli atölyelerde devam ettiğinden, eserlerinin yer aldığı sergilerden, konuşmacı olarak davet edildiği
konferanslardan bahseder, gezdiği sergileri değerlendirir, sanatçılar ve yeni akımlarla ilgili fikirlerini belirtir.
Sağlığı el verdiğince kültür sanat ortamından kopmamaya çalışır. Münih’in havasını soğuk ve kasvetli bulur, sıcak havaya, İstanbul’a, Moda’ya ve oradaki çevresine özlem duyar. Her İstanbul ziyaretinde memleketini hatırladığından farklı bulur, ona göre muhafaza edilmesi gereken değerlere sahip çıkılmıyor ve anlaşabileceği kişiler gitgide azalıyordur. 1964’te Münih’te ilk kişisel sergisini açar. 1965’te geçirdiği rahatsızlıktan sonra artık resim yapamadığı için, bu aynı zamanda son sergisi olur. 1974’te eşi Profesör
Lampé, uzun süren hastalığının ardından da 1976’da Melek hayatını kaybeder.
19. yüzyılın sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nda doğan ve hayatlarına Cumhuriyet Türkiyesi’nde devam eden ilk modern sanatçı kuşağının öncü kadın temsilcilerinden Melek Celal’in hayatı ve eserlerine bu sergi sayesinde kapsamlı bir bakış atma imkanımız var. Ki sergi her anlamda radikal değişikliklerden geçen bir ülkede modernleşme sürecinin nasıl yaşandığına dair ipuçlarını da içeriyor. Erken Cumhuriyet döneminin pek çok sanatçısı gibi, İstanbul’da varlıklı bir Osmanlı ailesinin kültür birikimiyle yetişen Melek Celâl’in hayatı, yalnızca bir dönemin unutulmuş bir ressamının hikayesini değil, aynı zamanda geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminin kültürel panoramasını da ortaya koyuyor. Dediğim gibi yılın son sürprizi kaçırmayın bir kadın ressamı yeniden keşfedin! 28 Nisan 2024’de kadar zamanınız var!