ABD’de kulüpler Doğu’ya, Gold Cup Batı’ya
ABD, Rusya, Tayvan, Pakistan ve daha niceleri... Dünya nüfusunun yarısından fazlası bu yıl sandığa gidiyor. Bazı ülkelerde dönem kısıtlamalarını hiçe sayan liderler, bazılarında radikal söylemler öne çıkıyor. Demokrasinin sınandığı bir yıl olacak.
Her yıl sonunda kapağını kehanetlerle süsleyen The Economist’in bu yıl için hazırladığı kapağını hatırlıyor musunuz? Hani bir tarafından Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ve ABD Başkanı Joe Biden’ın, öbür tarafından ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in çıktığı o kapak. Bu dört liderin 2023 yılını uzlaşmazlıklarla geçirmesinin yanında başka bir benzerlikleri daha var: 2024 seçimleri. Çin her ne kadar seçime gitmiyor olsa da “Benim toprağım” dediği Tayvan, birkaç gün sonra çekişmeli yarışın sonucunu alacak. Ama 2024’ün seçimler bakımından önemli olmasının tek nedeni bu dört ülke değil.
Dünya nüfusunun dörtte biri, 2024 yılında seçim yapılacak ülkelerde yaşıyor. 70’ten fazla ülkede yaklaşık 2 milyar kişinin sandık başına gitmesi bekleniyor. ABD’den Rusya’ya, Pakistan’dan Hindistan’a, Tayvan’dan Sri Lanka’ya ve Avrupa Parlamentosu’na kadar bizi yoğun bir seçim senesi bekliyor. Haritaya şöyle bir bakınca demokrasinin zor bir sınava tabi tutulacağını anlamamak elde değil.
Economist “2024, liberal demokrasiyi önemseyenler için stresli geçecek” yazısında şöyle bir değerlendirme yapıyor:
“Seçimlerin çoğunda liberal olmayan yöneticiler güçlenecek. Diğerlerinde ise yolsuzluk yapanlar ve liyakatsizler ödüllendirilecek. Açık ara en önemli yarışın gerçekleşeceği Amerika’daki başkanlık seçimleri o kadar zehirli ve kutuplaştırıcı olacak ki küresel politikaya gölge düşürecek. (…) Bazı seçimlerin ise düzmece olduğu ortada. Mesela Belarus ya da Ruanda’da merak edilen tek şey iktidarın oy oranının yüzde 100’e ne kadar yakın olacağı. Anayasadaki iktidarda kalma kısıtlamasıyla ilgili maddeyi yasa dışı bir şekilde değiştiren Vladimir Putin, Rusya başkanı olarak üst üste üçüncü (ve toplamda beşinci) dönemine başlayacak.
En çok oy Asya’da kullanılacak. Kıtanın en büyük demokrasileri Hindistan ve Endonezya sandığa gidecek gitmesine ama buradaki tehlike de giderek büyüyen anti-liberalizm. Narendra Modi yönetimindeki Hindistan, ekonomik ve jeopolitik başarıların tadını çıkarsa da Müslüman karşıtlığının öne çıktığı bir şovenizm ve kurumsal güvencelerin ortadan kaldırılması söz konusu.”
Economist’in epey kötümser baktığı 2024 seçimlerini derinlemesine inceleyerek, durumun gerçekten de o kadar içler acısı olup olmadığını değerlendirelim.
Zaman çizelgesine göz attığımızda yılı ABD seçimleriyle kapatacağımız görülüyor. Ama bir süper güç olarak ve dünyanın neredeyse her köşesine nüfuz etmiş olması nedeniyle ABD’de yapılacak seçimler, hangi ideolojinin başa geçeceği önem taşıyor. Zira Cumhuriyetçilerin kazanacağı bir yarışla hem Ukrayna Savaşı’nın gidişatında hem de 2023’ün en ihtilaflı bölgelerinden biri olan Asya Pasifik politikasında değişiklikler görmemiz mümkün. Ancak hem Biden hem de dişli rakibi eski ABD Başkanı Donald Trump konusunda bazı çekinceler mevcut.
Sene başından beri Trump hakkında pek çok dava açıldı. Bunlardan biri 2016 seçimlerinde Trump’ın eski erotik film yıldızı Stormy Daniels’a geçmişte yaşadıkları konusunda sessiz kalması için verdiği 300 bin doları “seçim harcamaları” arasında göstermesiydi. Savcılar bu hareketi “vergi kaçırma” olarak yorumlamıştı. Hakkındaki diğer ciddi davalar ise çok gizli devlet bilgilerini içeren belgeleri usulsüzce evinde saklaması, mülklerini değerinden fazla göstererek bankalardan kredi alması ve 6 Ocak Kongre baskınında destekçilerini kışkırtması. Bu davalar Trump’ın adaylığı önünde herhangi bir sorun teşkil etmiyor çünkü yargılanıp hapse atılsa bile seçimlerde yarışma hakkı devam ediyor. Ancak iki hafta önce Colorado’da yediği darbeyle söz konusu eyalette ismi ön seçim pusulalarında yer almayacak. Tek başına Colorado bir tehdit oluşturmayabilir çünkü bu eyalet zaten Demokratların çoğunlukta olduğu bir yer olarak görülüyor ama mesela aynı hamle sadece birkaç gün önce Maine’den de geldi. Bu da Trump’ın oy pusulalarından çıkarılmasının tekil örnek olarak kalmayabileceğini gösteriyor.
Normal şartlarda hakkında bunca dava açılan bir başkan adayının seçilmeye uygun olmadığını düşünebilirsiniz. Ama davaların özellikle de seçime bir yıl kala art arda açılması, Trump’ın “Solcular bana kumpas kuruyor, demokrasimize darbe indirmeye çalışıyorlar” söylemini güçlendirmesine yaradı. Hatta Trump’a bu konuda bir destek de Putin’den geldi, “Başkalarına demokrasi dersi vermeye çalışan Amerika’nın siyasi sisteminin çürümüşlüğünü görüyoruz” diyen Rus liderden alıntı yapan Trump, “Herkes bize gülüyor” dedi. Trump hakkında her dava açıldığında “cadı avı” söylemiyle destekçilerinden kampanyası için bağış yapmasını istedi. NYT’de 4 Ekim’de çıkan bir haberde Trump’ın kampanyasının hazirandan eylüle kadar 45.5 milyon dolar topladığı belirtiliyor. Eski lider açıklanan bu rakamla, o zamanlar anketlerdeki en yakın rakibi Florida Valisi Ron DeSantis’in (son zamanlarda en yakın rakibi Nikki Haley) topladığı miktarı üçe katlamıştı.
Biden ise adaylığını açıkladığından beri ABD basınında yaşı sebebiyle hedef alınıyor. Biden yaşını “engel değil kazanç” olarak görse de özellikle sosyal medyaya yansıyan gafları ya da düşme haberleri hakkındaki “bunama” iddialarını güçlendirdiği için adaylığına karşı çıkılıyor. Ukrayna ve Gazze’de iki kritik savaş devam ederken, Kızıldeniz ve Karadeniz tehlikeli denizler haline gelmişken ABD halkının Beyaz Saray’ı dört yıl daha 81 yaşındaki Biden’a teslim etmekte tereddüt etmesi mantıklı mı değil mi sizin takdirinize bırakıyoruz. Ama artık seçmenlerin tek endişesi Biden’ın yaşı değil, Biden’ın Ortadoğu politikası da sorun haline geldi. ABD lideri bir yandan Batı Şeria’daki Filistinlileri hedef alan İsrailli yerleşimcilere vize yasağı getirirken, Gazze’de 21 binden fazla insanın hayatına mal olan İsrail saldırılarının daha Hamas odaklı ilerlemesi gerektiğini söylerken, diğer yandan İsrail ordusuna saldırılarında kullanması için silah ve para yardımlarına devam ediyor, ateşkes çağrısı yapmayacağının altını çiziyor. Yaşı daha büyük Biden seçmenleri için bu sallantılı politika herhangi bir sorun teşkil etmese de genç seçmenler, Gazze topraklarındaki insani krizden rahatsız olduğunu, ABD’nin İsrail’in işgal politikasına destek vermemesi gerektiğini söylüyor. Hatta sırf bu politika sebebiyle önceki seçimlerde Biden’a oy veren bazı gençler, Trump’a oy vermeyi düşünüyor.
Peki ya Trump’ın İsrail politikası çok mu farklı? Trump, ABD başkanı olduğu 2017’de Kudüs’ü İsrail’in resmi başkenti olarak tanıyacağını ve Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıyacağını açıklamış, bunun üzerine tüm dünyadan tepkiler yükselmişti. Bugüne geldiğimizde, “Siyonizm karşıtlığı antisemitizmdir” önermesinin Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçilerin ezici desteğiyle kabul edildiğini görüyoruz. ABD’nin önde gelen üniversitelerinde eğitim gören öğrencilerin Filistin yanlısı protestolarda “başkaldırı” anlamına gelen “intifada” diye haykırmasını “Yahudi soykırımına çağrı” olarak yorumlayanlar da yine Cumhuriyetçiler. Bu örneklerimizden Demokratların çok farklı bir politika benimsediği düşünülmesin. Şu anki Gazze meselesi iki tarafın da orta yolu bulabildiği nadir konulardan.
Bir de tabii üçüncü yılına girecek Ukrayna savaşının nasıl ilerleyeceği de ABD seçimlerine bağlı. Demokratlar Ukrayna’ya para yardımının (bu zamana kadar toplamda 75 milyar dolardan fazla yardım yaptı) devam etmesi gerektiğini savunurken, Cumhuriyetçiler Ukrayna’ya yapılan yardımların boşa gittiğini savunuyor. Bunda özellikle Ukrayna’nın yaz aylarında başlattığı taarruzun kayda değer bir başarı elde edememesi yatıyor. Aralık itibarıyla pek çok ABD gazetesi Ukrayna’nın taarruzunu “başarısızlık” olarak yazmaya başladı. Biden, Ukrayna’ya yardım kesilirse Putin’in daha çok cüret bularak diğer ülkelere saldırmaya başlayabileceğini iddia ederken, Trump savaşın bitirilmesi gerektiğini söylüyor. Hatta senaryosu da hazır: Putin ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’yi karşısına oturtacak ve Zelenski’ye, “Sana silah milah yok, müzakere masasına otur” diyecek. Putin’e de, “Müzakere masasına oturmazsan Ukrayna’ya şimdiye verilenden daha fazlasını veririm” diyecek. Trump her iki tarafla da arası iyi olduğu için sözünü dinleyeceklerini varsayıyor.
Tabii bunlar işin dış politikası. Bir de içeride süregelen krizler var. Avrupa’nın yaka silktiği göçmen krizi ABD’de de mevcut. Tek fark burada göçmen akını Meksika’dan geliyor. Trump’ın göçmenlere bakışını mitinglerdeki, “Kanımızı kirletiyorlar” sözlerinden anlamak mümkün. Kendi başkanlığı döneminde Meksika sınırına California, Arizona, New Mexico ve Texas eyaletlerinden geçen, uzunluğu 3 bin 145 kilometre olarak hesaplanan bir duvar inşa etmeye başlamıştı ki 2021 yılında Biden göreve geldikten sonra ilk işi bu duvarın örülmesine son vermek olmuştu. Ayrıca göçmen yasaları Biden döneminde epey yumuşatıldı. Meksika şimdiye kadar göçmen akınını önlemek için birtakım adımlar atsa da son dönemlerde Meksika Devlet Başkanı Andrés Manuel López Obrador, finansman yetersizliğini sebep göstererek kaçak göçmenlerin sınır dışı edilmesi işlemlerini askıya aldı. Göçmen akını daha da büyürken, Biden hedef tahtasına oturur oldu.
Son olarak ülkenin en büyük dertlerinin başında gelen silahlı katliamlar ve bu katliamların altında yatan silah serbestisi var. Daha geçen hafta Iowa’da (ki burası adayların en önem verdiği yerlerin başında geliyor, sebebini detaylıca bu haberimizden öğrenebilirsiniz) altıncı sınıfa giden bir çocuk öldürülürken 7 kişi yaralandı. Cumhuriyetçiler, silah kullanımının kontrol altına alınmasına katı bir şekilde karşı çıkarken, Demokratlar silah kontrolü konusunda yasa çıkarılmasına sıcak bakıyor. Biden 2022’de silah kontrolü yasasını imzalayana kadar kongrede epey fırtınalar koptu. Yasa imzalandı imzalanmasına ama Gun Violence Archive’a göre yalnızca geçen sene 632 kişinin silahlı saldırıdan dolayı hayatını kaybettiğini görüyoruz. Bu da Beyaz Saray’a gelecek yeni liderin en ağırlık vermesi gerektiği konulardan birinin bu olduğunu gösteriyor. Tabii Trump’ın Iowa’daki silahlı saldırıdan yalnızca 36 saat sonra bizzat eyaletteki seçim mitinginde dile getirdiği, “Bunları aşın, ileriye bakmamız gerekiyor” minvalindeki sözleri ortalığı daha da karıştıracak gibi.
Tayvan’daki başkanlık seçimleri yılın ilk seçimi değil ama Pasifik’te bu yıl nasıl bir tablo göreceğimizin ilk habercilerinden olacağı kesin. Zira Beijing, Çan Kay Şek bu adaya gelip de kendi yönetimini kurduktan sonra herhangi bir askeri müdahalede bulunmasa da adanın kendi toprağı olduğunu söylemeye devam ediyor ve 1996’da gerçekleşen ilk seçimden bu yana da buradaki seçimlerde Çin etkisi belirleyici oldu. Ama bu seferki seçim, Pasifik’te tansiyonun yüksek seyrettiği bir döneme denk gelmesiyle öncekilerden çok daha kritik.
Önce seçimlerde öne çıkan iki partiyi kısaca tanıyalım mı? İlki Tayvan’ın bağımsızlığını sıkı sıkıya savunan iktidardaki Demokratik İlerleme Partisi (DPP). Mevcut Başkan Tsai Ing Wen, iki dönem görev yaptığı için üçüncü kez aday olamıyor ama zaten son yerel seçimlerde DPP’nin yaşadığı büyük kayıplar nedeniyle parti başkanlığından da istifa etmişti. DPP’nin yalnızca günler kalan seçimler için gösterdiği aday ise Başkan Yardımcısı Lai Ching Te. Tsai Ing Wen, 2016’da başkanlık seçimlerini kazandığında Tayvan’ın ilk kadın lideri olmuştu.
Harvard’da tıp eğitimi almış ve siyasete atılmadan önce nefroloji uzmanı olarak çalışmış olan Lai, yumuşak başlı gibi görünse de adanın kendi kendini yönetme statüsünün en katı savunucuları arasında yer alıyor. Yine de Çin ile “dost olarak ilişkilerini sürdürebileceklerini” her defasında dile getiren Lai geçen ağustosta Bloomberg’e verdiği demeçte, “Düşman olmak istemiyoruz. Çin’in de bizim gibi demokrasi ve özgürlüğün tadını çıkarsın isteriz” demişti. Beijing’in buna cevabı ise Lai’yi “baştan aşağı baş belası” olarak nitelendirmek olmuştu. Bu seçimlere baktığımızda ise tamamen erkeklerden oluşan bir aday listesiyle karşı karşıyayız. Ama aday olmasa da seçimlere damga vuran bir kadın var: Hsiao Bi Khim. Kendisi DPP tarafından ABD temsilcisi olarak atanan ilk kadın. Ayrıca Çin’in de en hazzetmediği isimlerin başında geliyor. Öyle ki Beijing, Japonya’da doğup ABD’de büyüyen Hsiao’nun Çin anakarasına girişini iki kez yasakladı ve onunla bağlantılı yatırımcı ve firmaların anakaradaki şirketlerle çalışmasını yasakladı. Beijing’in “savaşçı kurt” diplomasisine karşı Hsiao kendisini “savaşçı kedi” olarak tanımlıyor. Geçen ay Economist’e konuşan Hsiao, “Kediler kurtlardan çok daha sevimlidir. Diplomaside de mesele arkadaş edinmektir ve bunu kendinizi sevilebilir kılarak başarabilirsiniz” diyor.
Zamanında Çan Kay Şek öncülüğünde Çin Komünist Partisi’ne (ÇKP) karşı savaşan Kuomintang (KMT) ise şu anda muhalefette. Çan Kay Şek’in hâlâ Çin anakarasında olduğu dönemde kurulan KMT, Tayvan’da kurulan ve üyeleri has Tayvanlılardan oluşan DPP gibi bağımsız Tayvan kimliğini sahiplenemiyor. Dolayısıyla ironik bir şekilde kendisine Çin kimliğine tutunmak kalıyor ama bu yanı bir önceki seçimi kaybetmesine neden olduğu için daha temkinli yaklaşarak, Çin yanlısı politika izlemediklerini savunuyorlar KMT’nin aday olarak seçtiği kişi bir zamanlar emniyet müdürü olan Yeni Taipei Belediye Başkanı Hou Yu Ih. Tayvan’ın bağımsızlığına karşı çıktığı bilinen Hou’ya Haziran 2023’te bir üniversite forumunda “Tek Çin” politikasıyla ilgili bir soru sorulmuştu ama o bu soruyu geçiştirmeyi tercih ederek, “Tayvan Boğazı’nın iki yakası arasındaki ilişki çok açıktır. Bunu karıştırmamıza gerek yok. Söz konusu ilişki Çin Cumhuriyeti anayasasına dayanmaktadır” sözlerini dile getirmişti.
Esasında KMT, Tayvan Halk Partisi (TPP) ile ortak aday çıkaracak gibi olmuştu ama sonra taraflar orta yolu bulamadığı için son kayıt gününde her biri kendi adayını çıkardı. TPP’nin adayı da Lai gibi doktorluktan siyasete geçen Ko Wen Je oldu. TPP, kendisinin Çin’i kışkırtan DPP ile Çin’e boyun eğen KMT arasında “üçüncü seçenek” olduğunu söylüyor. Zamanında Tayvan’ın bağımsızlığını savunan (siyasette de bu sayede tanınır hale gelen) Ko, zaman içinde politikalarını değiştirdi ve Taipei belediye başkanı olduğu dönemde Çin anakarasıyla ilişkileri geliştirdi. Genç seçmenler arasında popüler de oldu. Ne var ki diğer iki adayın yanında geride kalacak gibi görünüyor.
Tayvan sakinleri yarışı çok ciddiye alıyor. İngiliz gazetesi The Guardian hepi topu 200 kişinin yaşadığı, başkentten uzay Atayal köyünde tüm sakinlerin cumartesi günkü seçimlere hazırlandığını ve bu konuyu derinlemesine ele aldıklarını yazmış. Topluluğun lideri Lahuy Icyeh, “Normalde siyaset hakkında konuşmayız ama başkanlık seçimi büyük olay. Köyün ileri gelenleri, topluluğumuzu Tayvan için en iyi olanı seçmeye teşvik ediyor” diyor. Ücra bir köyde bile işlerin bu kadar ciddiye alınmasında Çin’in ilhak sinyallerinden dolayı çok normal. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, hem Biden ile görüşmesinde hem de yılbaşı gecesi yaptığı konuşmada “Çin ve Tayvan ayrılamazdır” mesajı verdi.
Tabii ülkenin en büyük endişesi Çin olsa da tek sorun bu değil. KMT’nin 48 yıllık diktatörlüğüne tepki olarak doğan DPP’nin başkanlığı döneminde maaşların düşük kalması, konut satın almanın zaman içinde hayale dönüşmesi, elektrik sorunu ve enflasyon gibi ekonomik sıkıntılar baş gösterdi. DPP her ne kadar toplumsal cinsiyet, Tayvan kimliği ve yaşlıların bakımı konularında ilerici bir duruşa sahip olsa da oy kullanan halkın yaklaşık yüzde 16’sını oluşturan gençlerin, “müesses nizam” olarak gördükleri DPP’den uzaklaştığını gösteren birtakım işaretler var. Bazıları demokrasinin korunabilmesi için iktidarın sık sık değişmesi gerektiğini söylüyor. Bu yüzden DPP’den uzaklaşan ama KMT ve TPP’yi olası aday olarak görmeyen seçmenler oy vermemeyi düşünüyor. Yine de mevcut anketlerde Lai ufak bir farkla yarışı önde götürürken, onu arkadan Hou takip ediyor.
Ukrayna savaşı üçüncü yılına girmek üzere ve Rusya mart ayında savaşın gölgesinde sandığa gitmeye hazırlanıyor. Mevcut devlet başkanı Putin, adaylığı önünde engel teşkil edecek dönem kısıtlamasını kaldırarak, “Yarışta ben de varım” derken, en dişli rakipleri olabilecek iki muhalif şu anda hapiste. Dolayısıyla pek özgür ve adil bir seçim ortamı göreceğimiz söylenemez.
Muhaliflere geçmeden önce mevcut Rusya tablosuna bakmakta fayda var. Savaşın başından bu yana geçen ay itibarıyla 315 bin Rus askerinin öldüğü ya da yaralandığı tahmin ediliyor. Bu süreçte Batı’nın katı yaptırımlarına uğrayan ülke şimdiye kadar baskılara dayanmaya başarabildi. Bu, başta Çin olmak üzere yaptırım çağrılarına kulak asmayan ülkelerin (daha ziyade Küresel Güney’in) Moskova ile ilişkilerine devam etmesi mümkün kıldı. Savaşın sonu yakın görülmese de Ukrayna’nın karşı taarruzunun başarısız kaldığı ve kış şartlarının hakim olduğu bölgede şimdilik rüzgar Rusya tarafında esiyor.
Ortalığı karıştıracak konulardan biri Rusya’nın son savaş sırasında kontrol altına aldığı bölgelerin de seçime dahil edilmesi. Ukrayna ilhak edilen bölgelerde hâlâ Ukrayna askeri olduğunu söyleyerek savaşın bitmediği mesajını verirken Rusya bu bölgelerin artık kendisine ait olduğunda ısrarcı. Moskova merkezli Carnegie Russia Eurasia Center’da araştırmacı Andrey Kolesnikov, “Bu seçimler Putin’in Ukrayna savaşını başlatma kararını meşrulaştırma aracı” diyor. Bu seçim hem Rus halkına hayatın normal seyrinde gittiğini göstermeyi amaçlıyor hem de Putin’in seçilmesi halkın Ukrayna’daki savaşı desteklediği gibi bir tablo çıkaracak.
Bununla birlikte bağımsız anket şirketi Levada Center’a göre Rusların Putin’e en çok sormak istediği soru, “Ukrayna işgalinin ne zaman sona ereceği”. Bir başka ankette de Rusların neredeyse yarısı Ukrayna savaşının bitmesi için müzakerelerin başlatılmasını istiyor. Pek çok analiste göreyse Putin, savaşın seyri için ABD seçimlerinin sonucunu bekliyor.
Öte yandan geçen yıla damga vuran en büyük olaylardan biri paralı asker grubu Wagner’in şefi Yevgeni Prigojin’in ölümüydü. Devlete bağlı savunma güçlerini yetersiz bulduğunu her fırsatta dile getiren Prigojin, Wagner devlete bağlanmasın diye Moskova’ya karşı başlattığı 24 saatlik yürüyüşle Putin’e karşı ilk kez iktidar içindeki başkaldırıya öncülük etmişti. Bu yürüyüş Moskova’ya varmadan sonlanmıştı sonlanmasına ama güvenlik güçlerinin etkili savunması sayesinde değil, Belarus arabuluculuğunda gerçekleşen müzakereler sonucunda. Ayrıca halkın bu ayaklanmaya tepkisi olumsuz değildi. Wagner savaşçıları girdikleri Rostov’dan çıkarken Ruslar tarafından epey hoş bir şekilde uğurlandı, beraber fotoğraf çektirdiler vs. Pek çok analist bu gelişmeleri “Putin’in imajı zedelendi” şeklinde yorumladı. Sonuç olarak Prigojin bir uçak kazasında öldü. Şimdi Putin’in yapması gereken şey bu seçimlerle halkın desteğini kaybetmediğini göstermek.
Rus kamuoyu araştırmacısı Levada Center, Putin’in gördüğü desteğin Kasım 2023 itibarıyla yüzde 85 seviyesinde olduğunu söylüyor. Teknik olarak Putin’in yarışta rakipleri var ama bu adayların hiçbir şansı yok. Şansı olanlarsa şu anda hapiste. Mesela zamanında zehirlenerek ölümlerden dönen esas rakibi Aleksey Navalni, seçimlere aylar kala Rusya’nın en uzak köşesine sürüldü. Günlerce haber alınamayan Navalni, şu anda Moskova’dan trenle ancak 44 saatte ulaşılabilen Yamalo-Nenets Özerk Bölgesi’ndeki çalışma kampında. Putin’in Ukrayna politikasını “ılımlı” olarak değerlendiren ve Rus lideri “korkak” olmakla suçlayan aşırı sağcı İgor Girkin de şu anda hapiste. Ayrıca savaş karşıtı Yekaterina Duntsova’nın başkanlığa adaylığını koyması da “hatalı belge sunduğu” gerekçesiyle reddedildi. Bazı kesimler bunun bir bahane olduğunu, seçim öncesi savaş karşıtı söylemler yükselmesin diye böyle bir adım atıldığını düşünüyor.
“2024 yılı AP seçimleri sonrasında oluşacak yeni parlamentonun tarafsız, rasyonel ve yapıcı bakış açısıyla hareket edeceğini ümit ediyoruz.”
Dördüncü sıraya bir ülkeden ziyade kurumu koymamızın sebebi Türkiye’nin de gözünün Avrupa Parlamentosu seçimlerine dikmesi. Zira yukarıdaki alıntı, Avrupa Parlamentosu’nun (AP) eleştirel Türkiye raporunun kabul edilmesinin ardından Dışişleri Bakanlığı’nın sert açıklamasının sonunda yer almıştı. Geçen yıl Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkileri epey zorlu geçti. Bir yanda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçen temmuz ayında yaptığı “AB’nin kapıları Türkiye’ye açılsın” çağrısına sene boyunca çeşitli vesilelerle ret cevabı gelirken, öte yandan Gezi davası nedeniyle hapiste tutulan Osman Kavala’nın serbest bırakılması için Türkiye’nin yaptırım ile tehdit edilmesi bunun örnekleri arasında yer alıyor. Peki Türkiye’nin medet umduğu AP seçimlerinde bizi neler bekliyor?
AP seçimleri 1979 yılından beri düzenleniyor ama herhalde en kritik seçimlerini bu sene yapacak. 2015 zirveyi gören göçmen krizinde İtalya, Yunanistan ve Almanya artık ön saflarda savaşmak istemiyor, Avrupa’nın bir bütün olarak sorumluluk almasını istiyor. Ne var ki özellikle Doğu Avrupa buna karşı çıkıyor. Sonra Ukrayna savaşının tetiklediği “Ya savaş yayılırsa?” korkusu, Çin’in yükselişine tepki olarak ABD’nin Avrupa’yı Çin’e bağımlılığını azaltması için baskılaması, son dönemlerde Avrupa içinde yapılan seçimlerde ve anketlerde aşırı sağ partilerin yükselmesi gibi konular Avrupa’nın en büyük sorunları arasında yer alıyor. Tabii bu küresel krizler bir yandan da AB’nin önemini üye ülkelere bir kez daha hissettirdi.
Yine bu sayede seçmenler daha çok oy verme niyetinde görünüyor. Zira aralık ayında Eurobarometer tarafından 27 bin kişiyle yapılan ankete katılanların yüzde 57’si seçimlerle ilgileniyor, yüzde 68’i ise sandığa gitme niyetini taşıyor. Yüzde 75’si birliğe üyeliğin ülkeleri için iyi olduğunu düşünürken yüzde 73’ü bu yıl yaşam standartlarının düşeceğinden korkuyor.
Ayrıca Fransa ve Almanya’nın da içinde bulunduğu birçok Avrupa ülkesinde aşırı sağcı partiler ya iktidarda ya da yeni anketlerde birinci ve ikinci sırada yer alıyorlar. Mesela Hollanda’daki son seçimlerde aşırı sağcı ve İslam karşıtı Geert Wilders zaferi elde etse de diğer partilerle daha anlaşamadığı için bir hükümet kuramadı. Ama anketler, bugün bir seçim yapılsa Wilders’ın çok daha fazla oy alacağını gösteriyor. Fransa’da ise Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi (RN), Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un merkeziyetçi ittifakının 10 puan önünde duruyor. Giorgia Meloni’nin aşırı sağcı İtalya’nın Kardeşleri yüzde 29 ile anketlerde önde giderken, Almanya’da aralık ayında aşırı sağcı AfD, ikinci belediye seçimini kazandı.
AP seçimlerinin sonucunu tahmin etmek kolay bir iş olmasa da AfD, RN ve İtalya Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini’nin Lega Partisi’ni da kapsayan aşırı sağcı Kimlik ve Demokrasi grubunun gözle görünür bir başarı kazanacağı ve 85’ten fazla sandalyeye sahip olabileceği (şu anda 76) tahmin ediliyor. Polonya’nın Hukuk ve Adalet (Pis), İtalya’nın Kardeşleri, Gerçek Finler, İsveç Demokratlar ve İspanyalı Vox’u kapsayan Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) grubunun da 80 sandalyeye sahip olacağı (şu anda 61) düşünülüyor. Şu anda iktidardaki koalisyonun birer parçası olan muhafazakâr Avrupa Halk Partisi (EPP), merkez sol Sosyalistler ve Demokratların İlerici İttifakı, liberal Renew Europe ve Yeşiller’in kritik bir oy düşüşü yaşaması bekleniyor. Yine de tahminlere göre EPP’yi Avrupa Komisyonu’nun başında, Ursula von der Leyen’i de ikinci döneminde görebiliriz.
Bu seçimi sıkıntılı yapacak esas nokta, aşırı sağcıların sandalye sayılarını artırmasının yanı sıra merkez sağcılarla işbirliği yapma ihtimali. EPP, pekâlâ ECR ile işbirliği yapabilir. Uzmanlar bunu belirleyecek olanın, EPP’den ayrıldı ayrılalı yeni bir gruba katılmayan Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın tutumunun belirleyici olacağını söylüyor. Bu arada Orban’ın önem kazandığı tek nokta burası değil. Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, parlamento seçimlerine aday olacağını açıkladı. Michel olur da seçimi kazanırsa temmuz ortası gibi AP’deki koltuğuna oturacak ki bu da AB liderlerinin yeni bir konsey başkanı konusunda bir an önce anlaşmasını gerektirecek. Anlaşamazlarsa temmuzda AB Konseyi dönem başkanlığını devralacak Orban’ın vekil olarak AB Konseyi başkanlığının görevini üstlenmesi gerekecek. Malum Orban aşırı sağcı olmasının yanı sıra Ukrayna’ya destek verilmesine de şiddetle karşı çıkıyor. Orban’ın konseydeki kontrolsüz yönetimi diğer Avrupa ülkelerinin yaşamak isteyemeyeceği bir senaryo.
Ukrayna’yı da listemize ekledik ama seçim olup olmayacağı belli değil. İki yıldır devam eden savaş nedeniyle sıkıyönetim ilan edilen ülkede yasalara göre seçim yapılmayabilir. Bazıları da bu fikre seçimlerin dikkatleri savaşın üzerinden çekebileceği endişesiyle sıcak bakıyor. Kiev’deki Uluslararası Sosyoloji Enstitüsü’nün kasım ayındaki anketine katılanların yüzde 80’inden fazlası seçimlerin savaş sona erdikten sonra yapılmasını istiyor. Mevcut Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, kasım ayındaki açıklamasında “seçimler için doğru zaman olmadığını” söyleyerek seçim olmayacağının sinyallerini verdi. Peki ya savaşın başından bu yana ülkedeki manzara tam olarak nasıl?
Geçen yıl ülkede Türkiye’nin de adının geçtiği bir skandal patlak verdi. Yaz boyu ülkede kışa hazırlık amacıyla mont vb. kıyafetlerin üretimi, dışarıdan alınacağı gerekçesiyle durdurulmuştu. Ne var ki Türkiye’den alınan montların kalitesiz olduğu şikayetleri baş göstermişti. Ancak asıl sorun bu değildi. Söz konusu kıyafetlerin Türkiye’den çıkış fiyatlarıyla Ukrayna’ya giriş fiyatları arasında büyük fark vardı. Olayı araştıran gazeteciler, ticaretin arkasından Zelenski’nin partisinden milletvekili çıkan Hennadiy Kasay’ın yeğeninin çıktığını öğrendiler. Savunma Bakanı Oleksii Reznikov, olayı ortaya çıkaran gazetecileri hedef alarak, “İddialar doğru çıkarsa ben istifa ederim, yanlış çıkarsa siz istifa edersiniz” demişti. Sonuç olarak işini bırakmak zorunda kalanlar gazeteciler değil, Reznikov oldu. Bu bir örnek olsa da ülke içindeki bazı kişiler savaş başladı başlayalı özellikle devletin savunma kanadının yöneticilerinden hoşnutsuz.
Ama Ukrayna’da seçim olmamasını en çok dert edinenler muhtemelen ABD’deki Cumhuriyetçiler. Daha doğrusu bunu bu kadar dert etmelerinin sebebi, Ukrayna’ya yardımların durdurulması için kendilerine bahane oluşturması. Ukrayna’nın savaşa devam edebilmesi için ABD’den gelecek destekler büyük önem taşıyor. Şimdiye kadar ABD’nin Ukrayna’ya sadece askeri yardımları yaklaşık 44.2 milyar doları buldu. Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba, Zelenski’nin savaş zamanında seçim yapmanın artılarıyla eksilerini tarttığını söylüyor. Yani yasalar seçim yapılabilecek şekilde yeniden düzenlenebilir. Ne var ki seçimlerin ne kadar güvenli bir ortamda yapılabileceği muamma. Ayrıca yerinden edilmiş nüfusun nasıl oy kullanacağı da ayrı bir sorun yaratıyor. 10 milyona yakın Ukraynalı savaştan kaçarak komşu ülkelere, Türkiye’ye ve Avrupa’daki diğer ülkelere sığındı. Ayrıca vurulan yerleri onarmak için ayrılabilecek paranın seçim için harcanması da Ukraynalıların hoşuna gidecek bir durum değil. Uzmanlar harabeye dönen Bahmut ve Avdiivka gibi pek çok köy ve kasabada altyapının mevta olduğunu söylüyor ve barış zamanında bile bu bölgelerde seçim düzenlemek için epey zaman gerekeceğini belirtiyor.
Pakistan da seçimlere hazırlanıyor ama buradaki durum her açıdan çok daha sıkıntılı. Biz tarihe her ne kadar 8 Şubat yazsak da esasında seçimlerin geçen yıl yapılması bekleniyordu. Ama IŞİD’in düzenlediği kanlı terör saldırısı, popüler siyasetçi İmran Han’ın hapse atılması ve partisi Tehreek-e-Insaf’ın (PTI) seçim aday belgelerini kabul ettirme sorunu, sürgündeki eski lider Navaz Şerif’in ülkeye dönmesi ve hükümetin yeni bir nüfus sayımının şart olduğunu iddia etmesi derken seçimler epey bir ertelendi. Şimdi Pakistan Senatosu 8 Şubat’ta yapılması planlanan seçimlerin daha da ileri atılması yönünde bir karar aldı. Bu kararın bağlayıcılığı olmasa da seçimlerin erteleneceği konusunda endişeler büyüyor.
Kısa süre önce 3 binden fazla aday belgesi, seçim komisyonu tarafından reddedildi. Bu belgeleri sunan kişilerin çoğu PTI’den aday olmayı planlıyordu. Bunlar arasında en kritik reddedilme ise İmran Han’ınkiydi. 2022’de güven oylamasıyla düşen İmran Han, başbakanlığı döneminde aldığı hediyeleri yetkili devlet kurumuna bildirmediği gerekçesiyle tutuklanarak hapse atıldı. Hakkındaki suçlamaları reddeden Han ve destekçileri, kendisinden sonra iktidarı ele geçiren Şahbaz Şerif öncülüğündeki hükümetin ‘anlamsız’ davalarla PTI’yi yıpratmaya çalıştığını söylüyor. Öyle ya da böyle mahkeme Han’a üç yıl hapis cezası ve siyasetten men cezası verdi.
Öte yandan Pakistan Müslüman Ligi-Navaz (PML-N) Partisi’nin Genel Başkanı Navaz Şerif’in adaylık belgeleri ise kabul edildi. Halbuki Şerif, 2018 yılında yolsuzluk suçlamalarıyla yargılandığında yüksek mahkeme eski lidere ömür boyu kamu görevinden men cezası vermişti. Navaz’ın kardeşi Şahbaz’ın hükümeti, bu men cezalarının yalnızca beş yıl süreyle kısıtlı tutulmasını öngören bir yasayı geçen yıl çıkardığı için şimdi Navaz’ın önünde yasal bir engel kalmamış gibi görünüyor.
Ama Han her ne kadar hapiste olsa da partisinin popülerliği devam ediyor. Burada Navaz’a artı kazandıran bir konu varsa o da ordunun desteğini alması. Şerif görevden alındığı dönemde Pakistan siyasetinde büyük rol oynayan üst düzey generallerle ters düşmüştü. Görevden alınmasında bunun rolü olduğunu söyleyen Şerif ordunun 2018 genel seçimlerinde Han’ı desteklediğini iddia etmişti. Han ve ordu ise bu durumu reddetmişti. Şimdiyse ordu ve Han ters düşmüş durumda. Wilson Center Güney Asya Enstitüsü Yöneticisi Michael Kugelman Reuters’a verdiği demeçte “Pakistan siyasetinin değişmez kuralı, ordunun gözüne girdiniz mi iktidarı ele geçirme şansınızın daima daha yüksek olmasıdır. Şerif uzun siyasi kariyeri boyunca orduyla bir iyi bir kötü oldu. Şu anda da nispeten daha iyi bir dönemden geçiyor ve bundan siyasi fayda sağlayacak” diyor. Gallup tarafından yapılan bir anket PTI’nin önüne taş konmaya devam ederse ve seçime katılamazsa seçmenlerin çoğunun Navaz’ın partisine oy vereceklerini gösteriyor.
📌Finlandiya’nın 28 Ocak’taki cumhurbaşkanlığı seçimleri, NATO’ya üye olduktan sonraki ilk seçimleri olacak. Finlandiya’nın bu hamlesi Rusya tarafından hiç hoş karşılanmadı. Hatta Putin, “Bizim şimdiye kadar Finlandiya ile bir sorunumuz yoktu ama artık var” diyerek gözdağı verdi. Sonra bu sözlerinin altının boş olduğunu göstermek istercesine sınıra asker yığdı. Finlandiya da boş durmuyor, bu süreçte Rusya sınırına duvar inşa etmeye başladı. Sauli Niinistö dönem sınırına takıldığı için bir daha aday olamıyor.
📌El Salvador’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri, mevcut Cumhurbaşkanı Nayib Bukele’nin “çetelere karşı savaşı”nın sembolü haline gelen mega hapishaneye binlerce kişiyi koyması sebebiyle merceğimiz altında olacak. Bukele bu adımı attığında medyaya yansıyan görüntüler epey konuşulmuştu. Zira bu fotoğraflarda yüzlerce erkeğin çıplak bir şekilde birbiri ardına oturtulduğunu görüyorduk. 40 bin kapasiteli hapishanede şu anda en az 12 bin kişinin olduğu biliniyor. Hele hele Bukele’nin tekrar adaylığını koyması seçimleri daha ilginç kılıyor. Çünkü ülkenin anayasasına göre bir dönem cumhurbaşkanlığı yapan kişilerin art arda ikinci kez adaylığını koyması yasak. Gerçi 2021 yılında yüksek mahkeme beş yıl cumhurbaşkanlığı yapan kişilerin bir kez daha adaylığını koymasına izin verdi. Her ne kadar insan hakları grupları hapishanenin insani koşullara sahip olmadığını savunsa da El Salvadorlular çetelerden arınmış bir çevrede yaşamaktan memnun gibi görünüyor. Bazı anketler Bukele’nin yeniden seçilebileceğini gösteriyor.
📌Dağlık Karabağ’da yıllardır süregelen anlaşmazlığın geçen yıl Karabağlı Ermenilerin neredeyse hepsinin Ermenistan’a göçüyle sonlanmasının ardından Azerbaycan erken seçimlere gidiyor. Aliyev en son 2018 yılında ana muhalefet partilerinin boykot ettiği seçimde oyların yüzde 86’sını alarak yedi yıl daha cumhurbaşkanlığı yapmak üzere seçilmişti. Ana muhalefet partilerini boykota iten şey ise demokrasinin işlememesiydi. 2003’ten beri ülkenin cumhurbaşkanlığını yapan İlham Aliyev’in özellikle de Karabağ zaferinden sonra bir dönem daha cumhurbaşkanı olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Ukrayna savaşının başından bu yana Putin ile ilişkisini kesmeyen Aliyev’in yeni döneminde Ermenistan ile barış anlaşması imzalayıp imzalamayacağı en önemli gündem başlığı olacak. Ermenistan yönetiminin Karabağ’da yaşananlara müdahale etmemesi, bunun akabinde esir takası yapılması, Ermenistan’ın Cop28’in Azerbaycan’da yapılmasını desteklemesi ve son olarak Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın Rusya’da yan yana gelmesi iki ülke arasında barış umutlarını artırıyor.
📌Dünyanın en büyük demokrasi laboratuvarı olarak görülüyor Hindistan. Bununla birlikte Hindu milliyetçiliğini savunan mevcut Başbakan Narendra Modi’nin bir dönem daha iktidarda kalabileceği yeni bir seçim dönemine giriyor ülke. Modi göreve geldi geleli partisi Bharatiya Janata (BJP) ile Hindistan’ın demokratik kurumları üzerindeki kontrolünü epey bir sıkılaştırdı. Özellikle BJP’nin kontrolündeki eyaletlerde Müslümanlara yapılan ayrımcılık giderek artıyor. Bu ayrımcılık özellikle çalışma ve eğitim alanında görülüyor. Müslümanlar Hindistan nüfusunun yüzde 15’ini oluştursa da yalnızca yüzde biri kamu görevlerinde yer bulabiliyor. Ayrıca uzmanlar, Modi’nin yönetimi altında azınlıkların BJP hakkında eleştirel tavrının sansür ve sert cezalarla karşılık bulduğunu söylüyor.
Yine de Modi için 2023 yılı çok verimli geçti. Hem Avustralya hem de ABD’ye diplomatik geziler düzenledi, G20’ye ev sahipliği yapmasının yanında bir türlü aynı ortak bildiriye imza atmayan Rusya ve ABD’yi orta noktada buluşturmayı başardı. Dünyanın beşinci büyük ekonomisi haline gelen Hindistan, ağustos ayında Ay’ın görünmeyen yüzüne yumuşak iniş yapabilen ilk ülke oldu. Aslında Hindistan’daki muhalefetin durumu biraz da Türkiye’ye benziyor. Tam tamına 26 siyasi parti INDIA ittifakı altında Modi’ye karşı el ele verdi. Ama aralık ayında dört kritik eyaletteki seçimlerin üçünü Modi’nin alması da seçmenin BJP’yi desteklediğini gösteriyor.
📌Yaklaşık iki yıl önce, Türkiye’de bayramın kutlandığı bir gün Sri Lanka’da halk o zamanki Devlet Başkanı Gotabaya Rajapaksa’nın konutunu bastı. Ülkedeki ekonomik durum o kadar kötü ve halk öylesine öfkeliydi ki Rajapaksa apar topar kaçmak zorunda kaldı. Enflasyon artıyor, yabancı yatırımlar kuş olup uçuyordu, milyonlarca kişiyse gıda, yakıt ve ilaç alamaz durumdaydı. Sri Lanka’da bu sene yapılacak seçimler işte bu yüzden önemli. Rajapaksa’nın ülkeden ayrılmasının ardından devlet başkanlığını Ranil Wickremesinghe devraldı. Wickremesinghe döneminde IMF’den kredi alındı ama 2018’den bu yana genel seçim yapılmadığı gibi Wickremesinghe ekonomik krizi gerekçe göstererek seçimleri defalarca erteledi. Şu anda seçim için tarih belli değil.
Update: PM Mahinda Rajapaksa’s residence in Kurunagala set on fire. pic.twitter.com/LaHOKztt27
— DailyMirror (@Dailymirror_SL) May 9, 2022
📌Meksika’da bu yıl yapılacak seçimlerde kesin olan bir şey varsa o da devlet başkanlığının kesinlikle bir kadına gidecek olması. Zira iktidardaki Obrador’un partisi Morena da ana muhalefet koalisyonu da kadın aday çıkarıyor. Bu ülkeyle ilgili olarak geçen yıla damga vuran konu Obrador’un seçim kurulu Instituto Nacional Electoral’a ayrılan fonun azaltılmasını planlaması oldu. Obrador’a göre seçim kurulu yarattığı maliyeti karşılayamıyor; hem etkisiz hem de yolsuzluğa çok açık bir kurum haline geldi. Muhalefet ise bunu kabul etmiyor. Bunun dışında Obrador döneminde kayıtlara geçen cinayet vakalarında azalma görülse de kayıplar 9500’ü aştı. Bu dönemde ekonomi istikrarını bozmadı ama Obrador iş dünyası karşıtı söylemlerinden de vazgeçmedi. Şimdi önümüzdeki süreçte Obrador yarışmayacak belki ama Mexico City’nin beş yıl belediye başkanlığını yapan Claudia Sheinbaum’u halefi olarak seçti.
📌İngiltere’nin göçmenleri toplayabileceği bir kamp olarak gördüğü Ruanda da bu sene seçime gidecek. İktidardaki Devlet Başkanı Paul Kagame, 30 yıldır devam eden yönetimini biraz daha uzatmaya hazırlanıyor. Yanlış anlaşılmasın, rakibi var elbet (Yeşil Parti lideri Frank Habineza). Ama 2003, 2010 ve 2017’de seçimlerin her birinde oyların yüzde 90’ındam fazlasını aldığı için rakiplerinin kazanmasına pek ihtimal verilmiyor. 800 bin kişinin öldürüldüğü 1994 soykırımından bu yana bölgedeki barışa öncülük ettiği için bir artısı olsa da aynı dönemde muhaliflerin bastırılması ve bağımsız medyanın susturulması gibi nedenlerden dolayı Kagame insan hakları gruplarının hedefinde. Ruanda’nın 1994 soykırımından bu yana yeniden dikkat çekmesinin nedeni ise İngiltere’de Rishi Sunak öncülüğündeki hükümetin göçmen sorununu, göçmenleri Ruanda’ya sınırdışı ederek çözmeye çalışması. Yüksek mahkeme buna karşı çıksa da Sunak ve diğer muhafazakârlar vazgeçmiş sayılmaz.