Hayatımın ve kariyerimin en güzel yıllarını geçirdiğim şehir
Bakan ekibiyle arabadan iniyor ve fabrikamıza doğru yürüyor. Bizi kapıda dizilmiş görünce ilk cümlesi, “Sizin patron işi burada çoluk çocuğa bırakmış” oluyor. Genç basket takımı gibi dizilmişiz, sıranın başında ben. “İlk aklına getirdiğimiz çağrışım bu herhalde” diye düşünüyorum.
“Kariyer üzerine yazılarını keyifle okuyorum, 30 sene önce okusam New York Times’a editör olurdum, eline sağlık. Yazarlığın da çok iyi; ekmeğimizi elimizden alacaksın!” diye mesaj atmış sevgili gazeteci dostum, Turkrus.com’un kurucusu ve yıllardır başarıyla Rusya’dan haberleri bize getiren Suat Taşpınar.
Öneri olarak da naçizane bir not düşmüş: “Bence senin imzanı taşıyan yazılarda yazım hatası olmaması lazım; yayına vermeden bir düzeltmene, editöre okut.”
Çok haklı. Bazen gözden kaçırıyorum ve sonrasında fark edip üzülüyorum. Çoğu yazımı akşamları iş sonrası ya da iki toplantı arasında yazabiliyorum ve son dakikada yollamaya çalışıyorum. Dikkatimden kaçıyor. Ama artık çok iyi bir gazeteci ve düzeltmenden bu konuda destek sözü aldım!
Suat aynı zamanda son yazımı Turkrus.com’da ‘Efes’in eski Rusya genel müdürü Ağırbaş’tan kariyer öğütleri’ diye yayınlamış, çok da mutlu oldum. Ben ‘öğüt ve tavsiye’ kelimelerine hep uzak dururum.
Öğüt ve tavsiyeden çok “deneyim ve yaşanmışlıkları” paylaşmayı tercih ediyorum. Çocuk ve gençken de sevmezdim öğüt ve tavsiye almayı. Kendim denemek, yaşayıp görmek, kendim hata yapmak ve doğruyu bulmak isterdim.
Ama ilham alma veya deneyim paylaşımlarına çok açığım, yanlış anlaşılmasın. Ne söylediğinden çok nasıl söylediği önemli benim için.
Suat’ın mesajları ile biraz daha Rusya yıllarında dolaşalım diye düşündüm ve eski Rusya notlarımı açtım. 2000’lerin hemen başı. Moskova’da henüz tek fabrikamız var. En büyük Türk yatırımcısıyız. Her gelen bizi ziyaret ediyor, bizim merkez ekibinin gelip gidişlerinden iş yapamıyoruz.
Rus tüketicisi bolluk dönemine girmiş, yeni uluslararası şirketler, markalar geliyor, satın almalar yapıyor. Her gün yeni mağazalar, alışveriş merkezleri ve şık restoranlar açılıyor. Suşi, sanki Rus mutfağı. Her köşede bir suşi restoranı. En iyi İtalyan şefler, en iyi Fransız restoranları Moskova’da! Her akşam birinde yesen beş senede bitiremezsin.
Bugünkü durumun tam tersi; bugün yabancı şirketler Rusya’dan nasıl çıkacaklarına bakıyorlar. Hatta Rus maaşlarını orada ödeyemedikleri çalışanlarını, ülke dışına çıkmaya zorluyorlar. Yabancı şirketler toplantılarını İstanbul’da veya Avrupa şehirlerinde yapıyor.
O zamanlar RTİB- Rus Türk İşadamları Birliği adında bir organizasyonumuz var. Başında da hepimizin kalbini kazanmış büyük Türk iş adamı Ali İhsan Akıskalıoğlu ağabeyimiz var. Sürekli Ankara’dan bakanlar, milletvekilleri geliyor. Bazen büyükelçilikte, bazen otellerde toplantılara girip çıkıyoruz.
Yine RTİB’den bir haber geliyor, “Bakanımız sizin Moskova fabrikanızı ziyaret etmek istiyor” diye. Alışığız aslında, misafirimiz bol. Moskova Belediye Başkanı, Türkiye’den önemli işadamları sık sık ziyarete geliyor. Fabrika gezdirme ve ağırlama işimiz düzene girmiş. Önce fabrika ve dolum hatları, arkasından üretim ve malt tesisi, depodan küçük puba geçiş, bira ve yemek.
Bize söylenen saatte fabrikanın giriş kapısına diziliyoruz. Ben, pazarlama müdürü, finans müdürümüz Onur, IT yöneticimiz Tuncer, finans müdür yardımcımız Yiğit, satın alma müdürümüz Mehmet, onun yardımcısı Ali. İnsan Kaynakları ve satış müdürümüz Rus, onları nasılsa Türk bakan gelecek diye almamışız karşılamaya. Ama onlar da bizimle yaşıt. Yaş ortalamamız mı ? Koca fabrika ve işi yöneten yönetim ekibinin yaş ortalaması 31! En yaşlısı benim, 33.
Bakan ekibiyle arabadan iniyor ve fabrikamıza doğru yürüyor. Bizi kapıda dizilmiş görünce ilk cümlesi, “Sizin patron işi burada çoluk çocuğa bırakmış” oluyor. Biz genç basket takımı gibi dizilmişiz, sıranın başında ben. “İlk aklına getirdiğimiz çağrışım bu herhalde” diye düşünüyorum.
Bu arada biz satış rekorları kırıyoruz, sürekli yeni yatırım yapmak için saldırıyoruz ve pazar payı kazanıyoruz. Danimarkalı, Belçikalı, İngiliz, Güney Afrikalı ve Hollandalı dünya devi bira şirketlerinin başına büyük bela olmuşuz. Özgüvenimiz yüksek, ne yaptığımız biliyoruz ve pazarda olduğu gibi markamıza ve kendimize laf söylettirmeyecek kadar da cüretkarız: Kim olursa olsun!
Ben atlayıp bakana, “Karşınızda gördüğünüz bu çoluk çocuk bir milyar dolarlık işi yönetiyor” diyorum. “Hem de başka ülkede, hem de dünyanın en büyük şirketlerine karşı” diyorum. “İsterseniz önce fabrikayı gezelim, sonra nasıl yaptık anlatalım” diyorum. Toplantılara giriyoruz, yaptıklarımızı anlatıyoruz. Hep yaptığımız gibi, ne yaptıysak o.
Her konuda önyargımız var ve bundan vazgeçmek için çaba sarf etmiyoruz. “Gençler yönetemez” ya da “Ruslar çok soğuk insanlar di mi?” gibi. Moskova’ya gelen hemen her ziyaretçimizin “Türk restoranına gidelim, risk almayalım” demesi gibi.
Bahsettiğim gibi dünyanın en iyi mutfakları en iyi şefleri vardı oysa. Her gelene söylerdik. Gürcü mutfağı çok iyidir, Asya mutfakları çok iyi. En fazla ikna edebildiğimiz İtalyan pizzacısı olurdu.
Tıpkı “Bu gençler bu işi yapamaz, onlara bırakamayız” gibi bir önyargı. Denemeden, görmeden ve dinlemeden; kafada karar vermek. Oysa yaparız, yaparlar hem de senden benden iyi! İnanmayan kafasını kumdan çıkarıp baksın, dünyada neler oluyor.
Geçen hafta bir arkadaşa yemeğe davetliydik. Ev sahibemiz 26 yıl Asya’da global şirketlerde finans yöneticiliği yaptıktan sonra ülkesine dönmek istemiş. Altı ay öncesinde geri dönmüş, bir kasabaya yerleşmiş. 55-56 yaşlarında, “Başka bir deneyim yaşamak istiyorum” demiş.
Buralarda çok popüler olan Revolut adlı fintek şirketine finans yöneticisi olmuş. Sebebi, diğer şirketler uzaktan çalışmaya izin vermediği için. Ve geçen hafta şirketin yeni CFO’su belli olmuş ve ev sahibemiz ona raporlayacakmış. Yeni CFO kaç yaşında mı? Merak etmeyin, eskisi ile aynı yaşta: Tam 28 yaşında! Ve ev sahibemiz şöyle bitirdi konuşmasını: “Geçen hafta ilk tanışma toplantımızı yaptık, deneyim bende ama benim bilmediklerim ve ondan öğreneceğim çok şey var.”
Cüretkar olun, isteyin, sorun, öğrenin, deneyin.
Hepsi bedava.