Sürgünde bir kadın öyküsü: ‘Kız Kardeşler’
Ercan Kesal denince akla ilk olarak hikaye anlatma hevesi gelir. Bugüne kadar yazan, oynayan, yöneten Kesal hikayelerini ilk kez tiyatro sahnesinde anlattı. Kesal, 27. İstanbul Tiyatro Festivali'ne özel hazırlanan 'Ayazmanın Yılanı' ile sahnedeydi.
Ercan Kesal, 'Ayazmanın Yılanı'nın yönetmeni Berfin Zenderlioğlu ve proje yönetmeni Nazan Kesal Oyun Çıkışı ekibinin konuğuydu.
Yazar, senarist, oyuncu, hekim…
Ercan Kesal hakkında yazılmış bir yazıya ya da kendisiyle yapılmış bir röportaja bakarsanız hemen hepsinin bu kimliklerinin sıralanmasıyla başladığını fark edersiniz. Birbirinden farklı alanlarda çalışan Kesal, tüm bu alanları kesiştiren bir formüle sahip: hikaye anlatmak.
Ercan Kesal bir hikaye anlatıcısı. Hatta bir hikaye avcısı bile diyebiliriz. Çünkü insanın yaşamak için hikayelere ihtiyacı olduğuna inanıyor. Çok küçük yaşlarda keşfetmiş bunu.
“Avanoslu bir ailenin en küçük çocuğuyum. Kalabalık bir ailede büyüdüm. Zayıf, çelimsizdim. Ama ne zaman bir şey anlatsam sofradakiler dönüp bana bakıyor, beni dinlemeye başlıyordu. O anlar bana inanılmaz duygular hissettiriyordu. Adam yerine konmanın yolunun hikaye anlatmak olduğunu fark ettim o zaman.”
Ona göre hikaye anlatmak tüm dünyaya, ‘Bakın size bir şey söyleyeceğim’ demek.
Tam da bu nedenle hikayesi olmayanlara üzülüyor. Zaten Kesal’ı bir avcıya dönüştüren de bu. İnsanın bir kere hikaye anlatarak tüm dünyaya ‘Bakın size söyleyeceklerim var’ duygusunun hissettirdiklerinden sonra bu kez anlatacak hikayelerin peşine düştüğünü söylüyor.
“Bir hikayeyi niye anlatırsınız? ‘Bana bakın, ben dünyayla ilgili size bir şey söyleyeceğim ve buradan kendimi var edeceğim’ demek için. Şunu fark ettim, hikayesi olmayan bir hayat, yaşanmaya değmezmiş meğer. Bu beni, hikayesi olan bir hayatı hayal etmeye yöneltti.”
Bu kez de tiyatro sahnesinden diyor bunu. Ercan Kesal, 27. İstanbul Tiyatro Festivali’ne özel hazırlanan ‘Ayazmanın Yılanı’ ile ilk kez tiyatro sahnesinden anlattı hikayelerini. (İlkokulda rol aldığı ‘Küçük Ali’ piyesini saymazsak!) Bilerek oynadı ya da canlandırdı demiyorum, performansın merkezde olduğu bir metin değil ‘Ayazmanın Yılanı.’ Tiyatro sahnesinden izlediğimiz bir hikaye anlatısı.
Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği, Kesal’ın hem yazıp hem de oynadığı ‘Ayazmanın Yılanı’nda bozkırın ortasına doğmuş bir esnaf çocuğunun, aklı karışık bir ergenin, mecburi hizmette yaşlanmış bir hekimin gözünden bir Anadolu masalı anlatıyor oyuncu. Ailesinden, doktorluk yıllarından referanslarla Avanos Köyü’nden ve Anadolu taşralarında geçen hikayeler anlatıyor.
Kesal’ın yolunun tiyatro sahnesine düşmesine vesile olan isim ise İstanbul Tiyatro Festivali direktörü Işıl Kasapoğlu olmuş. ‘İnsan eleştirdiğiyle sınanmadan ölmezmiş’ diyerek aslında tiyatroya mesafeli olduğunu esas tutkusunun sinema olduğunu söylemekten çekinmiyor Kesal. Ancak Kasapoğlu’nun iştahlı ısrarına hayır diyememiş. Naçizane hikaye anlatmasına vesile olacak hiçbir fırsatı kaçırmama isteği diye de yorumlayabiliriz bunu.
‘Ayazmanın Yılanı’ iki gösterimle festival yolculuğunu tamamladı. Ercan Kesal, Berfin Zenderlioğlu ve proje yönetmeni Nazan Kesal pazar günkü gösterimin ardından Oyun Çıkışı ekibinin konuğu oldu. Ercan Kesal, yazının girişinde de uzun uzun bahsettiğim hikaye anlatma hevesi başta olmak üzere pek çok soruyu yanıtladı ve evet, yine hikayeler anlattı. İlk kez tiyatro sahnesine çıkması, sinemaya duyduğu tutku ve ‘Ayazmanın Yılanı’na hazırlık süreci de dahil olmak üzere pek çok şeyin konuşulduğu koyu bir sohbete konuk olduk biz de. Sohbetin tamamının ‘Oyun Çıkışı’ Instagram hesabında olduğu notunu da düşerek biraz da ‘içeriden’ magazin bilgisi paylaşayım.
Ercan Kesal’ın iyi bir hikaye anlatıcısı olması yalnızca dünyaya ‘Ben buradayım’ diyerek iz bırakmasına değil, ayrıca da Nazan Kesal’a da ‘Ben burayım’ demesini sağlamış. Nazan Kesal, ilk tanışmalarını şöyle anlatıyor:
“Ercan’ı ilk tanışmamızda dikkatimi çeken ilk şey çok iyi bir anlatıcı olmasıydı. Tiyatrocu Yılmaz Onay’ın Teşvikiye’deki evinde, upuzun bir masada oturuyorduk. Ercan masanın odağı olmuştu. O bir şeyler anlatırken herkes dinliyor, gözünü kulağını ondan alamıyordu çünkü çok iyi anlatıyordu. Bu bir yetenek. Ercan’a da annesinden geçmiş bence.”
Ercan Kesal konuşurken gözüm sık sık Nazan Kesal’a kayıyor, kendime engel olamıyorum. Yüzündeki muzip -ve aslında çok şey söyleyen- bakışları ya da her an cevap vermeye hazır oluşu da olabilir bunun nedeni, bilemiyorum. Ama Kesal çifti, birbirleriyle tatlı tatlı atışırken de Ercan Kesal, sohbet devam ederken bir yandan önündeki böreği bölüp Nazan Kesal’a uzatırken de ‘Acaba evde de böyleler mi?’ diye düşündürüyor karşıdakine.
Bu sorunun cevabını öğrenmek namümkün ama en azından ‘Ayazmanın Yılanı’na hazırlık sürecinde nasıl olduklarını da anlattılar. Nazan Kesal uzun yıllardır tiyatro yapan, bu alanda eğitim almış, kendi deyimiyle hem tiyatroya hem de sinemaya tutkuyla bağlı bir oyuncu. Ercan Kesal ise yine kendi deyimiyle ‘hikaye yazıp anlatan, rol yapmayı bilmeyen bir adam.’
Kasapoğlu, Kesal çiftine ‘Nazan yönetsin, sen de oyna’ teklifiyle gitse de Nazan Kesal şakayla karışık ‘Ben yönetirsem boşanırız!’ bile demiş. Proje yönetmeni olarak ekibe dahil olan Kesal, prova sürecini şöyle anlatıyor:
“Hazırlık sürecinde Berfin kadar sabırlı değildim. Örneğin ‘Ercan seyircinin gözünün içine bakacaksın’ diyorum ama o ‘Ama her zaman öyle olmaz ki, ben konuşurken bazen gözüm kayıyor’ diyor. Haklı! O nedenle Ercan’ın ben rol yapmayı bilmiyorum söylemini çok kıymetli buluyorum. O iddiasızlığın içindeki gerçek duygular çok kıymetli. Biz de böyle şeylerin tatlı mücadelesini verdik.”
Nazan Kesal, herkesi güldüren bir itiraf da bıraktı sohbet masasına: ‘Ben bir doktorla evlendim sanıyordum ama benden daha fena oyuncu çıktı!”
Oyuncu, yazar, senarist, hekim…
Ama her şeyden önce bir hikaye avcısı Ercan Kesal. ‘Ayazmanın Yılanı’ da avını ‘paylaştığı’ son örnek. Tüm bunlarla tarihe not düştüğünü, kendisinin için en önemli şeyin bu olduğuna inanıyor. Bu yazı da, o geceye dair bir not düşme olsun.