İş Sanat yeni sezonda yıldızlarla parlıyor
Absürd tiyatronun kurucularından Eugène Ionesco’nun kült oyunu ‘Kel Şarkıcı’, ‘Kel Diva’ adıyla Oyun Atölyesi’nde. Bir sene önce Haluk Bilginer ile Zuhal Olcay’ın yeniden birlikte sahneye çıkacağı müjdesiyle duyurulan oyun, performanslardan reji yorumuna heyecanlandığı kadar başarılı bir yorum.
“(…) benim kafamda şu ya da bu topluma bağlı küçük burjuva zihniyetinin hicvi söz konusu değil. Küçük burjuva ön kabullerin, sloganların insanı, her yerin konformisti olduğuna göre daha ziyade bir tür evrensel burjuva eleştirisi söz konusu. Bu konformizmi elbette onun otomatik dili ele veriyor. Kel Şarkıcı’nın ya da İngilizce (ya da Rusça ya da Portekizce) ders kitabının kalıplaşmış deyimlerle, en eskimiş klişelerle dolu metni, bu haliyle, dilin yerleşik kalıplarını, insanların davranışlarını, ‘laf olsun torba dolsun’ konuşmalarını, söylenecek kişisel hiçbir şey olmadığı için yapılan konuşmaları, iç dünyanın olmayışını, günlük yaşamın mekanikliğini, toplumsal çevresi içinde yüzen ve onunla özdeşleşmiş insanı gözümün önüne seriyordu. Smith’ler, Martin’ler artık konuşamıyorlar, çünkü artık düşünemiyorlar, artık düşünemiyorlar çünkü artık heyecanlanamıyorlar, artık tutkuları yok, artık var olamıyor, birine, bir şeye ‘dönüşebilirler’…”
Absürd, uyumsuz, karşı, saçma, ‘tiyatro olmayan tiyatro’yu ilk var edenlerden, Romanya asıllı Fransız yazar Eugène Ionesco’nun, 1958’de yaptığı bir konuşmadan; bu sözler. (Notlar ve Karşı-notlar, E. Ionesco, Yapı Kredi Yayınları, 2020) Ionesco’yu; dili parçalayarak metin yazmaya iten gücü, hareketli ama ‘olaysız’ bir sahne akışı, boşluklarla dolu anlar ve anlamda kırılmalar içeren bir tiyatro anlayışına götüren süreci bir parça açıklıyor bu alıntı. Tiyatro sevmeyen, “tiyatroyu kutsallaştırmayan bir tür bilinçle” izleyen biri olarak, tamamen tesadüf eseri ve dalga geçmek niyetiyle tiyatro yazmaya başladığını da anlatıyor, yazar.
Ionesco’nun; ilk oyunu ‘Kel Şarkıcı’yı, İngilizce öğrenmek için çalıştığı bir Fransızca-İngilizce ders kitabındaki diyalogların saçmalığına takılarak yazmaya başladığı bilinir. ‘Kel Şarkıcı’nın ‘saçma’ kişileri karı-koca Smithler ve Martinler bu kitaptan sızmıştır tiyatro tarihine. Yarım asır sonra Martinler ve Smithler, Ionesco’nun yukarıda bahsettiği, dünyadaki tüm küçük burjuva kişiler ya da aileler gibi boş konuşmaya, saçmalamaya, tutkusuz (belki yarım asır öncesine kıyasla biraz daha hırslı) şekilde yaşamaya devam ediyor(uz).
‘Kel Şarkıcı’ o yüzden hiç ölmüyor. Bugün izleyenler “Yazar iletişimsizlik sorunundan bahsediyor” gibi akla ilk gelen yorumu yapsa da herkese bir şekilde bir yerinden değiyor; bu tuhaf, anlamsız, bir yere gitmeyen metin.
‘Kel Şarkıcı’ bir senedir tiyatro gündemimizi başka türlü heyecanlandırıyor: Tiyatro kariyerlerinde tarihe notlar bıraktıkları uzun bir ortak mesaileri olan Haluk Bilginler ile Zuhal Olcay, 20 sene sonra bu benzersiz oyunla yeniden sahnede.
22 Ekim’de prömiyer yaptılar, biletler satışa çıktığında Oyun Atölyesi’nin kapısında 60’ların Beyoğlu’sunun tiyatro gişelerini andıran kuyruklar oluşmuştu. Gerçekten sadece tiyatro gündemimize değil, muhtemelen tiyatro tarihimize de yazılacak bir ‘olay’, Bilginer ile Olcay’ın onca sene sonra sahnede buluşması. Devamı da az heyecan verici değildi; sahne üstünde Yiğit Özşener, Özlem Zeynep Dinsel, Kıvanç Kılınç ve Gözde Kırgız olacaktı.
‘Kel Diva’ ismiyle ve Muharrem Özcan rejisiyle sahnelenen oyunu önceki akşam izleme şansı buldum. Oyuna bilet bulmak pek kolay değil, çıktığımda “Heyecanlandığıma değmiş, yarın akşam olsa yine gider izlerim” diye geçiriyordum içimden…
‘Kel Diva’, Ionesco’nun insanlar arasında –ya da belki yaşamın her aralığında- anlamın kırılmasına dair oluşturduğu, ‘saçma’ bir metin. Güldürme niyeti olmadan komik bir metin. Bana kalırsa eleştirme derdi olmadan, sahneleme tercihine göre değişecek şekilde, eleştiren de bir metin. Elbette grotesk, kaba, abartılı oyunculuklar isteyen bir metin. Muharrem Özcan’ın elinde her türlü ‘uçmaya’ müsait bir metin ve kendilerinden beklenenin âlâsını yapacak kalibrede oyuncular varmış; her fani yönetmene nasip olmaz, büyük şans. Ve Özcan bu şansı gerçekten çok iyi kullanmış.
Oyun Smithlerin ‘Londra dolaylarındaki’, çoraplardan çorbaya her şeyin fevkalade ‘İngiliz’ olduğu evlerinde, ‘uzun bir İngiliz sessizliği içinde’ bir akşamda geçer. Oyun Atölyesi sahnesinde de yıkıntılar içindeki tipik İngiliz evi çıkıyor önümüze. Karşımızda Bay ve Bayan Smith olarak Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay var.
Bay Smith/Bilginer’in elinde orijinal metindeki gazetenin yerine bir dijital tablet, Candy Crush oynuyor. Bayan Smith/Olcay da yediklerini, içtiklerini, tüm tipik İngiliz rutinlerini selfie ışığına yerleştirilmiş akıllı telefonuna doğru anlatıyor. Her ikisinin de tepesine asıldı halde duran, aristokrat pozlar verdikleri çerçeve içindeki hareketli fotoğraflar da yapay zekâ efektli. Az sonra grotesk bir hareket düzeniyle sahneye girecek, aile dostu çift Martinler de gözlerini bir süre akıllı telefonlarından ayıramayacak.
Kısacası daha ilk anlardan gösteriyor yönetmen bize: 1950’de yazılan bu kült oyunu, 2023’e metnin orijinalindeki ‘saçmalıkları’ hem güncelleyerek hem de köpürterek taşımış sahneye.
Yıkıntılar içinde demiştim, sahne tasarımı yıkık dökük bir ev çiziyor. Sütunlar devrilmiş, kenarlarda moloz yığınları, piyano yerli yerinde ama mesela kırık dökük avize yerde… Smithlerin oturduğu berjerler deseniz, eski püskü. Bir çöküş hissi kaplamış sahneyi.
Bu arada başından beri yazmadığım ama pek iyi bilinen, bilmeyenin de tarihsel olarak hızla fark edeceği bir detay: Absürd ya da uyumsuz tiyatro ve tabii Ionesco’nun yapıtları, tarihin en buhranlı dönemlerinden birinde, 2. Dünya Savaşı’nın umutsuz karanlığında Avrupa’nın ortasında doğar. Ama korkmayın, Smithlerin evinde geçireceğimiz 80 dakika, içinde sonsuz saçmalık ve manasızlık barındırsa da kesinlikle karanlık ve iç karartıcı değil…
Buraya izninizle bir ‘açık parantez’ geliyor: Bazı oyun yorumlarında “Hay Allah…” diye hayıflanarak okudum, “Absürd komediyi ‘Gibi’den biliyoruz sonuçta, bu oyun hiç komik değildi…” türü ifadeleri. ‘Kel Diva’ elbette ki tam olarak, geniş kitlelerin Onur Ünlü işlerinden ya da ‘Gibi’ türü dizilerden aşina olduğu ‘absürd komedi’ janrına ait bir oyun değil.
Bana sorarsanız Oyun Atölyesi ekibi zaten komik olan bir metinden; hareketli ve yaratıcı anlarla dolu bir reji ve çok çok iyi oyunculuk performanslarıyla komik bir oyun çıkarmış, evet. Ama Ionesco’nun ‘Kel Şarkıcı’ ve devamında yazdığı herhangi bir oyununda ‘absürd komedi’ yapmak gibi bir derdi olmadığı da aşikâr. Absürd tiyatro ile popüler üretimlerdeki ‘absürd komedi’ yakın akraba olsa da tam olarak aynı şeyden bahsetmediğimiz de öyle…
‘Kel Diva’ya birkaç çok yüksek an yerleştirmiş yönetmen Özcan. ‘Miyav’ korosu her izleyenin aklında yer edecektir, Hizmetçi Mary’nin ‘ateşli’ solosu da öyle… Metnin derdini en açık anlattığı kısımlardan olan; Martin çiftinin birbirini tanıyamadığı (Ionesco’nun deyişiyle “yiğit burjuvalar Martinler, karı-koca bellek yitimine yakalanır”) bölümdeki Yiğit Özşener-Özlem Zeynep Dinsel performansı zaten izlemeye doyulmaz türde. Haluk Bilginer’in mükemmel seviyedeki tok oyunculuğu, sadece bir dudak kıvrımı, bir kaş kaldırmayla bile sunduğu ifadeleri başka birinden izlemek pek mümkün değil. Zuhal Olcay oyunun komedisini her bakışı ve beden hareketlerine yerleştirmiş. Hizmetçi Mary’de Gözde Kırgız, seyircinin içine hızla dahil olabildiği, daha az mekanik-daha sıcak bir ‘abartılı oyunculuk’ sunuyor, itfaiye şefinde Kıvanç Kılıç oyunun gizli yıldızı olarak parlıyor.
Fark ettiğiniz üzere bir ‘konu’dan bahsetmiyor bu yazı. İçinde herhangi bir ‘şarkıcı’ (ya da ‘diva’) olmadığı halde adı ‘Kel Diva’ olan (oyunun adı, 50’lerdeki bir provada oyuncunun dilinin sürçmesi üzerine tamamen tesadüf olarak ‘Kel Şarkıcı’ olmuş) bir oyun için son derece normal.
Ionesco “İlk provalarda oyunda bir hareket olduğunu, olaysız olaylar, konusuz bir ritim, bir gelişme, soyut bir ilerleme olduğunu fark ettik” diye yazmış. Ben bu cümleleri oyunu izledikten sonra okudum. Oyunu izlerken de not defterime “Boş anları izletmeyi başarıyor” yazmışım. Özcan’ın rejisinin galiba asıl başarısı burada: ‘Olaysız olayları, konusuz ritmi, soyut ilerlemeyi’ kendi usulünce hayata geçirmiş olmasında.
Öte yandan; Muharrem Özcan ve Oyun Atölyesi ekibi, oyunun sanki ‘anlaşılır’ olması için bir parça çaba harcamış gibi geldi bana ki bunu da gayet olağan karşılıyorum. ‘Yangın’ muhabbeti üzerine kurulan gönderme ve espriler de buna dahi edilebilir, ki çiğ bir şekilde yapılmadığı için hiç batmadı gözüme. Ama güncellemeyle gelen akıllı telefon vs. gibi detayların, meseleyi izleyicinin gözünde sadece ‘modern insanlar arası iletişimsizlik sorunu’ seviyesine çekmesi gibi bir ihtimal de var. Yine de dikkatli seyirci bu oyunun ‘anlatmadıklarının’ ne kadar insana özgü olduğunu (ister 50’lerde ister bugünde yaşasın) pek çok detayda fark edecektir. Oyun kişilerinin neredeyse her diyalogunda…
Tabii bunun için seyrederken oyuncuların kabiliyetlerinin ve sürekli hareket halindeki eğlenceli rejinin etkisinde kaybolmamak lazım. Metni birkaç kez okumuş ve farklı yorumlar izlemiş olmanın rahatlığıyla bıraktım kendimi ben; Bilginer’in yüz detaylarında, Özşener ile Dinsel’in bedenlerindeki akışkan atletik hareketlerde, Olcay’ın her yerine yayılan muzip oyunculuğunda kaybolmayı seçtim.
Özcan’ın oyunun finaline getirdiği, bir anlamda ‘devrimci’ yorumu, sürprizi izleyecek olanlara kalsın diye saklıyorum. (Orijinal metinde Martinler ve Smithler şiddetli bir kavga edip, tabiri caizse birbirini yiyor. Sonrasında oyun, Smithlerin yerine Martinler geçmiş haliyle, aynı sözlerle yeniden başlıyor. Ionesco birkaç farklı final denemiş, Oyun Atölyesi yorumu hakkında ne düşünürdü, bilmek isterdim.)
Darısı başınıza diyeyim; absürdün kurucu metinlerinden birini bu kadar sıcak bir grotesk yorumla izlemek her tiyatro sever (hatta Ionesco gibi tiyatro sevmeyenler de) için mümkün olsun.
Kel Diva
Oyun Atölyesi
Yazan: Eugène Ionesco
Yöneten: Muharrem Özcan
Oyuncular: Zuhal Olcay, Haluk Bilginer, Özlem Zeynep Dinsel, Yiğit Özşener, Gözde Kırgız, Kıvanç Kılınç.
Süre: 80 dakika
Ne zaman, nerede: 22, 23 Kasım ve 1, 8, 11 Aralık’ta saat 21.00’de Maximum UNIQ’te.
Bilet fiyatları: 630, 540, 480 ve 300 TL.
17 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Dünya başımıza çöküyor kurtaran yok mu!
14 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Gölgelerin gücü adına, ‘Macbeth’ uykuya yatırdı
10 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Haberler kötü olsa da haberciler iyi
8 Kasım 2024 - Martı mıyım?.. Ayaklarımızı yerden kesen bir ‘Martı’…