AKM’de yeni yıl sürprizi: Leonard Bernstein besteleriyle bizimleydi
Bradley Cooper'ın yönettiği 'Maestro' filmi nedeniyle hiç olmadığı kadar gündemde şef ve besteci Leonard Bernstein. Birçok ilke imza atan Bernstein'ın hikayesini anlatmak için Cooper'ın yıllarca çalışması boşuna değil. Çünkü o ancak böyle anlatılır.
Bir türlü kontrol edemediği endişeleri ve kaygı bozuklukları… 20. yüzyılın müzik dünyasına damga vuran Leonard Bernstein’ın görkemli kariyerinde peşini hiç bırakmadı. Bırakmadığı gibi bir de en ünlü bestelerinden birinin ismine ilham oldu. Yeni Dünya’nın “klasik müzikte ben de varım” iddiasının arkasındaki isimlerden biri olan maestro, şu sıralar Bradley Cooper’ın yakında gösterime girecek filmi nedeniyle bir hayli gündem konusu haline geldi.
Onun için ABD sınırları içerisinde doğup eğtimini de burada aldıktan sonra klasik müzik dünyasında adını duyuran ilk şef diyebiliriz. Ülkenin kuzeydoğusundaki Massachusetts eyaletinde Ukrayna göçmeni Yahudi bir ailenin oğlu olarak 1918’de dünyaya gelmişti. Aslında ismi Louis’ti. Ancak ninesi dışında ona herkes Leonard diyordu. Bu ikililiği sonlandırmak için 18 yaşına girdiğinde ilk işi mahkemeye gidip adını kimlikte de Leonard şeklinde yazdırmak oldu.
Klasik müziğin yüzyılların bakiyesi olan sert kurallarını, Yeni Dünya’nın o rahat iklimi yumuşatan üslubuyla genç yaşlarından itibaren dikkat çeken Leonard Bernstein’ın kariyerinde şansı kimi zaman mucizevi derecede yaver gitti. Bunlardan biri de 1943 yılında New York Filarmoni Orkestrası’na yedek şef olarak seçilmesiydi. Henüz 27 yaşındayken ülkenin en önemli orkestrasına adım atan genç şef, karizması ve yeteneğiyle çok kısa sürede dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Sadece finansta değil, sanatta da adeta bir kurtlar sofrası olan New York, 2. Dünya Savaşı döneminde Avrupa’dan çok sayıda sanatçıya da ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Ekseriyeti ressam ve edebiyatçı olan bu isimler Yeni Dünya’ya sanatlarıyla birlikte geldi elbette. Ancak ABD’nin yaşlı kıtaya sanat anlamında verebileceği henüz pek bir şey yoktu. Ta ki savaştan muzaffer ayrılana kadar.
Önce caz ardından blues ve rock ile bu eski kıtada etkinlik göstermeye başlayan Amerika Birleşik Devletleri’nin kültürünü, Avrupa, biraz da savaştan ötürü duyulan minnet ve hayranlıkla çok da direnmeden benimsemişti. Ancak klasik müzik, elbette Avrupa için bir kırmızı çizgiydi. Nazilerle ilişkisi nedeniyle prestij kaybı yaşasa da Wilhelm Furtwängler gibi parlak maestrolar varken Yeni Dünya’nın bu alanda esamesinin okunacağına ihtimal veren yoktu. Zira henüz Leonard Bernstein ile tanışmamışlardı.
İçinde yaşadığı buhranlar, kaygı bozuklukları ve daha pek çok içsel çatışmanın aksine dışarıdan bakan gözler için o, karizmatik, kendinden emin ve insanı rahatlatıcı bir mizaca sahipti. ‘Maestro’ filmi nedeniyle şu sıralar tartışma konusu haline gelen burnu da karizmasını tamamlayan bir parçaydı. Kendi ülkesinde yakaladığı şöhretin ardından tarihte televizyonda canlı yayına çıkan ilk şef olma unvanının da sahibi olur.
Leonard Bernstein’ın kompozisyon dehası orkestraya hakimiyeti kadar hayranlık uyandırıcıydı. Klasik ve caz etkilerini harmanlayıp bestelediği en ünlü eseri Broadway müzikali ‘West Side Story’, çok kısa bir süre içerisinde klasik haline geldi. Keza ‘Candide’ adlı operası da öyle.
Orkestra yönetimindeki hünerlerini kendi bestelerinde de ispatlayan Leonard Bernstein, tutucu klasik müzik dünyasında yeni eserleriyle kabul görmeyi başardı. 1949 yılında ABD ile İsrail arasında mekik dokuduğu bir dönemde bestelediği ‘2 nolu Senfonisi’ bir diğer adıyla ‘The Age of Anxiety’ müzisyenin, başyapıtlarından biri olarak kabul görüyor. 1965 yılında W. H. Auden’ın yeni bir düzenlemesiyle daha çok bilinirlik kazanan eser, efsane şefin kendi yaşamı ve duygu durumundan izler taşımakta.
Üç opera, üç bale, dokuz müzikal, üç senfoni ve onlarca farklı müzikal formdaki bestesiyle Leonard Bernstein, 20. yüzyılın en üretken bestecilerinden biri oldu. Bunca beste üretmesi kadar, bu eserlerin büyük bölümünün hâlâ orkestraların vazgeçilmezleri arasına girmesi, müzisyenin kalıcılığa dair meseleleri geride bıraktığı ve klasikleştiğinin de en canlı örnekleri.
Küresel barış ve insan hakları konusunda tutkulu bir aktivist portresi çizen Leonard Bernstein, hayatı boyunca bu yönüyle gündemde kaldı. Berlin Duvarı yıkıldığında bu tarihi olayı kutlamak için düzenlenen konserde orkestranın başında o vardı. Berlin Filarmoni’nin tarihi binasında bu tarihi olayı şereflendirmek için seslendirdiği Beethoven’in ‘9. Senfonisi’ eleştirmenler tarafından başyapıtın en iyi yorumlarından biri olarak kabul edilmekte.
Leonard Bernstein bu efsanevi orkestra yönetiminin üstünden tam bir yıl geçmeden 14 Ekim 1990’da hayata veda etti. New York’taki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu ölen efsane maestronun müzikal mirası hem Yeni Dünya hem de yaşlı kıta için çok değerli.
20 Aralık’ta Netflix’te gösterime girecek ‘Maestro’ filmiyle hayat hikâyesi ekrana taşınan Leonard Bernstein’ı canlandırmak için yapımın yönetmeni ve başrol oyuncusu Bradley Cooper uzun yıllar boyunca hazırlanmış. Henüz izleyemediğimiz filmin altı dakikalık bir bölümü için altı yıl boyunca eğitim aldığını söyleyen Cooper’ın filmdeki performansı ve hikâye örgüsü ‘Maestro’ya dair en merak edilen unsurlardan.