Emre Belözoğlu, Fenerbahçe’yi kupa dışına itti
Rakip bir tür mahalle takımı. Ve sana 6 atıyor. Sen diyorsun sakatlıklar, uzaklıklar, hakemler, havalar, sular… Hiçbir şey sizi bu skora ikna edemez. Bir teknik direktör bunun nasıl olduğunun hesabını vermek zorundadır.
Sakatlık bu oyunun bir parçası. Tıpkı soğuk hava, uzak deplasman ve kötü hakem gibi. Futbolun doğal yapısı böyle. Bu oyun ‘kalan sağlarla’ oynanır. ‘Soğuktu ve yağmur çiseliyordu’ film adı olur, bahane olamaz. Top peşinde Fizan’a da gidersin, kutuplara da. Tarlada da oynarsın, dere kenarında da. Hakem kritik hata yapar, sen gene bildiğini okursun, okumak zorundasın. Yani bu diyarın kuralları belli. Bir şekilde deveyi güdeceksin.
Dün akşamki maçtan önce bir sürü şey söyleyebilirsiniz. Yer dersiniz, gök dersiniz, kader dersiniz, hakem dersiniz… Kimse kusura bakmasın, bunların hepsi bahanedir. İki takım arasındaki kalibre farkına bakınca bir şeyin arkasına sığınacaksanız o utancınızdır. 6-1’lik skoru başka bir şey açıklayamaz.
Fenerbahçe’de sakatların dozu kaçmış durumda, hepimiz biliyoruz. O kadar ki, matematik bile yapamıyorsunuz. İlk dört stoper opsiyonu yoktu dün sahada. Bu kolay kolay gördüğümüz bir şey değil. Peki, defansta bu kadar sakat varken bir teknik adam ne yapar? Ya yedeğin yedeğine, genç bir oyuncuya şans verir (verdi; Yusuf Akçiçek), ya başka mevkiden devşirir (devşirdi; İsmail Yüksek), ya da kanatları merkeze çeker. İlk ikisini yaptı İsmail Kartal. Ama takım, maç boyunca o kadar çok, o kadar kolay pozisyon verdi ki, başka bir şeyler yapmadan olmayacaktı bu iş. Üçüncü bir yol bulmak zorundaydı. Oralı bile olmadı. Çözüm olarak İrfan ve Dzeko girdi oyuna. Sonra da King. Cengiz’e 60 dakika tahammül etmesini de açıklamadı bunlar. Stopere Crespo ya da Oosterwolde’yi çekmek aklına gelmedi. O darmaduman defans bloğuna dokunmadı. İnanılması zor bir gaflet bu.
Tamam, Danimarka temsilcisi çok akıllı oynadı. Pres yememek için ya çok hızlıydılar, ya da harika uzun toplar kullandılar. Derslerini çok iyi çalıştıkları belliydi. İyi de asıl mesele onların değil, Fenerbahçe’nin ne oynadığıydı. 25 dakikada 0-2 duruma düşecek, sonra 6 gol yiyecek bir rakip yoktu karşıda. O yüzden bir de şu sorunun cevaplanması lazım: Ne oldu da ilk 25’te iki gol yiyip dağılan Fenerbahçe devre biterken maçı döndürecek gibi göründü bir süre? Sonra ne oldu da o faz kayboldu ve takım ikinci devrede bir anda dağıldı?
Tüm bunları açıklaması gerek İsmail Kartal’ın. Çünkü altı gol yenir yutulur şey değil. Tarihin en ağır mağlubiyetlerinden biri. Sigma Olomouc’un kulakları çınladı. Hem de böyle bir kadroyla. Böyle bir takıma karşı. Başka oyuncularla, başka bir yerde, zeminde, havada, hakemle olmadı. Bu darbenin iyileşmesi zaman alacaktır.
Nordsjaelland’ı övmeden bitirmeyelim. Çok şirinler çünkü. Bir Ege kasabasına yerleşip böyle bir takım tutmak isterdim. Eskinin güzel sözüyle şuurlu bir futbol, gencecik pırıl pırıl futbolcular, görece onlardan da (ve Tadiç’ten de) genç hevesli bir teknik adam… 20 bin nüfuslu minnacık bir şehrin mahalle takımı. Daha ne ister ki inzivadaki bir insan.