Fark ettim de, 10Haber’de yazmaya başladığımdan beri kendimi oldukça boşluyorum. Varsa yoksa gazetedeki haberler ve köşe yazarlarının yazıları. Gazetede yer almasının uygun olup olmadığından emin olmadığım bir sürü şey var ama nasıl müdahale etmem gerektiğini de bilemiyorum. Zaten böyle giderse kendi hayatımı, hayat arkadaşım ve çocuklarımla olan ilişkilerimi ihmal ettiğimden dolayı sorunlar yaşamaya başlayacağım. Söylemedim demeyin sonra. Bütün gün 10Haber’deki haberleri okuyor, notlar alıyorum ve yazarların bir çırpıda yazılmış gibi gözüken köşe yazılarını okuyup duruyorum. Sanırım yakında paranoyak olacağım. Her şeyden, herkesten kuşku duymaya başladım.
Geçende kendimi oğluma İrem Hattat’ın bir yazısını okurken yakaladım. Boş gözlerle bana bakıyordu oğlum Kar. Yazının konusu çok önemliydi. Ya da bana öyle geliyordu. Gerçeklik algımı yitirmeye başlamış gibiyim son günlerde. Ne önemli ne önemsiz bir türlü karar veremiyorum. İrem eski eşlerin intikamıyla ilgili bir şeyler yazmıştı ve ben de bu yazıyı Kar’a okuyordum. Sanki Kar’ın annesi, eski eşim Nergis benden intikam almaya kalkacak gibi bir havaya bürünmüş, ciddiyetle ve kaygıyla ve hızlı hızlı yazıyı okuyordum oğluma. Vakko’nun sahibi Cem Hakko’yla yedi yıldır evli olduğu Ronit Gülcan tek celsede boşanmışlardı. Yazı bu boşanma konusuyla açılıyordu ama İrem, Cem Hakko’nun eski eşi Bettina Machler’le olan 17 yıllık evliliklerinin de büyük aşkla başladığını belirtiyordu. Bu satırları okuduktan sonra başımı kaldırıp oğluma anlamlı anlamlı bakıp – ya da ben öyle sanıyordum – ciddi ciddi başımı sallarken Kar can alıcı bir soru sordu: “Vakko ne?” İşte, bir babanın ne yapacağını, nasıl yanıt vereceğini şaşırdığı bir an size.
Şimdi sevgili okurlarım abarttığımı düşünebilir. Bu devirde kim Vakko’yu bilmez ki? Kar da 18 yaşında kocaman bir genç adam sonuçta. Ama emin olun bilmiyordur. Çok uzun yıllardır bütün giysilerini Feriköy’deki bit pazarından alır ve ayakkabılarını da benim eski spor ayakkabılarımdan seçer. Sakın yanlış anlaşılmasın, biz ne fakir bir aileyiz ne de ben cimri bir babayım. Kendim de Vakko’dan hiç alışveriş yapmam ama en azından arada sırada Akmerkez’deki Vakko mağazasına girer, hızlı hızlı erkek bölümünde dolaşırım. Satış temsilcileri – bir zamanlar tezgahtar olan bu arkadaşlar artık satış temsilcisi – bana yaklaşmaya başladığı zaman çok meşgulmüşüm gibi saatime bakar, düşünceli bir yüz ifadesiyle mağazayı terk ederim. Neyse… Konu haricine çıkmayayım yine.
Vakko ne sorusuna ne yanıt verdiğimi merak ediyor olabilirsiniz. Vakko deyince bir anım aklıma geldi o sırada. Acı bir anı da denebilir buna. Gençlik günlerimde Taksim civarında bir evde yaşardım o zamanki kız arkadaşımla. Cuma ve cumartesi akşamları Nevizade’de bir meyhanede ya da adları ‘Gitane’ ve ‘Hassiktir’ olan iki rock bardan birinde sarhoş olana kadar içer, sonra Kızılkayalar’da iki ıslak bir ayranla geceyi tamamlayıp şiş midelerle, sallana sallana eve dönerdik. Pazar sabahları da – sabah dediysem 12.00’ye doğru yani – Mis Sokak’taki bir kahvede ayılmak için çay içer Pazar gazetelerini okurduk. Mis Sokak’ın girişinin karşısında Vakko’nun Beyoğlu binası vardı. Bir gün biz sakin sakin çaylarımızı içip ÖDP’nin birinci parti olma ihtimali üzerine kafa patlatırken büyük bir gürültü koptu ve ardından bu gürültüye insan bağrışları eklendi.
Aramızdan birini temsilci seçtik ve konunun ne olduğunu öğrenmesi için sokağın girişine yolladık. On dakika sonra geri dönen arkadaşımız Kürt Mehmet – bir de Laz Mehmet vardı, karıştırmamak için böyle çağırırdık onu – kısaca olayı özetledi ve kahvenin içine doğru seslendi: “Kardeş bir büyük çay daha bana!” Meğer İstanbul’a kaçamak yapmak için gelen bir İranlı çift otellerinden çıkıp İstiklal Caddesinde yürüyüş yaparken tam Vakko’nun önünden geçtikleri sırada Vakko binasının üçüncü katındaki – katları karıştırıyor olabilirim, burada siz sevgili okurlarım da asistan ihtiyacımın ne safhada olduğunu fark etmişlerdir sanırım – Fransız balkon durup dururken – Allah’ın işi elbette – yerinden kopmuş ve İranlı çiftin üstüne düşmüştü. Yaralı çift Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne kaldırılacakmış. Kürt Mehmet’in verdiği enformasyon burada bitiyordu. Sonrası ne oldu takip edemedik. Ben Taksim İlk Yardım’dan sağ çıkmanın mümkün olamayabileceğini söyleyince Laz Mehmet “Ne şom ağızlısın be oğlum sen de!” diye çemkirdi bana, ben de sustum. Biraz bozulur gibi olmuştum ama hepimiz akşamdan kalmaydık ne de olsa.
İşte oğluma bu anımı anlatınca o,“Eee?” deyip soru dolu ama boş gözlerle bana baktı. Ben de “Boş ver!” deyip derin düşüncelere dalmış gibi yaptım. Sonra yazının devamını okumamın önemli olup olmadığını değerlendirmeye çalıştım. Ama bir sonuca varamadım. Acaba sayın genel yayın yönetmenimiz İsmet Berkan bana önemli haberlerin ve okunmaya değer köşe yazılarının bir araya getirildiği ‘günün özeti’ misali bir küçük hizmet sunabilir mi? Hayır, kendisi uğraşmak zorunda değil elbette bununla ama bu işi sırtına yıkabileceği genç stajyerler vardır. Onlar da kendini bir işe yarıyor hisseder belki bu sayede.
Neyse… Başlıkta belirttiğim gibi insanın kendi ihtiyaçlarını da gözetmesi gerekiyor ama bu işe girdiğimden beri neyin ihtiyacım olduğunu kestirebilir olmaktan çıktım gibi geliyor bana. Acaba terapiste mi gitsem? Ama bu sefer de 10Haber’den aldığım maaşın tamamını terapistlere vermiş olacağım. Yani ne anladık o zaman biz bu işten?