Merkez Bankası’nın bugün dinleyeceği patronlar ucuz kredi istiyor
Son yıllarda ekonomi politikalarında özellikle de maliye politikasının giderler tarafında şeffaflığa dayanmayan ve hesap verilmeyen şekilde hareket eden hükümetin kendini IMF kontrolü ile kısıtlayarak, sağladığı rahatlığı bırakmasını beklemek hayal.
Uluslararası finansal kuruluşların önde gelenlerinden biri de Uluslararası Para Fonu (IMF). Zaman zaman ülkemizde de ön plana çıkan ve genelde iktidar tarafından kötü bir kurum olarak lanse edilen ancak üyeliğinden de vazgeçmediğimiz bir kurum olan IMF, 1944 yılında kuruldu ve 1947 yılında fiilen çalışmaya başladı. Kurumun bugün 190 üye ülkesi bulunuyor. IMF’nin ülkelere verebileceği borç miktarı kapasitesi 1 trilyon dolar.
IMF inceleme ve araştırma faaliyetleri yanında üyelerine teknik danışmanlık ve eğitim destekleri sunarken, esas bilinen fonksiyonu ekonomik olarak zordaki ülkelere finansal destek yani kredi sağlaması. IMF kredileri ekonomik istikrarı bozulmuş ülkelere istikrarı tekrar sağlamak üzere destek olurken, aynı zamanda ülkelerin başka kaynaklardan daha rahat borçlanmalarını sağlayıcı referans özelliği de bulunuyor.
IMF’nin finansal kaynağı, ağırlıklı olarak üye ülkelerin ödediği kota abonelikleri sistemine göre belirlenen üyelik aidatlarından oluşuyor. Üye ülkelerin dünya ekonomisindeki ağırlığına göre SDR (IMF tarafından kullanılan uluslararası rezerv para birimi) cinsinden hesaplanan kotalar, ülkelerin IMF’ye ödeyeceği aidat tutarını, oy hakkını ve IMF’den alabileceği kredi tutarını belirliyor.
IMF kredilerinin büyük bir bölümünü gelişmekte olan ülkelere kısa dönemli cari açık problemlerini aşmaları için verilen stand-by anlaşması kredileri oluşturuyor. IMF kredileri diğer uluslararası kuruluşlardan ve uluslararası borçlanma piyasalarından sağlanacak borçlanma faiz oranlarının çok daha altında faizle borçlanma olanağı sağlıyor. Bu anlamda avantajlı krediler.
Ülkelerin kredi kullanma sürecinde ilk olarak ödemeler dengesi problemi yaşayan üye ülke IMF’ye başvuruyor, ilgili IMF ekibi ülkedeki hükümet yetkilileriyle görüşerek ülkenin mevcut ekonomik ve finansal durumunu ve finansman gereksinimini değerlendiriyor ve çözüme ilişkin politikaların belirlenmesi konusunda anlaşmaya varılıyor. IMF’den kredi almak isteyen ülkeler, kendilerini borç almaya iten sorunları ortadan kaldıracak ve IMF tarafından onaylanan ekonomik politikaları düzenlemeyi kabul ediyor. IMF borç verirken ülkenin tekrar istikrara kavuşmasının yanında, borç alan ülkenin aldığı borcu geri ödeyebilmesini sağlamayı hedefliyor.
Borç alan ülkeler IMF ile işbirliği yaparak, IMF’nin desteklediği makroekonomik ve yapısal politikaları ve hedeflere ulaşmada kaydedilen ilerlemenin izlenmesini sağlayacak araçları oluşturmak zorunda. Dolayısıyla IMF ile yapılan anlaşmada belirlenmiş olan uygulamaların gerçekleştirilmesi zorunlu. IMF ülkenin yapmayı vadettiği uygulamaları gerçekleştirmesini sağlamak üzere kredi tutarlarını borçlanan ülkeye taksitler halinde ve programa uygun hareket edildiğinin teyidi koşulu ile ödüyor. Dönemsel yapılan program gözden geçirmeleri, IMF’nin programa uygun hareket edilip edilmediğini değerlendirmesine olanak sağlıyor.
IMF’nin borç verdiği ülkelere zorunlu kıldığı koşullar bazen çok sert oluyor ve ülkenin iç işlerine müdahale etmekle eleştiriliyor. Ancak ülkeler genelde ekonomisi büyük sıkıntılara girmeden IMF’ye kredi için başvurmuyor. IMF, bir çeşit son başvuru merci konumunda. Bu zor durumdan çıkış da çoğunlukla ağır ekonomik programları gerektiriyor. Dolayısıyla zor duruma düşen ülkelerin yönetimlerinin kendi hatalarıyla ülkeyi bu duruma düşürmeleri dikkate alınmazken, IMF koşulları ön plana çıkarılıyor. Oysa uluslararası ekonomik istikrarı koruma hedefi bulunan ve bir kreditör olarak verdiği kredinin geri dönüşünü garanti altına almaya çalışan kuruluşun bu şekilde hareket etmesini normal karşılamak gerekir. Bütün kredi verenler örneğin bankalar da kredi verdikleri müşterilerini sürekli izliyor.
Türkiye de üyesi olduğu IMF ile geçmişte zaman zaman anlaşma yaparak kredi kullandı. İlk kez 1961 yılında IMF’den kredi kullanan Türkiye en son 2002’de stand-by anlaşması yaptı, 2005’ke bu anlaşmayı yeniledi ve 2013’te ödemelerini bitirdi. Türkiye’nin 2015’e kadar devam eden ekonomik olarak toparlanma ve istikrar dönemi bu son yapılan IMF anlaşması döneminde oldu. Ancak ülke yöneticileri tarafından sürekli IMF karşıtlığı dile getirilmekte.
Son dönemde ekonomi yönetiminin ABD’de yaptığı ve basına çok da yansımayan temaslar, “Önümüzdeki seçim sonrasında yine bir IMF anlaşması olabilir mi?” sorusunu gündeme getiriyor. Özellikle yılbaşından bu yana tekrar bozulmaya başlayan ekonomik ortam ve sağlanamayan güven “Olabilir” şeklinde yorumlara yol açıyor.
Ancak yazının içinde belirttiğimiz üzere böyle bir anlaşma yapıldığında ekonomide atılacak adımların IMF ile belirlenecek olması ve sonrasında sürekli IMF kontrolünün bulunması bunu zor hale getiriyor. Son yıllarda ekonomi politikalarında özellikle de maliye politikasının giderler tarafında şeffaflığa dayanmayan ve hesap verilmeyen bir şekilde tamamen rahat şekilde hareket eden ülke yönetiminin kendini IMF kontrolü ile kısıtlayarak, sağladığı rahatlığı bırakmasını beklemek hayalcilik görünüyor.
Dolayısıyla IMF ile temas kurulmuş olsa da bunu daha kısıtlı ve IMF denetimini uzakta tutacak bir kaynak sağlamaya yönelik çaba olarak görmek gerekir.
20 Kasım 2024 - Kuşaklar aynı kaderi paylaşmaya devam ediyor
17 Kasım 2024 - Ekonomik ve psikolojik çöküntünün artan boyutu
13 Kasım 2024 - İkinci Trump dönemi bize ne getirecek?
10 Kasım 2024 - Enflasyon neden düşmez?
6 Kasım 2024 - TÜSİAD’dan ekonomiye ilişkin çarpıcı tespitler