Kronik yorgunluğunuzun nedeni bağırsağınızda olabilir
10'ca bilim arasından'da bu hafta ilk yıldızlardan ilk tatlı su yunuslarına, 'öksürmeye' başlayan ağaçlardan kronik yorgunluk sendromuna ve insanların yüzünü yaratık olarak görmeye uzanan bir yolculuğa çıkıyoruz.
Martın son gününden merhaba. Bugün ayrıca haftalardır afişleriyle, bangır bangır müziklerin çaldığı arabalarıyla bize seçimi bir an bile unutturmayan belediye başkanlarını, muhtarları seçeceğimiz gün. İçinizin dışınızın seçim haberleriyle dolacağını düşündüğüm için seçimi tamamen görmezden geldiğim bir bültenle karşınızdayım. Önceden uyarayım da son satırlara geldiğinizde şaşırmayın.
Geçen hafta 10Haber bilim ve haberleriyle doldu taştı. Bilim kategorimize bültenden ayrı olarak mutlaka bir göz atmalısınız. Benim en sevdiğim hikayelerden biri Avrupa’nın printer’la basılan ilk üç boyutlu okulu oldu. İçkiyi nasıl azaltabileceğinizin yöntemlerinden birini de sunuyoruz. Sonra daha az uyumanın etkilerine değiniyoruz, buzulların erimesinin zamanda ne gibi değişikliklere yol açtığına bakıyoruz.
Bülteni ise Büyük Macellan Bulutu’nda açıyoruz. Biraz ilk yıldızlar nedir, ikinci nesil yıldızlar nedir onu konuşacağız. Sonra sizi yeniden Samanyolu’na, daha spesifik olmak gerekirse Dünya’nın 16 milyon yıl öncekine haline götürüyorum. Burada tatlı su nehirlerinde yaşamış ancak çok uzun zaman önce nesli tükenmiş yunuslarla dost olacağız. O zaman bu yunusların ömrünü tüketen kuraklık ve çevresel koşullar olmuş, günümüzde bizim sonumuzu da fosil yakıtlar getirebilir. Çünkü öğrendik ki kuru ve sıcak iklimlerde ağaçlar artık fazla karbondioksiti emmek yerine “öksürmeye” başlamış.
Biraz da sağlık konuşalım isterseniz, çok iyi dinlenmeye rağmen sürekli yorgunluk hissetmenin esasında ruhsal değil biyolojik bir durum olduğu ortaya çıktı. Başlığa da taşıdığım haber ise daha çok bir vaka örneği aslında: Gerçek insan yüzlerini yaratık olarak gören ancak fotoğraflardaki yüzleri oldukları haliyle gören bir hasta…
Sizleri son olarak “Gözümüzden kaçmayanlar”, “Haftanın önerileri” ve “Sanalda büyüleyenler” bölümüyle baş başa bırakıyorum.
Evrenin ilk yıldızları, üzerinde uzun uzadıya çalışılacak çeşitli malzemelere sahip değil. Bu yıldızlar Büyük Patlama’nın ardından evrenin erken dönemlerinde bir araya gelen hidrojen ve helyum bulutlarından oluştular. Çekirdekleri, karanlığın üzerine ışık saçtı. Hidrojeni helyuma, helyumu karbona çevirdiler, bazı büyük yıldızlar demire kadar ulaştı ve böylelikle bugün bildiğimiz periyodik tablonun oluşumu başladı. Yıldızlar patladıkça daha ağır elementler ortaya çıkıverdi.
Bu elementler ortaya çıkar çıkmaz diğer yıldız nesillerinde de görülmeye başlandı. Mesela gökbilimciler yıldızların yaşını öğrenmeye çalışırken yapısındaki elementlere bakıyor, eğer ki element sayısı görece azsa bu evrenin daha erken zamanlarında doğduğu anlamına geliyor. Gökbilimcilerin harıl harıl aradığı ilk yıldızlar tahmin edersiniz ki en ilkel elementlere sahip olmalı ama daha bu yıldızların örneğine rastlanmadı. Bunun sebebinin ise ilk yıldızların çoğunun çok büyük olması ve çabucak yanıp sönmeleri olduğu düşünülüyor.
Yine de bilim insanları canla başla bu yıldız örneklerini aramaya devam ediyor. Eğer çok eski yıldızları bulursak ve kimyasal yapısını öğrenebilirsek oluştukları yerlerin yakınında milyarlarca yıl önceki kimyasal yapının nasıl olduğunu anlayabiliriz. İşte bu arayışın ortasında kendi galaksimizin hemen yanı başında şimdiye kadarki en eski yıldızlardan birini fark ettik. Nature Astronomy’de yayınlanan çalışmaya göre LMC 119 adındaki bu yıldız, tam olarak ilk yıldız neslinin bir parçası sayılmaz ama ikinci nesilden. Samanyolu’nun yaklaşık 160 bin ışık yılı uzağındaki Büyük Macellan Bulutu’nda tespit edilmiş. Bu yıldız o kadar az elemente sahip ki ilk nesil yıldızlardan kalan malzemelerden doğmuş olabilir. Araştırmacılar bu türden yıldızların son derece nadir olduğunu belirtiyor ki bir ölçeklendirme yapılacak olursa 100 bin yıldızda birden daha azının ikinci nesil olduğu söylenebilir.
Şimdi bir insanın iki katı büyüklüğünde bir yunusla tanışacağız. Bu yunus türü yaklaşık 16 milyon yıl önce yaşamıştı ve diğer yunuslardan tek farklı büyüklüğü değildi. Yuvası okyanustan ziyade Peru Amazonları’ndaki tatlı su gölüydü. Aslında günümüzde de Amazon’daki tatlı sularda yaşayan yunus türleri var ama onlar şimdi tanışacağımız türle yakın akraba değil. Daha önce hiç haberdar olmadığımız bu soyu tükenmiş memelinin hâlâ hayatta olan en yakın akrabaları Güney Asya’da, yani 10 bin kilometre uzakta yaşıyor. Peki ne bu türün adı? Pebanista yacuruna. Pebenista Peru’daki Pebas Formasyonu’na gönderme yaparken yacuruna da yerli Kichuaların efsanevi deniz insanları için kullandığı bir terim.
Science Advances’ta yayınlanan yeni çalışmaya göre araştırmacılar pebenistanın fosilini 2018 yılında Peru’nun Loreto kentindeki Napo Nehri yakınlarında buldu. Tuhaf görünümlü kaya parçaları fark eden paleontologlar sonradan buduklarının daha önce keşfedilmemiş bir yunus türünün kafatasına ait parçalar olduğunu fark etmişler. Pebenistanın kafatası analizi, canlının vücudunun en az 3.5 metre uzunluğunda olabileceğini gösterdi ki bu, modern yunuslardan yaklaşık yüzde 20 ila 25 daha büyük olduğu anlamına geliyor. Ama yunusun 70cm olarak ölçülen kafatası tamamlanmış değil, dolayısıyla yunus tahmin edilenden çok daha büyük de olabilir.
Pebenista ve Güney Asya’daki nehir yunuslarını içine alan platanistoidler, 20 milyon yıl kadar önce yaygındı. Paleontologlar Amazon’daki modern nehir yunuslarının atalarının yaklaşık 10 milyon ila 6 milyon yıl önce okyanuslarda yaygın olduğunu söylüyor. Pebenistalar, Amazon nehirlerine ve göllerine giren ilk yunus dalgasındandı. Amazon’daki tatlı su ortamı timsahlara, kaplumbağalara, balıklara, tembel hayvanlara, kemirgenlere ve primatlara da can veriyordu ama pebenistaların buraya ilk gelen canlılardan olması daha az yırtıcıyla karşılaşması ve böylelikle büyüyebilmesini anlaşılabilir kılıyor. Yok olma sebebi ise kuraklık gibi çevresel değişiklikler olabilir.
Pebenista kadar büyük bir canlının yok olması, hiçbir şeyin sonsuza kadar süremeyeceğini bize bir kez daha hatırlatıyor. Dünya Vahşi Yaşam Fonu’na göre günümüzdeki Amazon yunusları altın madenciliğinden kaynaklanan cıva kirliliğinin besin zincirine tehdit oluşturması nedeniyle belirsiz bir gelecekle karşı karşıya.
Diyelim ki kapalı bir alanda sıkıştınız, içeriye oksijen giremiyor ve her dakika içerideki karbondioksit oranı artıyor. Vücudunuzun vereceği ilk tepki muhtemelen öksürmek olacaktır. Peki ya bunu dünyaya uyarlamaya kalkarsak? Sonuç olarak fosil yakıtların kullanımı sera gazlarının daha fazla atmosfere hapsolmasına neden oluyor. Normal şartlarda yeryüzündeki bitkiler havadaki karbondioksidi emerek bize oksijen veriyor. ABD Enerji Bakanlığı’na göre bitkiler insan kaynaklı atmosferde asılı karbondioksidin yüzde 25’ini emiyordu.
Penn State’ten bir araştırma ekibi, daha sıcak iklimlerdeki ağaçların artık fazla karbondioksidi emerek insan kaynaklı iklim değişikliğinin zararlı etkilerini azaltmaya yardımcı olmadıklarını tespit etti. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayınlanan çalışmaya göre daha sıcak ve kuru iklimlerde ağaçlar nefes almak yerine öksürmeye başlamış. Ortalama gündüz sıcaklığının 20 dereceyi geçtiği tüm iklimlerde havanın kuruluğu oranında karbondioksit salındığı görülmüş.
Yeterince dinlenmenize rağmen sürekli kendinizi yorgun hissediyor, verimliliğiniz dibi görüyor, sosyal hayattan uzaklaşıyor ve tüm bunlar mutsuz olmanıza yol açıyor olabilir. Covid-19 pandemisinden dört yıl kadar önce, 2016 yılında, ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH) ihmal edilen bir konu olan kronik yorgunluk sendromu, bir diğer adıyla miyaljik ensefalomiyelit (ME/KYS) üzerine çalışma başlattı. Sekiz yıl sonra bugün nihayet çalışmanın sonuçlarını alabildik.
Nature Communications’da yayınlanan çalışmada araştırmacılar geçirdikleri bir enfeksiyon sonucunda ME/KYS geliştiren 17 kişilik küçük bir grubu mercek altına aldı ve bu grubun, sağlıklı 21 kişiden oluşan kontrol grubuna kıyasla belli başlı biyolojik farklılıklara sahip olduğunu gözlemlediler. Çalışmanın baş araştırmacısı ve NIH Ulusal Nörolojik Bozukluklar ve Felç Enstitüsü (NINDS) klinik direktörü nörolog Avindra Nath, ulaştıkları sonuca göre ME/KYS’nin biyolojik bir rahatsızlık olduğunu ve birden fazla organı etkileyebildiğini söyledi.
ME/KYS’li kişilerin kalpleri dinlenme halindeyken daha hızlı atıyor, bağışıklık sistemleri sürekli bir uyarılma halinde olduğu için bağışıklık sisteminin askerleri olan T hücreleri sürekli çalışıyordu ve bağırsak bakterileri de sağlıklı insanlara göre daha azdı. Kas yorgunluğu belirtisi göstermiyorlardı ve bilişsel semptomlar söylemelerine rağmen bilişsel testlerde sonuçları normal çıkıyordu. Ancak bağışıklık ve bağırsak sistemlerindeki değişiklikler merkezi sinir sistemlerini etkiliyordu. Örneğin beyin omurilik sıvılarında sinir sistemini düzenlemeye yardımcı katekol denen kimyasalların seviyesi daha düşüktü ve motor aktivitelerde temporoparietal kavşak (TPJ) denen beyin bölgesinde daha az aktivite görülüyordu. Zaten sorun da bu TPJ’nin az çalışmasından kaynaklanıyor, normalde bu beyin bölgenin motor korteksi yönlendirmesi gerekiyor ama işlev bozukluğu nedeniyle beynin efor sarf etme mekanizması yeterince çalışmıyor.
58 yaşında ABD’li bir erkek, dünyayı çoğumuzdan farklı bir şekilde görüyor. Bu fark insan yüzünü algılayışından kaynaklanıyor çünkü o, yüzleri insan yüzü olarak değil, bir yaratık olarak görüyor. Buna prosopometamorfopsi ya da kısaca PMO deniyor. Bu adam Dartmouth College’deki deneylere katılmadan önceki iki buçuk yılını çevresindeki yüzlerde delikler oluştuğunu, yanaklarda, alınlarda ve çenelerde buruşukluklar belirdiğini, gözlerin ve ağızların gerildiğini kulakların elf kulağına dönüştüğünü görmek zorunda kaldı. İlk başta rahatsız edici bir durum olsa da adam, zihninin dayattığı bu maskelere zaman içinde alıştı. Sonuçta dehşet hissi yaratsa da bunlar gerçek iblisler değildi ya.
Ama dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Bu adam bu duruma nasıl geldi? Hayatının tamamını böyle geçirmemişti. Belki bipolar bozukluktan ya da travma sonrası stres bozukluğundan kaynaklanıyordu bu durum. Ya da 40’lı yaşlarının başında geçirdiği ciddi kafa travmasının bir sonucuydu. Psikologlar konunun üzerine eğildiklerinde deneğin PMO’yu hiç de tipik olmayan bir şekilde deneyimlediğini fark ettiler. Normalde diğer PMO’lu hastalar hem insan yüzünü hem de fotoğraflarını çarpıtılmış halleriyle görürken denek sadece gerçek hayattaki yüzleri çarpıtılmış olarak görüyordu. Fotoğraflarla ilgili herhangi bir sorunu yoktu.
Böylelikle psikologlar bir odadaki gönüllülerin fotoğraflarını deneğe göstererek hastanın bakışındaki farklılığını gözlemleyebildi. İşte Lancet’te yayınlanan çalışmada ortaya çıkan sonuç şöyle:
Bu arada çalışmaya konu olan kişinin hastalığının hipokampüsünün sol üst kısmında görülen bir cm’lik küçük bir lezyonun sorumlu olabileceği düşünülüyor.
👉Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre her 12 yıldan biri bir gezegen yutuyor. Çalışmayı ikili yıldız sistemleriyle sınırlayan araştırmacılar, bu yıldız çiftlerinin en az yüzde 8’inde (91 yıldızdan yedisi) gezegen yutulduğuna dair kimyasal işaretlere rastlamış. Gökbilimcileri asıl şaşırtansa olayın gerçekleşme sıklığı. Yani bu kadar sık gerçekleşiyorlarsa bizim Güneş Sistemi’mizdeki istikrarlı gezegen sistemleri aslında bir norm olmayabilir.
👉NASA’nın Odysseus uzay aracından önce Ay’a çıkan ve çok fazla talihsizlik yaşayan Japon uzay aracı Slim, gerçek bir Japon ürünü olduğunu kanıtlayarak Ay ayazından sapasağlam çıkmayı başardı. Bu, Slim’in ikinci kez bir Ay gecesini atlatması anlamına geliyor ki Ay’da gecelerin çok soğuk olduğunu biliyoruz. Geçen yıl Hindistan’ın Chandrayaan 3 uzay aracı bu sınavdan sağ çıkamamıştı. İşte Slim’in hâlâ hayatta olduğunun kanıtı olan fotoğraf:
👉Samanyolu’nun merkezindeki süper kütleli kara delik Sagittarius A*nın yeni görüntüsünde spiral şeklinde dönüp duran güçlü manyetik alanı görmek mümkün. Bu görüntü bize Sagittarius A* ile M87 denen başka bir kara delik arasındaki yapısal benzerlikleri gösteriyor. Halbuki M87, bizim kara deliğimizden bin kat daha büyük ama her ikisi de güçlü manyetik alanlara sahip gibi görünüyor.
👉Normalde her bahar mont mu giyelim hırka mı emin olamadığımız bir hava yaşarız. Ama bu bahar kışı hiç yaşamadığımız gibi baharı da yaşamayacağız galiba… Yaz deyince aklınıza güneş, deniz, tatil imgeleri gelse de çalışan ve arabası olmayanlar için toplu taşımada duyulan ter kokusu gelir. Bu yıl yazı erken getirdiğimize ve gençlerin hâlâ okula gittiğini varsayarsak bu çalışma önemli olabilir. Nature dergisinde yayınlanan çalışma ergenlikteki gençlerin koltukaltının peynir, keçi ve hatta idrar koktuğunu ortaya çıkardı. Bu bulgu sayesinde deodorant üreticileri belirtilen kokuları önleyecek bir deodorant üretebilirler. Bebeklerin kokusunu merak ettiyseniz onlar çiçek ve sabun kokuyorlar.
👉Çip üreticisi Nvidia, hava tahmincilerinin küresel hava modellerini daha iyi simüle edip görselleştirebilmeleri için dünyanın dijital bir ikizini yarattı. Earth-2 olarak adlandırılan bu dijital ikize API aracılığıyla erişerek küresel atmosfer yapısından bölgesel bulut örtüsüne, tayfunlardan türbülanslara çok değişik alanlarda yüksek çözünürlüklü simülasyonlar hızlıca hazırlanabilecek. Nvidia, yeni platformun mevcut modellere göre öngörülü görüntüler oluşturmada çok daha hızlı olduğunu ve CorrDiff denen üretken yapay zeka modeli sayesinde enerji açısından 3 bin kat daha verimli olduğunu söylüyor. Böylelikle doğal afetler için erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi ve hava durumu tahminlerinin iyileştirilmesi amaçlanıyor.
👉JNeurosci’de yayınlanan bir çalışmaya göre bilim insanları düşük gelir ile beynimizin içindeki beyaz maddenin daha hızlı bozulması arasında bir bağlantı keşfetti. Bu beyaz madde normalde de yaşla birlikte azalıyor ama yoksulluk içinde yaşamanın süreci hızlandırdığı ortaya çıktı.
👉Almanya’daki Bonn Üniversitesi ve İngiltere’deki Bristol Üniversitesi’nden araştırmacılar, ilk kez tekil atomların 3 boyutlu uzaydaki konumlarını tek bir görüntüde ölçümleyerek kuantum etkileşimlerini gözlemlemenin yeni bir yolunu buldu. Bu yöntem, hassas kuantum gaz mikroskobu kurulumuyla ilgili. Böylelikle ultra-soğuk bir gazın atomlarını ışık kafeslerinin içine hapsederek özelliklerini ölçmek mümkün oluyor. Bilim insanları daha önce atomların uzamsal üç boyutlu haritasını çıkarmıştı ama mevcut yöntemlerde birden fazla görüntünün pozlanması gerekiyor. Ayrıca araştırmacıların yeni ürettiği kuantum gaz mikroskobunun yüksek çözünürlüğünden de yoksunlar. Yeni yöntemle çok daha hızlı bir şekilde tek seferde ölçüm yapmak mümkün.
👉Channel F News’in en çok ziyaret edilen beş deepfake internet sitesi üzerinde yaptığı bir analize göre yaklaşık 4 bin ünlünün deepfake görüntüsü olduğu ortaya çıktı. Bu kişiler arasında kadın oyuncular, televizyon yıldızları, müzisyenler ve YouTuberlar var ki yapılan görüntülerin büyük bir kısmı da müstehcen içerikli. Yapılan araştırma beş sitenin üç ayda 100 milyon görüntülenme aldığını gösteriyor.
Evrim kuramı Darwinizm midir? Darwin olmasaydı evrim kuramı olmaz mıydı? Darwin’in evrim kuramı ile modern evrim kuramının farkı nedir? Darwin’in fikirleri ve terminolojisi bugünlerde o kadar yaygın ki, onlarsız bir dünya hayal etmek bir yana, onlardan kaçınmak bile imkansız görünüyor. Ancak Peter J. Bowler çalışmasında şunu soruyor: Ya Charles Darwin Beagle yolculuğundan dönmemiş ve dolayısıyla Türlerin Kökeni’ni yazmamış olsaydı? Alfred Russel Wallace gibi bir başkası seçilim teorisini yayımlayıp benzer bir dönüşümü başlatabilir miydi? Ya da Darwin’in kitabının yokluğu, biyolojinin evrimciliğin etkisi hakkında büyük bir tartışma başlatmayan bir yolda geliştiği farklı bir olaylar dizisine yol açar mıydı? Bowler’in tezi, Darwin’in çağdaşları için olanaklı olmayacak özel bir evrim kuramı biçimi geliştirmesini sağlayan eşsiz içgörüleri olduğu iddiasına dayanıyor. Darwin’in hâlâ biyologların saygısını görmesinin nedeni, çağdaş evrimciliğin temelini oluşturan fikirlere kendi zamanındaki öteki doğabilimcilerin hepsinden daha yakın olmasıydı. Başka bir deyişle, Darwin “kendi zamanının ötesindeydi.”
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Lucy her gece tam 3.33’te uyanır. Uzun zamandır hayatında hiçbir şey mantıklı gelmemektedir. Ama kafa karışıklığına sebep olan soruların cevaplarını, vahşi cinayetlerin izini sürerken çözecektir. Diziye ilk girdiğinizde sizde korku temalı bir şeyler izleyecekmişsiniz hissi uyandırıyor ancak son bölümlere yaklaştıkça olayın çok daha farklı olduğunu anlıyorsunuz.
“Dejavu. Beyindeki kısa devreye benzetiliyor. Bellek merkezinde canlanan bir anı hissi yüzünden bunları daha önce deneyimlemişsin gibi geliyor. Anlatabiliyor muyum bu hissi? Daha önce burada mıydık? Birbirimizi tanıyor muyuz? (…) Kendini yabancı hissettiğini biliyorum. Bağlantısız. Sanki hayatın sana ait değilmiş gibi.”
👉Diziyi Amazon Prime Video’dan izleyebilirsiniz.
İzumi Hazuki su sporu olan atlamayla ilgilenen, gelecek vaat eden bir genç kızdır. Ablasıyla birlikte Fukuoka’ya taşınır. Geldikleri kasaba su fakiri bir yerdir, yağmur yağmaz, musluktan su akmaz. Ama buna rağmen suyla alakalı bir festivalleri vardır ve bu festivalde bolca su harcanır. Kasabanın tuhaflığı bununla da sınırlı değildir, merkezinde kocaman bir taşın olduğu bir taş çemberi vardır, üzerinde de ne olduğu belirsiz çizimler. İzumi bir gün yarış sırasında büyük kaza geçirir. Kimse iyileşeceğine ihtimal vermezken iyileşir ancak bu kez kasabada sıcaklıklar yükselir, insanlar sürekli olarak yolun ortasında bilincini kaybetmeye başlar.
👉1995 yapımı bu Japon filmini YouTube’da İngilizce altyazılı izlemeniz mümkün.
OpenAI sanatçıların ve film yapımcılarının yapay zeka modeli Sora’yı kullanarak ürettikleri yeni videoları yayınladı. Benim favorim balon kafalı beyefendinin olduğu kısa film oldu. Size onunla veda etmek istiyorum. Haftaya yeniden görüşmek üzere!
Filmmaking will never be the same.
OpenAI just released new AI videos created by artists and filmmakers using Sora.
Here are 8 insane examples:
1. “Air Head” – The first short film made by Sorapic.twitter.com/OKfUpdtOAH
— Angry Tom (@AngryTomtweets) March 25, 2024