Kronik yorgunluğunuzun nedeni bağırsağınızda olabilir

Kronik yorgunluk sendromu, bitkinlik, kas-eklem ağrıları ve konsantrasyon sorunlarına yol açan ciddi bir hastalık. Prof. Dr. Derya Unutmaz’ın yer aldığı önemli bir araştırmaya göre bu hastalık ve bağırsak bakterileri arasında güçlü bir ilişki var.

20 Kasım 2023
Kronik yorgunluk sendromu dinlenmekle geçmeyen yorgunluğa yol açıyor. Hastalığın tipik özelliklerinden biri belirtilerin egzersizle kötüleşmesi.

Kronik yorgunluk sendromu ismiyle müsemma bir hastalık. Yarattığı yorgunluk birkaç gün ya da hafta değil, aylar yıllar sürüyor. Üstelik yorgunluk dışında kas ve eklem ağrıları, uykusuzluk, konsantrasyon sorunları gibi yakınmalara da neden oluyor. Hastalığın en önemli özelliklerinden biri belirtilerin fiziksel aktiviteyle kötüleşmesi ve dinlenmeyle tam olarak iyileşmemesi. Ayrıca bir kan testi ya da görüntüleme yöntemiyle teşhis edilemiyor. Bu nedenle çoğu zaman hastaların “Bir şeyin yok” denilerek eve gönderilmesine yol açıyor.

Pandemi döneminde yaptığı açıklamalarla yakından tanıdığımız ABD Jackson Laboratuvarı’nın baş araştırmacısı olan Prof. Dr. Derya Unutmaz, kronik yorgunluk sendromu hakkında uzun yıllardır çalışan bir bilim insanı. Dr. Unutmaz, Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün (NIH) yaklaşık 25 milyon dolar fon ayırdığı “kronik yorgunluk sendromu çalışması”nı Jackson Laboratuvarı’ndaki grubunun başkanı olarak yürütüyor. Kendisinden öğrendiğimize göre bu çalışma 6 yıldır devam ediyor ve araştırmanın ilk sonuçları Şubat 2023’te yayınlandı. Bilim dünyasında oldukça ses getiren bu çalışma iki önemli sonuç ortaya koydu: Bir, kronik yorgunluk sendromu olanların bağışıklık sistemi sorunlu. İki, kronik yorgunluk sendromu ile bağırsak bakterileri arasında güçlü bir ilişki var. Dr. Derya Unutmaz ile hem bu çalışmayı hem de kronik yorgunluk sendromu hakkında merak edilenleri konuştuk.

Prof. Dr. Derya Unutmaz

Kronik yorgunluk sendromunu normal yorgunluktan ayıran şey nedir?

Kronik yorgunluk sendromundaki yorgunluğu grip olduğunuzda hissettiğiniz yorgunluğa benzetebiliriz. Tabii tek belirti yorgunluk değil. Tıpkı grip geçirdiğinizde hissettiğiniz kas-eklem ağrıları, ayakta duracak halin olmaması, baş ağrısı, boğaz ağrısı gibi yakınmalar da ortaya çıkabiliyor. Tabloya beyin sisi (zihinsel yorgunluk), uykusuzluk, huzursuzluk, konsantrasyon problemleri eşlik edebiliyor. Bazı hastalar yatağa bağımlı hale geliyor. Örneğin tanıdığımız genç bir maraton koşucusu bu hastalık nedeniyle yıllardır yataktan kalkamayacak halde. Hatta bu sendrom nedeniyle hayatını sonlandıranların dahi olduğunu söyleyebilirim, yani oldukça ciddi bir hastalıktan söz ediyoruz.

Yakınmalar her zaman yatağa düşürecek kadar ağır formda mı?

Hayır, değil. Kronik yorgunluk sendromunun içinde de çok farklı belirtiler gösteren hastalar var. Bazıları gerçekten hiç yataktan çıkamıyor. Ama birçoğu bunu tekrarlayan bir yorgunluk olarak yaşıyor. Biz onu “İyi günler”, “Kötü günler” olarak sınıflandırıyoruz. Bu hastaların gayet normal olduğu günler ve birkaç hafta tüm aktivitelerini durdurduğu günler olabiliyor.

 Tanı için yorgunluğun süresi önemli mi?

Kronik yorgunluk sendromu diyebilmek için yakınmalarınızın en az 6 aydır devam etmesi lazım. Yani “Kısa süreli yorgunluk hissettiniz, dinlendiniz ve geçti” gibi bir durumdan söz etmiyoruz.

Tanı için bir diğer kriter, yorgunluğa yol açabilecek diğer hastalıkların dışlandığının gösterilmiş olması. Çünkü yorgunluk kanserden enfeksiyona kadar birçok başka hastalığın da belirtisi olabilir.

Hastalığın ayırt edici bir özelliği daha var: Bu hastalara egzersiz yapmayı tavsiye etmiyoruz. Çünkü ağır bir şeyler kaldırmaları ya da kalp atış hızını artırmaları belirtileri tetikliyor. Örneğin ayaktayken belli bir açıda durduklarında bir anda baş dönmesi yaşıyor, bayılma noktasına gelebiliyor hatta bayılma atağıyla karşılaşabiliyorlar.

Kronik yorgunluk sendromu genellikle nasıl başlıyor? Tetiği çeken durumlar var mı?

Bu hastalık çoğu zaman grip, Espstein Barr gibi bir viral enfeksiyon sonrası gelişiyor. Bazen de bakteriyel bir enfeksiyon sonrası başlıyor. Bu arada ilginç bir şekilde hastaların yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor.

Hayat boyu sürebilir mi?

Evet, sürebilir. Bizim takip ettiğimiz hastalar arasında 10 sene, hatta 30 sene bu hastalıktan muzdarip olanlar var. Çok uzun süreli ve gerçekten insanı hayatından bezdirici olabiliyor.

Kronik yorgunluk sendromu hakkında uzun yıllardır çalışıyorsunuz. İsterseniz biraz çalışmalarınızdan ve ne tür bulgular elde ettiğinizden devam edelim?

Yakın zamana kadar kronik yorgunluk sendromu biyolojik temellerini anlamadığımız, tam olarak sebebini bilmediğimiz bir konuydu. Çok değil, bundan 5-10 yıl önce “Gerçek bir hastalık mı değil mi?” diye tartışılıyordu.

Biz çalışmalara başlığımızda çoğu doktor, biyolojik bir tanı yönteminin olmaması nedeniyle kronik yorgunluk sendromunu “Psikolojik” olarak etiketleme eğilimindeydi. Bu da tabii hastaları oldukça negatif yönden etkileyen bir durumdu. Çünkü “Her şeyin kafamda olduğunu söylüyorlar ama ben gerçekten çok yorgun hissediyorum” diye düşünmelerine yol açıyordu.

Yaklaşık 6 yıl önce biri benim lideri olduğum Jackson Laboratuvarı, biri Columbia Üniversitesi, diğeri de Cornell Üniversitesi olmak üzere 3 merkez Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nden (NIH) büyük bir fon aldı. Amacımız çok çeşitli biyolojik parametrelere bakarak “Acaba kronik yorgunluk sendromu yaşayan insanların neresinde sorun var?” sorusuna yanıt bulmaya çalışmaktı. Yaklaşık 150 hastayı 3-4 yıl boyunca takip ettik. Bu hastalardan kan, dışkı örnekleri topladık. Bağışıklık sisteminde, metabolizmada ve bağırsaklardaki bakterilerde binlerce parametreye baktık. Yüzbinlerce veri biriktirdik, yapay zekâ analizleri yaptık ve şunu bulduk: Bu hastalarda çok ciddi bir bağışıklık sıkıntısı var.

Bu ilk kez mi gösterildi?

Daha önce birçok yayında küçük gruplarda bu gösterilmişti ama bizimkisi bugüne kadar herhalde yapılmış en geniş kapsamlı çalışma oldu. O yayınlarda gösterilen bazı önemli verileri biz de bulduk, yanı sıra başka çok önemli sonuçlar da tespit ettik.

İlginç olarak bağışıklıktaki sorunların çoğunun bağırsak bakterileriyle alakalı olduğunu ortaya koyduk. Bu tabii bizi hem şaşırttı hem de mutlu etti. Çünkü bir hipotezimiz de buydu.

Yani çalışmalarınızdan çıkan iki önemli sonuç var: Kronik yorgunluk sendromu olanların bağışıklık sistemi sorunlu. Bu bağışıklık sorununda bağırsak bakterileri önemli rol alıyor.

Evet, böyle özetlenebilir. Hepimizin bağırsağında trilyonlarca bakteri var. Bunlar hem yiyeceklerinizi parçalara ayırıyorlar hem de bağışıklık sistemimiz için çok önemli maddeler üretiyorlar. Tabii etkileri bunlarla sınırlı değil. Depresyondan tutun, bir kanser ilacına cevap verip vermeyeceğinize kadar pek çok sağlık sorununda bağırsak bakterileri önemli rollere sahip. İşte biz de çalışmalarımıza başladığımızda “Acaba bağışıklıkta bir sorun varsa bunun sebebi bu bağırsak bakterileri olabilir mi?” diye bir varsayımda bulunmuştuk. Buna yönelik önemli kanıtlar elde ettik.

Aynı zamanda kronik yorgunluk sendromu süresi uzadıkça iyi bakterilerle kötü bakterilerin oranlarının değiştiğini, kötüye doğru bir gidişat olduğunu gördük. Hastaları iki gruba ayırmıştık. Birinci grupta belirtileri 4 yıldan az olanlar, ikinci grupta ise belirtileri 10 yıldan daha fazla sürenler yer alıyordu. Belirtileri 10 yıldan daha fazla devam edenlerde kötü bakteriler daha fazla yoğunluktaydı.

Peki bu bulguları elde etmenin önemi nedir?

Öncelikle kronik yorgunluk sendromu için spesifik tanı koyduracak bir test henüz yok. Elde ettiğimiz verileri birleştirerek hastalığı biyolojik olarak teşhis edebiliriz. Bu yönde çalışmalarımızın sürdüğünü belirtmeliyim.

İkincisi ve belki de daha önemlisi kronik yorgunluk sendromu gerçekten bağırsaktaki bakterilerin değişmesi ve bunun bağışıklık sistemine etkisi nedeniyle oluşuyorsa hastalığı bir şekilde düzeltme şansımız var. Hatta hayat tarzı değişiklikleriyle bile bunu bir miktar başarmak mümkün.

“Elde ettiğimiz bulgular ne işe yarayabilir?” sorusuna yanıt olarak şunu da söyleyebilirim: Bu sayede yeni ilaçlar geliştirilebilir, eksik olan maddeler hastalara tekrar verilebilir.

Şu anda “Kronik yorgunluk sendromu olanlara şu tedaviyi verelim ve sorun tamamen düzelsin” gibi bir seçeneğe çok mu uzağız?

Halihazırda antienflamatuar dediğimiz, bağışıklığı bastıran bazı ilaçlardan hastalar fayda görebiliyor. Fakat spesifik bir tedavi konusunda henüz bir şey söyleyemiyoruz. Bunun için klinik denemelerin yapılması lazım, ki bu konuda geçen ay NIH’de toplantılar yaptık. Şu anda en azından sorunları biliyoruz ve “Bu sorunları düzeltmek için nasıl tedaviler geliştirelim?”, “Klinik çalışmaları nasıl yapalım?” konusunda ciddi çalışmalar var. Bazı ilaçlar test edilmeye başlandı bile.

Kronik yorgunluk sendromu olan hastalarda bağışıklık sistemi aşırı aktif ve bu durumu biraz azaltmak lazım. Şöyle açıklayayım: Mesela grip geçirdiğinizde bağışıklık sisteminiz savaş haline geçer, ağrı, yorgunluk ve ateş gibi yakınmalarınız olur. Ama virüs ortadan kalkınca bağışıklık sisteminiz yatışır ve yakınmalardan kurtulursunuz. Kronik yorgunluk sendromunda bağışıklık sistemi tıpkı gripte olduğu gibi kendisini tehlike altında hisseder. Ve bu tehlike algısı hep aktiftir. Dolayısıyla yakınmalar kaybolmaz. İşte bağışıklığın bu sürekli tetikte olma halini biraz düzenleyebilirsek belki de tedavi konusunda önemli bir adım atmış oluruz.

Çok önemli bir konu da şu: Hastaların hepsi aynı tedaviyi büyük ihtimalle almayacak. Çünkü belirtiler birbirine benziyor ama kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Bu bakımından kişiye özel tedavilerin yapılması daha önemli hale gelecek.

Kronik yorgunluk sendromunda hayat tarzının çok önemli olduğunu söylediniz. Ne tür değişikliler faydalı olabilir?

Sonuçlarımız gerçekten de hayat tarzınızın bu hastalıkta çok önemli olduğunu gösteriyor. Bağırsak bakterileri direkt olarak yedikleriniz, içtikleriniz, stres oranınız gibi durumlarla çok ilgili.

Öncelikle aralıklı oruç yani 16 saat bir şey yemeden geçirilen beslenme tarzının ve düşük karbonhidratlı diyetlerin bağışıklık sistemini sakinleştirdiğini, gençleştirdiğini söylemeliyim. Önemli bir bilgi de şu: Kronik yorgunluk sendromu olanlarda tansiyon, damar hastalıkları daha fazla görülüyor. Bu da büyük bir ihtimalle bağışıklıklarının ve bağırsak bakterilerinin bozulmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla hastalar sağlıklı yeme-içmeye ciddi derecede önem vermeli.

Hayat tarzı değişiklikleri denince ilk akla gelenlerden biri olan egzersizi ne yazık ki hastalara öneremiyoruz çünkü yakınmaları tetikliyor. Bunun da sebebi büyük ihtimalle bağışıklığın etkisiyle ortaya çıkan nörolojik bazı sıkıntılar. Örneğin beyin MR’ı yapıldığında bu hastaların beyninde bazı farklılıklar saptanıyor. Yine hastaların yürümelerinde ve ayakta durmalarında bazı sıkıntılar gözlemleniyor. Bu nörolojik durumlar için nörologlardan destek alınabilir.

Diğer hayat tarzı önerilerine gelince… Hastalar sigarayı mutlaka bırakmalı, alkol tüketiminde aşırıya kaçmamalı ve stresi azaltmak için kesinlikle çaba göstermeli.

Türkiye’de son yıllarda bağırsak florası testi yapan özel merkezlerin sayısında artış var. Hastalardan gaita örneği alınıyor, örnekler yurt dışına, örneğin Almanya’ya gönderiliyor. Oldukça pahalı olan bu testler sonucunda “Bağırsak floranızda Candida artışı saptadık” ya da “Sizde geçirgen bağırsak sendromu var” denebiliyor. Tedavi olarak da genellikle ketojenik diyet, bazı vitamin-mineral takviyeleri ve probiyotik takviyeler öneriliyor. Bu konuda görüşünüzü merak ettim, ne dersiniz?

Bu konu maalesef inanılmaz derecede suiistimal ediliyor. Çok net söyleyeyim, ben bunların çoğunu boşa harcanan para olarak görüyorum. Çünkü genellikle yapılan testlerin bilimsel bir dayanağı yok. Bağırsakta trilyonlarca bakteri var, hangisi ne yapıyor, hangi metabolikleri salgılıyor, bunları bilmediğiniz sürece yapılan testler çok yüzeysel kalacak ve size fazla bir şey söylemeyecektir. Spesifik durumlarda örneğin bildiğimiz bazı kötü bakterileri veya parazitleri tespit etmek için tabii bu tip testler önemli olabilir, bunlara da ilaç tedavileri gerekir zaten.

Tıpkı şu an bağırsak florası testlerinin popüler olması gibi bir aralar genlerinize bakarak size diyet öneren testler de çok popülerdi. Amerika’da da yapılıyordu. Sonra bunun anlamlı olmadığı, bazı nadir durumlar haricinde genlerle diyetin pek bir alakasının olmadığı anlaşıldı. Genler sonuçta proteinleri üretiyor ama yediğimiz içtiğimize etki eden binlerce, milyonlarca faktör var. Bu bakımdan insanların genel olarak takviyeler veya probiyotikler alarak düzeleceklerini zannetmesi bence paralarını boşa harcadıkları anlamına gelir.

Sağlık ve diyet açısından uyulması gereken kurallar aslında o kadar basit ki… Öncelikle şekerli gıdalardan uzak durun, bu artık defalarca kanıtlanmış bir bilgi. Salam, sosis, sucuk gibi işlenmiş etler, kızartmalar tüketmeyin çünkü bu yiyeceklerdeki kimyasallar kötü bakterilerin üremesini sağlar.

Diğer taraftan yoğurt, kefir, sebze-meyveler, kuru yemişler gibi faydalı besinleri beslenmenizde mutlaka bulundurun.

Sigaradan ve içkiden uzak durun.

Takviyeler konusuna gelince… Ben insanlara “Şu vitamini alın” diye bir tavsiyede bulunmuyorum çünkü sağlıklı beslenen biri vitaminleri yiyeceklerden alır. Ama bazı vitaminlerin örneğin B12 veya D vitamininin eksikliği görülebilir. Bu durumda eksiklik takviyelerle giderilmeli.

 

İyi uykunun peşinde koşmaktan yoruldunuz mu?İyi uykunun peşinde koşmaktan yoruldunuz mu?

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.