‘Bernarda’, çok incelikli bir Federico Garcia Lorca uyarlaması. ‘Bernarda Alba’nın Evi’ni, oyundaki beş kadın karakterle anlatan Özge Arslan ise mutlaka izlemeniz gereken yüksek bir yetenek.
Şiirinin, müziğinin ve oyunlarının kaynağını, memleketinin topraklarından alan bir dehaydı. İspanya İç Savaşı’nın başlarında, 1936’da zorbaca katledildiğinde sadece 38’indeydi. Bıraktığı her bir satırla Granada’dan başlayarak yoksulların, köylülerin, zulüm görenlerin, azınlıkların sesini çoğalttı. İsmi ve ürettikleri de sanki yaşayıp yazdığı dönemin ve toprağın rüzgarını taşır.
Az sonra bahsedeceğim Lorca uyarlaması, tek kişilik ‘Bernarda’nın üzerimden günlerdir dolanan etkisinin asıl sebebi de bu: Oyunun; performansıyla, müziğiyle, dansıyla, görsel imajlarla, ses tasarımıyla baştan sona benzer bir rüzgâr estirmesi. Lorca’nın Granada’sından esen; hep yazdığı köylülerinin kalplerinden kopup gelen, topraktan yükselen, ekinlerin arasından uçuşan, evlerin duvarlarının içinden sızan, yazdığı kadınların kasıklarından, gözlerinden taşan coşkuyu, isyanı, yaşama tutkusunu 55 dakikada, boş bir sahneye seriyor oyun.
Dört sene gecikmeli gördüğüm (prömiyer, 2019) ‘Bernarda’, tiyatroya değen kalemini her seferinde çok incelikli ve yaratıcı bulduğum Pelin Temur’un elinden çıkan bir ‘Bernarda Alba’nın Evi’ uyarlaması. Can Ali Çalışandemir’in yönetiminde, Bernarda ‘anne’nin evinin kadınlarının beşini Özge Arslan’dan izliyoruz. Ya da Özge Arslan’la ve bir dolu kadınla birlikte o evde bir saat yaşıyoruz. Boş sahnede tek başına önce flamenko adımlarıyla, sonra sesiyle, bestelediği şarkılarla, seyirciyle kurduğu hınzır muhabbetle, vücuduna-sesine-bakışına yerleştirdiği beş ayrı kadınla sadece Bernarda’nın yaşlı annesi ve kızlarıyla yaşadığı yas evini değil, küçük bir Lorca evreni de kuruyor Arslan. Ve Granada’dan gelen rüzgârdan bir parça nasiplenmemizi sağlıyor.
Bernarda ölen kocasının ardından sekiz senelik bir yas ilan eder; otoritenin, zorbalığın, baskının temsili bile değil, neredeyse ta kendisidir. Gençlik çağındaki kızlarına yaşamayı bile yasaklar özetle. Ama Pelin Temur’un uyarlamasında dediği gibi, “Yaşam taşar zorbanın elinden”. Sonunda ölüm olduğunu bilse bile bedeni kocaman nefeslerle doldurma arzusunun, aşkın, tutkunun, isyanın önüne geçmek kolay değildir. Bernarda’nın kapatılan kızlarının yazgısı da yüzyıllardır ataerkinin zorbalığına başkaldıran kadınların yaşadıklarına benzer.
Beş kızına ve yaşlı annesine hayatı zindan eden Bernarda’nın etrafında bir trajedi kuran Lorca, oyunla baskıcı düzenin alegorisini yapar. İspanya İç Savaşı’nın hemen öncesinde gelenekleriyle otoriter rejim arasında sıkışıp kalmış, kıstırılmış, nefessiz bırakılmış bir halkın öyküsüdür arkada akan.
Orijinal metinde 10 ana kadın karakter ve yan oyun kişileri arasında geçen oyunu Pelin Temur; Bernarda, onun yaşlı annesi Maria Jozefa ve beş kızından üçünü (Adela, Angustias ve Martirio) yeniden yazarak uyarlamış. Özge Arslan -anlatıcı oyuncu demeye dilim varmasa da- metnin, karakterlere tek tek dönüşerek hikâyenin anlatıcısı olarak çıkıyor sahneye.
Sahnenin gerisine serili beyaz çarşaflar, Bernarda’nın kızlarının günlük ev işi rutininin bir parçası olarak asılı. Ama aynı zamanda bizi hikâyenin bazı detaylarına ve Lorca’nın Granadası’na, İspanyol İç Savaşı’na dair imgelerle buluşturacak fon olarak orada… Sahnedeyse Arslan’ın bölüm bölüm kullanacağı ve oyuna kurgulanan ses tasarımının da bir parçası olan tek bir mikrofondan başka bir şey yok.
Özge Arslan, başında taşıdığı siyah yas örtüsü ve elbisesiyle, geleneksel dans adımlarıyla girdiği sahneyi önce sesiyle ele geçiriyor. Sonra da ‘zorba’ Bernarda’dan başlıyor anlatmaya/oynamaya. ‘Hınzır nine’ Maria Jozefa’, oyunun hikâyesini seyirciye aktaran, kızının ve torunlarının yaşadıklarını, arzularını, gizli ve açık isteklerini dillendiren kişi. Bir yandan da Arslan’ın seyirciyle muzipçe, eğlenceli bir açık iletişim kurduğu karakter olarak kullanılmış. Kızların ortak arzu nesnesi, orijinal oyunda da hiç görünmeyen yakışıklı Pepe El Romano’nun gölgesinde süren çatışmada ise yaşamla dolup taşan tutkulu ve güzel Adela, annesinin zulmü altında habisleşen, mutsuz Martirio ve evin en hırslı, en sevimsiz kızı Angustias’ı izliyoruz.
Her bir karakter sahneye kendi şarkısı ve dansıyla giriyor sahneye; Arslan’ın her karakter için kullandığı ayrı konuşma sesi ve beden dilinin yanı sıra. Arslan’a oyun boyun eşlik eden ışık ve ses tasarımı, bu işi tek kişilik bir oyun havasından çıkarıp, sahnedeki tek bedeni çoğaltan bir his uyandırmayı başarıyor.
Pelin Uyar’ın metni, bir gün elbet ölse de ölmeden önce “kendine gencecik bedenlerden bir ölüm yatağı hazırlayan” dünyanın tüm zorbalarını zarif, etkileyici ve üstelik komik de bir dille anımsatıyor. Oyun Lorca’ya da ustalıklı ve kalpten bir selam veriyor.
Özge Arslan, aldığı ödüllerin çok daha fazlasını bile hak eden, tarif etmesi zor bir iş çıkarıyor. Hayata yeteneğiyle doğmuş, dünyaya müzik ve oyun için gelmiş ‘çiçekli’ bir kadın. Bugüne dek izlemediğim için kendime hayret ettiğim bir oyuncu. Uzun süreler kapalı gişe oynaması gereken bir oyun. ‘Tek kişilik oyun’dan çok daha fazlası…
Proje No2
Yazan: Federico Garcia Lorca
Uyarlayan: Pelin Temur
Yöneten: Can Ali Çalışandemir
Oyuncu: Özge Arslan
Süre: 55 dakika
Bilet fiyatları: 350 ve 400 TL.
Ne zaman, nerede: 29 Nisan Pazartesi, 20.30 Kadıköy Boa Sahne’de.
22 Kasım 2024 - Festival bitti şimdi sezon zamanı
17 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Dünya başımıza çöküyor kurtaran yok mu!
14 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Gölgelerin gücü adına, ‘Macbeth’ uykuya yatırdı
10 Kasım 2024 - İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Haberler kötü olsa da haberciler iyi