Coppola da ‘Barbenheimer’cı çıktı
Usta yönetmen Coppola 'The Conversation' ve 'Kıyamet' ile iki defa Cannes'da Altın Palmiye almıştı. Son filmi 'Megalopolis'le de alabilir. Cannes'ı ikiye bölen film yönetmenin Amerika’nın bugünkü haline tepkisi ve isyanı olarak değerlendirilebilir.
Şüphesiz bu yıl Cannes Film Festivali’nin en merakla beklenen filmi Francis Ford Coppola’nın yönettiği ‘Megalopolis’ idi. Coppola’nın 40 yıldan bu yana yapmak istediği, birçok defa çeşitli nedenlerle ertelenen, senaryosu 300 defa yazılan, sonunda yönetmenin Kaliforniya’da aileye ait üzüm bağlarını satarak tek başına finanse ettiği bu dev film 120 milyon dolara mal olmuş. Amerikan stüdyolarının zarar etmemek için riskli buldukları projeleri iptal ettiği bir dönemde çok cesur bir davranış.
Cannes Film Festivali yönetmenin Thierry Fremaux’nun 2024’ün ilk aylarında iki kez Los Angeles’a gittiği biliniyor. Filmi festivalin programına alabilmek için birkaç gece Coppola’nın evinin kapısının önünde yatmış olabilir. Diğer yandan 28 Mart günü Los Angeles’ta özel konuklara ve dağıtımcılara yapılan ilk gösterimden sonra hiçbir dağıtım şirketinin filmi satın almaya yanaşmaması da ‘Megalopolis’in gişede büyük ticari başarı kazanamayacağının işareti kabul ediliyor.
Bazı filmler vardır, en az iki, hatta üç defa izlemek gerekir. François Truffaut’nun da bir filmi üç defa izlemeden onunla ilgili yazı yazmadığı biliniyor. Burada çok farklı bir durum var. ‘Megalopolis’i tam anlamıyla değerlendirebilmek için belki üç değil, beş defa izlemek gerekebilir. Filmi tanımlamak da oldukça zor, karmaşık bir aşk hikayesi, bir bilim kurgu, politik bir gerilim ya da bir komedi, belki de bunların hepsinin karışımı olduğu söylenebilir.
New York’un 16. yüzyılda Hollandalılar tarafından kurulduğunu ve ilk adının New Amsterdam olduğunu, İngilizler tarafından 1664 yılında devralındıktan sonra adının New York olarak değiştirildiğini biliyorsunuzdur.
‘Megalopolis’, New Rome (Yeni Roma) adlı kentte geçiyor. Zamanında İtalyanlar çoğunlukta olsaydı New York’un adı da bu gün Yeni Roma olabilirdi. Nobel Ödüllü, zamanı durdurabilmek gibi üstün yeteneklere sahip, idealist mimar Cesar (Adam Driver) kendi buluşu olan Megalon adlı estetik ve çevre dostu bir sistemle herkese mutlu yaşam sağlayacak yeni bir kent yaratmak istiyor.
Karşısında kentin tutucu belediye başkanı Cicero (Giancarlo Esposito) var. Onun amacı da Las Vegas’a benzeyen, eğlence yerleri ve kumarhanelerden oluşan renkli bir kent kurmak. Çelik ve betona yatırım yapmak isteyen belediye başkanının en büyük destekçisi iş insanı Nush (Dustin Hoffman). Ancak son sözü söyleyecek olan, kentin en zengin insanı Crassus III (JonVoight).
Crassus’un Cesar’ın amcası olduğunu, belediye başkanının özgür ruhlu kızının da (Nathalie Emmanuel) hikaye gelişirken Cesar’a aşık olacağını söyleyip konuyu kapatalım. Bir de Cesar’ın kuzeni Clodio (Shia LaBeouf) var ve o da öykünün narsist, kötü adamı.
Bundan sonrası skandal, kumpas, suikast, entrika, yalan haber, kandırılan ve şiddete yöneltilen kalabalıklar. Bir kenti kimler yönetir? Şüphesiz politikacılar, çok zenginler, çok akıllılar ve de büyük bir güce sahip olan medya. Ya bu kişilerin çoğu yalancı, hırsız ve sahtekar ise? Sonunda 12 yaşında bir çocuğa cinayet işletirler.
Coppola filmin çekiminden önce yaptığı açıklamada “Eski Roma’yı o kadar sık düşünüyorum ki. Ülkem Amerika’nın kurumları Roma İmparatorluğu’nu örnek aldı. Bu da yeni filmim için bana esin kaynağı oluyor” demiş. ‘Megalopolis’ yönetmenin Amerika’nın bugünkü haline tepkisi ve isyanı olarak değerlendirilebilir. Roma da bir dünya imparatorluğuydu ama çöktü, gitti. Toplumsal sorunlarını çözemeyen Amerika da aynı kaderi paylaşabilir: “Bir imparatorluk ancak insanların inancı sona erdiğinde çöker.”
Görsel olarak çok zengin olan 139 dakikalık filmin bazı sahnelerinde Grand Central Station, Central Park ve belediye binası gibi mekanların varlığı nedeniyle gelecek bir zamanda, yozlaşmış ve çökmenin eşiğine gelmiş bir New York’u algılamak mümkün.
Filmin gösteriminin 90. dakikasında çok ilginç bir olay yaşandı. Bir adam elinde ayaklı bir mikrofonla sahneye geldi, ortada durdu ve perdedeki Adam Driver’a bir soru sordu. Adam Driver da soruya cevap verdi. Birden filmin canlandığını düşünüyor insan. Cevabını alan adam mikrofonu alıp gitti. Film de devam etti. Kim düşündüyse iyi düşünmüş.
Festivaldeki galasında izleyicilerin yedi dakika boyunca ayakta alkışladığı ‘Megalopolis’e Screen dergisinin sadece bir yıldız verdiğini belirtmekte fayda var. Birçok Amerikalı filmden nefret edecek. Eleştirmenler de ikiye bölünmüş durumda, filmi beğenen de var, beğenmeyen de.
85 Yaşındaki yönetmenin büyük risk alarak gerçekleştirdiği ve nisan ayında vefat eden eşi Eleanor’a adadığı bu cesur vasiyet filminin çok tartışılacağı kesin. ‘Megalopolis’ kolay izlenir bir film değil, ama mutlaka izlenmeli.
Filmden aklımda kalan bir replik: “İki şeye uzun süre bakamazsınız, güneşe ve kendi vicdanınıza.”