Covid bahane mi? Biden durumunu artık kabulleniyor…
Normandiya Çıkarması'nın 80. yıl dönümünde tüm dünyanın gözü Fransa'daydı. ABD Başkanı Biden'ın mesajları ise yeterli bulunmadı. Uluslararası arenada gücü tartışılan ABD, belki de son kez güçlü bir şekilde anmaların öznelerinden biri oldu.
Tarih derslerinden, filmlerden, kitaplardan bildiğimiz Normandiya çıkarmasının 80. yılı kutlandı. İkinci Dünya Savaşı açısından tayin edici bir büyük askeri harekat olan ve İngilizce ‘D-Day’ (G Günü) olarak adlandırılan bu büyük ve kanlı savaş sahnesi, sadece Avrupa’nın Nazi boyunduruğundan kurtulmasını simgelemiyor, aynı zamanda başta eski kıta olmak üzere dünyanın dört bir yanında Amerikan üstünlüğünün ve hakimiyetinin bir sembolü olarak da görülüyor.
İşte bugün, Normandiya çıkarmasından 80 yıl sonra D-Day’in bu sembolizmi, yani Amerikan üstünlüğü kısmı tartışma altında. Çünkü Washington’un liderliği, çoğu analiste göre ilk kez bu kadar sarsılmış ve bu kadar tartışılır hale gelmiş durumda.
İsrail’in Ekim ayından beri Gazze’de yürüttüğü kanlı savaş ve katliamlar konusunda ABD iki arada bir derede kalmış durumda. ABD, bir yandan İsrail’e sürekli ve kesintisiz destek veriyor, bir yandan da savaşın başından beri İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve yönetimine laf geçiremiyor ve 36 bin kişinin göz göre göre öldürülmesiyle sorgulanıyor.
Kasım ayında seçimlere gidecek olan ABD’de Başkan Biden’ın en çok başını ağrıtan konularından biri de eleştirilen dış politikası. CNN International da Biden liderliğindeki ABD’nin uluslararası arenadaki düşüşünü, “Biden’ın D-Day ziyareti, Amerikan döneminin sonu olabilir” başlığıyla analiz etti.
Normandiya sahillerinde girizgahı kanla yazılan yeni dünya düzeni, artık 90’lı yaşlarında olan eski askerlerle birlikte tarihe karışıyor. Çünkü dünyanın her yerinde kriz ve savaşlar aldı başını gidiyor. Her zaman “ileri bir analiz” olarak yorumlansa da yeni bir Soğuk Savaş ya da Üçüncü Dünya Savaşı ihtimalleri her geçen gün katlanarak artıyor. Biden’ın perşembe günü Fransa’da katıldığı D-Day çıkarmasının 80. yıldönümü, muhtemelen önemli sayıda gazinin katıldığı son büyük on yıllık anma töreni olacak. Çünkü geriye sadece 200 kadar kalan eski askerlerin çoğu, neredeyse 100 yaşına yaklaşmış durumda. Tarihin en büyük amfibi operasyonuna katıldığında henüz 19 yaşında olan bir asker bile yakında 100 yaşına basacak.
Biden, binlerce Amerikalının öldüğü plajların üzerinde, işgal kuvvetinin hayatta kalan son üyelerini selamladıktan sonra “D-Day’de savaşan ve kanlarını dökenlerin yaşayan son seslerinin artık bizimle olmayacağı zamandan çok uzak değiliz, bu yüzden özel bir yükümlülüğümüz var. Burada yaşananların gelecek yıllarda kaybolmasına izin veremeyiz” dedi.
Bu yılki anma töreni, 150 binden fazla müttefik askerden hayatta kalanlarına dokunaklı bir vedadan çok daha fazlasını temsil ediyor. Çünkü Dünya şiddetten, zalimlikten kurtuluşunun 80’inci yılında bir başka distopik bir atmosferin içinde barış yolları arıyor. Yani açıkçası NATO ülkelerinin başkanları, başbakanları ve hükümdarları paradoksal bir dönemde bir araya geldi.
Özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş sonrasında Avrupa Birliği kapılarına kadar gelen savaş sonrası birleşmiş olsalar da giderek artan bir endişe haliyle müttefikliği sürdürüyorlar. İttifak, Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaşa karşı çıkma konusunda yeni bir misyon duygusuna sahip. Ancak CNN’de yayımlanan analizde Stephen Collinson’un da vurguladığı şu görüşün altını çizmekte fayda var: “6 Haziran 1944’ten bu yana hiçbir noktada ABD’nin Batı’nın sarsılmaz liderliği ve enternasyonalist değerlere verdiği destek bu kadar sorgulanmamıştı. Demokrasi, Atlantik Okyanusu’nun her iki yakasında yürüyüşe geçen aşırı sağ popülizm tarafından nesiller boyunca en sert sınavıyla karşı karşıya. Bu arada Rusya ve Çin gibi jeopolitik imparatorluklar yeniden canlanmakta ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hüküm süren Batılı değerlerin hakim olduğu küresel sistemi yok etmekle tehdit etmektedir.”
Biden 1940’larda ABD askerlerinin savaşmaya çağrıldığı kötülük ile Başkan Vladimir Putin’in Rusya’sının Ukrayna’yı haritadan silme ve demokrasisini söndürme girişimi arasında doğrudan bir çizgi çekti. “Bunun olmasına izin veremeyiz. Zorbalara teslim olmak, diktatörlere boyun eğmek düşünülemez. Eğer bunu yaparsak, bu kutsal sahillerde yaşananları unutmuş oluruz. Hiç şüpheniz olmasın: Boyun eğmeyeceğiz, unutmayacağız” dedi. ABD Başkanı şöyle devam etti: “Hiç şüphesiz, uğruna savaşmaya ve ölmeye değer şeyler olduğunu biliyorlardı. Özgürlük buna değer, demokrasi buna değer, Amerika buna değer, dünya buna değer – o zaman, şimdi ve her zaman.”
Collinson’a göre bu sözler özellikle Avrupa’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana “demokrasinin kalesi” olarak görülen ABD’nin Batı’ya sırtını dönmek üzere olabileceğine dair korkuların arttığı bir dönemde yankı buldu.
ABD Başkanı dünkü konuşmasında da seleflerinden Ronald Reagan’ın 1984 yılında D-Day’de ABD Ordusu Ranger’ları tarafından cesur bir baskınla tırmanılan ve Pointe du Hoc olarak bilinen 30 metre yüksekliğindeki bir uçuruma yaptığı ziyareti tekrarladı. Burası Amerikan “Ranger” birliklerinin ağır kayıplara rağmen Alman topçu parçalarını ele geçirdiği nokta. Reagan 1984 yılında Ranger’ların amblemi şeklindeki taş anıtın önünde, sırtı Kanal’a dönük bir şekilde, baskından sağ kurtulan gazilerle çevrili kalabalığa karşı başkanlık konuşmalarının belki de en etkilisini yapmıştı:
“Bunlar Pointe du Hoc’un çocukları. Bunlar kayalıkları ele geçiren adamlar. Bunlar bir kıtanın özgürleşmesine yardımcı olan şampiyonlar. Bunlar bir savaşın sona ermesine yardımcı olan kahramanlar!”
Reagan daha sonra anılarına o konuşmayı yaptığı esnada ne kadar duygulandığını ve kelimeleri seçmekte ne denli zorlandığını yazmıştı. Bu bir başkanın aslında başarılı bulunan konuşmasının ardında yatan gerilimin de itirafıydı. Ancak konuşma, Washington ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasındaki gerilimin yüksek olduğu Soğuk Savaş döneminde yapılmasıyla önemliydi. Reagan’ın bu konuşmasından bir yıl kadar sonra Mihail Gorbaçov, Sovyet Komünist Partisi’nin genel sekreteri oldu ve Soğuk Savaş’ın sona ermesine yol açan reformları ve nükleer silah müzakerelerini başlattı.
Biden da 40. Başkan Reagan gibi yeniden seçilmeye oynadığı bu yıl, yaşıyla ilgili endişelerle karşı karşıya. Cuma günü Reagan’ın o meşhur konuşmasını yaptığı tepeden çağrıda bulunacak. Reagan’ın Pointe du Hoc konuşması sadece şiirselliğiyle de dikkat çekmiyordu. ABD’nin Cumhuriyetçi Parti’yi temsil eden Reagan’dan şimdiki “önce Amerikacılığa” kadar ne kadar değiştiği de aynı derecede çarpıcı.
Reagan şöyle konuşmuştu: “Biz Amerika’da iki dünya savaşından acı dersler çıkardık. İzolasyonizmin, yayılmacı bir niyete sahip zalim hükümetlere karşı asla kabul edilebilir bir yanıt olmadığını ve olmayacağını öğrendik. Bizi 40 yıl önce ne bağlıyorsa, bugün de aynı bağlılıklar, gelenekler ve inançlar bağlıyor. Gerçekler bizi bağlıyor. Amerika’nın müttefiklerinin gücü Amerika için hayati önem taşımaktadır ve Amerika’nın güvenlik garantisi Avrupa demokrasilerinin özgürlüğünün devamı için elzemdir. O zaman da yanınızdaydık, şimdi de yanınızdayız. Umutlarınız bizim umutlarımız, kaderiniz de bizim kaderimizdir.”
1984’te Reagan bu sözü birliktelik sözünü çelişkiye düşme korkusu olmadan verebiliyordu ancak Biden 2024’te aynı şeyi yapamaz. Yapamayacak olmasının nedeni de dış politikada belirleyici gücünü kaybetmesinden kaynaklanıyor. ABD Başkanı İsrail yönetimine laf geçiremediği için Ukrayna’ya verdiği sözlerin de arkasında duramadı. Bugün Normandiya’da bir araya geldiği Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’den özür dilemek zorunda dahi kaldı.
ABD Başkanı Joe Biden, Ukrayna’ya nisan ayında sağlanan askeri yardımlarda aylar süren gecikmeden dolayı Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’den özür diledi. Normandiya Çıkarması’nın 80. yıl dönümü dolayısıyla Fransa’da bulunan iki lider, başkent Paris’te bir araya geldi. Zelenski’ye “yanınızdayız” mesajı veren Biden, Ukrayna’ya 225 milyon dolarlık yeni yardım paketini duyurdu.
Öte yandan Biden, nisan ayında imzaladığı, Ukrayna’ya 61 milyar dolarlık askeri destek öngören yardım paketinin ABD Kongresinden geçiş sürecinde aylar süren bir gecikme yaşanmasından dolayı Zelenski’den özür diledi. Zelenski ise ABD’nin Ukrayna ile “omuz omuza vererek” destek sağlamaya devam edeceğine olan inancını yineledi. Biden, yaklaşık 6 ay süren Ukrayna’ya yeni askeri destek çalışmalarının ardından 24 Nisan’da Ukrayna’ya 61 ve İsrail’e 26 milyar dolarlık yardım öngören paketi imzalamıştı.
ABD Kongresinde siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle Ukrayna’ya sağlanması öngörülen 61 milyar dolarlık askeri destek paketinde gecikme yaşanmıştı.
ABD’nin “Batı liderliği” yalnızca İsrail ve Ukrayna konusunda da sorgulanmıyor. Kasım ayında seçimlere gidecek olan ABD’de öne çıkan iki isim var: Mevcut Başkan Joe Biden ve eski Başkan Donald Trump. Biden’ın seçildiği bir senaryo dahi onun yaşı ve aldığı kararlar konusunda uygulayıcılığının yarattığı şüpheler nedeniyle AB için Washington “kötünün iyisi” konumundan ileri gidemeyecek. Trump ise, savunma yatırımlarını artırmayan NATO üyesi ülkelere yönelik söylemleri nedeniyle bir müttefikten çok güvenilmez bir tehdit konumunda. Trump, NATO’nun tüm yükünün ABD’nin omuzlarında olmasından şikayetçi olduğunu başkanlığı döneminde de sık sık dile getiriyordu. Geçtiğimiz günlerde de savunma harcamalarını artırmayan NATO üyelerine saldırsın diye, Rusya’yı kışkırtacağını söylemesi, olası bir kopuğun yollarını resmen döşedi. AB, Trump endişesi nedeniyle kendi içlerinde güçlenmenin yollarını arar oldu. Yani ABD’nin liderliğinden kaçmanın yollarını arama tartışmaları AB’nin esas konularından biri.