Kedileri bile emziren sahipli ‘Garip’i belediye çalışanı uyuşturucu iğneyle öldürdü
Hayvanların korunması, sağlıklı bir yaşam sürmeleri ve insanlarla uyum içinde yaşayabilmeleri için küçük bir destek ile çok ama çok büyük bir adım atılabilir. Haydi imkânlarımız kadar yaşatalım, yasanın bir parçası olmayalım.
Tüm itirazlara rağmen meclisten geçen sokak hayvanları kanunu için üzülmekten, konuşmaktan, eleştirmekten, sosyal medya platformlarında paylaşım yapmaktan başka somut ne yapıyoruz? Milli yüzücümüz Alper Sunaçoğlu çok şey yapıyor. Toplumdaki farkındalığı arttırmak için konuşuyor, insanlara sevgi vermekten başka suçu olmayan sessiz dostlarımıza ses oluyor. Daha önemlisi onlar için yasayı protesto ediyor ve açlık grevi yaparak canını ortaya koyuyor. Hatta sesini daha fazla kişiye duyurmak için Fenerbahçe Sahilinden Sivriada’ya (Hayırsız Ada) yüzmek istiyor ama engelleniyor.
Alper Sunaçoğlu bir milli yüzücümüz. Türkiye’nin ulusal yüzme takımında yer almış ve ulusal ve uluslararası yarışmalarda başarılar elde etmiş, toplumsal ve sosyal olaylara duyarlı, sorumluluk bilinci yüksek, örnek bir sporcumuz.
Örnek sporcu kimdir? Topluma sağladığı pozitif katkı ile rol model olmalı. İyi davranış ve tutum sergileyerek ilham vermeli. Sosyal sorumluluk projelerine katılarak, destekleyerek toplumsal konularda duyarlılık göstermelidir. Halkı olumlu yönde etkilemeli. Tıpkı Alper Sunaçoğlu gibi.
4 Ağustos Pazar günü sporcumuz hayvan severlerin katılımıyla bir basın açıklaması yaparak kendisini bir kez daha anlatmaya, yetkililere sesini duyurmaya çalıştı. Ben de oradaydım. Yüzücümüz “Sokak hayvanlarına yönelik bu katliam yasasının karşısındayım çünkü dünya tarihinin en büyük hayvan katliamı olacak. Bu yasanın acilen durdurulmasını istiyorum. Kısırlaştır, aşıla ve yaşat formülünün en etik çözüm olduğunun artık anlaşılmasını istiyorum” diyerek bu konudaki en mantıklı yaklaşımı bir kez daha gündeme getirdi. Ayrıca kendilerini savunamayan köpeklerin bazı medya organları aracılığıyla yaratılan dezenformasyonla düşman haline getirildiğinin altını çizen Sunaçoğlu masum hayvanların daha yasa çıkmadan bıçaklarla, sopalarla katledildiklerini vurguladı.
30 Temmuz’da onaylanan kanlı kanun sahipsiz hayvanların belediyeler tarafından hayvan bakımevine götürülmesi, rehabilite edilerek sahiplendirilinceye kadar bu yerlerde barındırılması gibi ilk başta makul görünen maddeler içerse de, ne barınak sayısı ne koşullar ne de gerçekler böyle. İnsan ile hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olan hayvanlara, ötanazi uygulanacak! Bu yeni düzenlemeyle birlikte, mevcut kanunda yer alan “sahipsiz hayvanların da sahipli hayvanlar gibi yaşamları desteklenmelidir” ve “Sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanununda öngörülen durumlar dışında öldürülmeleri yasaktır” maddesi kaldırıldı. Öldürme, katliam, cinayet yasallaştı.
Sonuç;
-Sahipsiz olan, sokaklardaki sessiz dostlarımız toplanacak ve sahiplendirilmezlerse öldürülecek.
-Hastalığı olan, güçten düşmüş yardıma muhtaç canlar öldürülecek.
-Sokakta yaşayan hayvanlar neredeyse keyfi şekilde öldürülecek.
Yani her koşulda dünyanın göreceği en büyük hayvan katliamı gerçekleşecek.
Peki, tüm bunlar ne demek…
Sevgiden yoksun bir ülke insanların sosyal etkileşimlerinde ve duygusal akışlarında değişiklik, ekosistemin etkilenmesi ve ülkenin duygusal çöküşüne bir adım daha yaklaşmak demek.
Konu başıboş hayvan sayısı değil, sürecin nasıl yönetilip, bugünlere geldiği. Sorunu halının altına süpürmüşüz, ortamı temiz göstermişiz. Türkiye’de 6,5M sahipsiz köpek olduğu resmi makamlarca yasaya gerekçe olarak gösteriliyor. Somut verilere dayanmayan ve farklı kaynaklarda değişik rakamlarla karşılaştığımız bu bilgiye ancak tahmini diyebiliriz. Yıllardır önümüzde olan bir konuyu nasıl görmezden gelebildik? Sadece yönetime değil, ülkede yaşayan milyonlarca insana soruyorum. Türkiye nüfusu 85M+, başıboş köpek sayısı 6.5 milyon ise, neredeyse her 14 kişiye 1 sokak köpeği düşüyor. Küçük bir gayret ile 14 kişi mahallesindeki, köyündeki o masum dostu yaşatamaz mı? Yapacağınız tek şey mahallenizdeki o sevimli dosta bir mikroçip ve tasma takmak sonra üzerinize kayıt ettirmek. Ve sokakta beslemeye devam etmek. İşte o zaman o cana dokunulmayacağını umabiliriz.
Ya büyük şirketler? İlk 100’e girmek için ölümüne savaşan, en değerli marka olmak için çabalayan şirketler, ciro, satış rakamları, pazar payları ile övünen şirketler, bu masumlar için ne yapıyorlar? Bütçelerinden ayıracakları küçük bir pay ile milyonlarca sokak hayvanının kaderini kolayca değiştirebilecek o şirketler ki bazıları pandemi döneminde sokak hayvanlarını besleme yarışına girmemişler miydi? Kuşları, kedileri, köpekleri beslerken çekilen fotoğrafları resmi hesaplarından paylaşarak, tüketicileri ile duygusal bağ kurmamışlar mıydı? Şimdi ne yapacaklar? Neredeler?
Bu şirketler belediyelerle işbirliği içinde olmalı. Sokak hayvanlarının korunması ve haklarının tanınması için bilinçlendirme çalışmaları, eğitimler düzenleyebilirler. Barınak, bakım merkezleri oluşturabilirler. Kendi çalışanlarını sürece katabilir ve çalışanlarını sokak hayvanı sahiplendirmek için cesaretlendirebilirler. Saha çalışmaları yapabilir, yardım kampanyaları düzenleyebilirler. Barınak gönüllülerine destek olabilirler. Şirketler yemekhanelerindeki artık yemekleri barınaklara gönderebilirler. Hayvanların kendi mahallelerinde kalmalarını kolaylaştıracak destek için muhtarlarla iletişim kurabilir, kaynak, malzeme sağlayabilirler. Ve tabi yasal düzenlemenin geri çekilmesi için lobi faaliyetleri ile baskı yaratabilirler.
Özetle hayvanların korunması, sağlıklı bir yaşam sürmeleri ve insanlarla uyum içinde yaşayabilmeleri için küçük bir destek ile çok ama çok büyük bir adım atabilirler.
Şöyle baksak;
Biz onların yaşadıkları yerlere yerleştik, dengeyi bozduk. Yasaklı ırkları biz ürettik. Satın aldık, hevesimiz kaçınca terk ettik. Satarak para kazanmak için sürekli ürettik. Aç bıraktık, dövdük ve bir kısmını saldırgan hale getirdik. Çevresini mutlu etmekten başka amacı olmayan dostları yaşatmak insanlık görevimiz. Kim engelli çocuğuna ötanazi yapabilir ki? Geri dönülmez hasta insanlara kendi iradeleriyle ötanazi hak değilken neden o masumları öldürmek için ısrar ediyoruz.
Sorumluyuz. Hadi imkânlarımız kadar yaşatalım yasanın bir parçası olmayalım.
Ve son iki cümle;
Alper Sunaçoğlu’ya tüm hayvan sevenler, içinde vicdani duygu taşıyan herkes adına teşekkür ederiz.
Kamuoyuna; Allah’ın yarattığı canı planlı bir şekilde almak cinayet değil de nedir?
Unutmayalım, bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir.
19 Kasım 2024 - Ünvanların olmadığı bir dünyada, sen kimsin?
12 Kasım 2024 - Mola vermek iyidir!
5 Kasım 2024 - Türkiye’de siyasi mobbing neden hiç konuşulmuyor?
Feza Turunçoğlu Kimdir?
Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.