Sean Penn insanlığı yapay zekâyla mücadeleye çağırıyor
Bu hafta dinozorların yok oluşuna neden olan felaketin detaylarına giriyor, "Ay'da zamanı standartlaştırmak mümkün mü?" sorusunun peşine düşüyoruz. Sağlıklı toprağın sesini ve yeni doğum yapan pandanın ikizlerini merak ediyorsanız bültene bekleriz.
18 Ağustos’tan merhaba. Yangınların Ege’yi etkisi altına aldığı, Meclis’ten kavganın eksik olmadığı, silahlı ergenlerin yoldan geçenleri bıçakladığı bir haftayı geride bırakıyoruz. Evet, Türkiye yine Türkiyeliğini yaparak bir İskandinav ülkesinin belki de beş yılda anca yaşayacağı gerginlikleri bir hafta içine sığdırmayı başardı. Gerçi dünyanın muhtelif noktalarında da benzer durum hakim. Hindistan’da kadınlar tecavüze uğrama korkusu olmadan rahatça dışarıda dolaşabilmek için sokakları doldurdu, Kuzey Akım soruşturmasında iki yılın sonunda nihayet birileri hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. İran İsrail’e karşı bir hamle yapmadı daha ama ağzımızı hayra açalım, eli kulağında olabilir. Peki bilim dünyasında neler oldu?
Herhalde bu haftanın gündemi en meşgul eden konularından biri maymun çiçeği virüsü olsa gerek. Covid-19 dönemi açılan yaraları yeni yeni sararken 2020’nin başını yeniden yaşıyor gibiyiz… Avrupa’da vakalar görülmeye başladı, Ankara başta sessizliğini korusa da sonradan Türkiye’de de ilk vakanın görüldüğünü açıkladı. Herkes gergin, sonuçta Covid fiziksel görünüşümüzü etkilemeyen bir hastalıktı ama maymun çiçeği çok başka bir hikaye anlatıyor. Aslında bu bulaşıcı hastalık için Covid-19’un zirve yaptığı dönemde de alarm verilmişti ama o zaman dikkate alınmamıştı. Bu ikinci alarmı önemli kılan ne, Özgür Gökmen Çelenk 10Haber için araştırdı.
Sağlıktan girmişken öyle devam edelim. Ağır beyin hasarı geçiren ve komutlara fiziksel olarak yanıt veremeyen kişilerin bizleri duyup duyamadığını ya da varlığımızı hissedip hissedemediklerini merak ediyor musunuz? Yeni bir araştırmaya göre dörtte birinin bilinci yerinde. Bir de 40 ve 60 yaşlarındaki okurlarımızı ilgilendiren bir haberimiz var: Birçoğumuz için orta yaş krizleri ve içsel çalkantıları da beraberinde getirir. Yeni bir araştırmaya göre meğer bu dönemde vücudumuzdaki moleküller de çok ani bir fiziksel dönüşümden geçiyor. 44 ve 60 yaşlarında yaşlanma ‘patlıyor’muş.
Sürekli kavga eden çiftler için “Tartışmaya beş saniye ara verin”, ebeveynlere de “Çocuğunuz öfke patlaması yaşamasın istiyorsanız eline tablet tutuşturmayın” önerimiz var.
Lafı daha fazla uzatmadan bültene başlayalım!
İnsanlar tarih boyunca zamanı ölçmek için çeşitli yöntemlere başvurdu. Zaman ölçümünde en yüksek doğruluğa sahip cihazlar, atomların enerji seviyelerindeki geçişleri sırasında yaydıkları elektromanyetik radyasyonu ölçen atomik saatler. Bunlar o kadar hassas ölçümler ki hata oranı milyarlarca yılda sadece bir saniye gibi küçük bir sapmayla sınırlı kalıyor. Atomik saatlerini GPS sistemlerinde, uluslararası zaman standartlarında, telekomünikasyon ağlarında ve bilimsel araştırmalarda kullanıyoruz.
Peki ya Dünya’dan sadece 20 bin kilometre uzaktaki Ay’da atomik saatlerden oluşan bir ağ kurulabilir mi? Evet kulağa fütüristik geliyor. Sonuçta böylesine hassas cihazların Ay’da düşük yerçekimi, yüksek radyasyon seviyeleri ve aşırı sıcaklık değişimlerine karşı doğru ve sürekli çalışmasını sağlamak o kadar kolay olmasa gerek. Colorado’daki NIST’te çalışan fizikçiler Neil Ashby ve Bijunath Patla The Astronomical Journal’da yayınlanan yeni makalelerinde tam da bu konuya değiniyor.
Malum, NASA 2026 gibi erken bir tarihte astronotları Artemis programıyla Ay’a göndermeyi planlıyor. Eğer Ay için de Dünya’daki gibi standart zamandan bahsedecek olursak bu Ay ve çevresindeki navigasyon ve iletişim faaliyetlerini daha da kolaylaştırabilir. Fizikçiler makalede iki olasılıktan bahsediyor. İlk olarak Dünya’dan Ay’a zaman sinyali gönderilebilir. Bu sinyal, Ay ve çevresindeki navigasyon ve iletişim sistemlerinin senkronize edilmesi için kullanılabilir. İkinci seçenek ise Ay ya da hiç olmazsa Ay’ın yörüngesinde bir veya daha fazla atomik saat kullanarak Ay’a özel bir zaman standardı oluşturmak. Bu sayede Ay’daki operasyonlarda bağımsız ve hassas zaman referansları verilebilir.
İlk seçeneğin zorluğu Ay’da bir saatin Dünya’daki bir saatten daha hızlı ilerlemesi. Bu zaman genişlemesi, Ay ile Dünya arasındaki yerçekimi farkından kaynaklanıyor. Ashby ve Patla, Einstein’in genel görelilik teorisinden faydalanarak Ay’daki saatin Dünya’daki bir saate kıyasla günde yaklaşık 56 mikrosaniye daha hızlı ilerleyeceğini hesapladı. Ancak aradaki bu fark sabit değil çünkü Ay’ın yörüngesi eliptik ve Güneş Sistemi’ndeki diğer cisimler de Ay üstünde değişik gelgitler yaratıyor. Bu nedenle Ay’daki saat ile Dünya’daki saat arasındaki zaman farkında dalgalanmalar olması mümkün.
Dolayısıyla fizikçilere göre ikinci seçenek, yani Ay’a özel atomik saat oluşturulması çok daha olası bir ihtimal. Burada amaç saatlerin Dünya zamanıyla kademeli olarak senkronize olması değil, Ay yerçekimine uygun olarak ayarlanmış bir zaman dilimi oluşturmak. Bu sayede yüksek hassasiyetli Ay konumlandırma sisteminin temeli de atılabilir ve uzay araçları planladıkları iniş noktalarının birkaç metre yakınına daha kontrollü bir şekilde iniş yapabilir.
60 milyon yıl önce dinozorlar için kıyamet günü geldi çattı. Bir dağ büyüklüğündeki meteor saniyede kilometrelerce hızla bugün Meksika’nın Yucatán Yarımadası’nın parçası olan sığ denize çarptı. Çarpmanın gücü 100 milyon nükleer bombaya eşdeğer bir enerji açığa çıkardı. Yerkabuğunda 200 kilometre genişliğinde ve 20 kilometre derinliğinde bir yara açıldı. Depremler, tsunamiler ve yangınlar her tarafı sardı. Meteor çarpası nedeniyle yükselen dumanlar yüzünden güneş ışınları dünyaya ulaşamadı, dünya genelinde sıcaklıklar düştü, besin zinciri çöktü ve dinozorlar dahil o zaman var olan türlerin yarısından fazlası bir daha geri dönmemek üzere yok oldu. Küllerinden doğanlar arasında memeli atalarımız vardı, bu sayede dünya yeni bir çağa kapılarını aralayabildi.
Tüm dünyayı etkileyen bu felaketin ayrıntıları milyonlarca yıl gizemini korudu. Ta ki fizikçi Walter Alvarez 1970-1980 yılları arasında felaketin ana hatlarını birleştirene kadar. Alvarez ve meslektaşları dünyanın dört bir yanında 66 milyon yıllık kayalarda, yerkabuğunda yok denecek kadar az bulunan ama meteorlarda ve kuyruklu yıldızlarda bol olan iridyum gibi elementlerle zengin katmanlar keşfetti. Nihayetinde bu katmanın kökeninin dinozorları öldüren çarpışmaya ve şu anda sular altındaki dev izi olan ve Chicxulub’da bulunan “Kıyamet Krateri”ne bağladılar. Bununla birlikte bilim insanları yıllardır daha ince ayrıntıların peşinde. Örneğin çarpan şey kuyruklu yıldız mıydı, yoksa meteor muydu? Ya da bunlar dışında bir şey olabilir miydi? Uzayın neresinden gelmişti? İridyum ve kitlesel yok oluşun sebebi çarpışma değil de çok büyük volkanik patlamalardan kaynaklanıyor olabilir miydi?
Science dergisinde yayınlanan yeni çalışma, enkazdaki rutenyum izotoplarının hassas ölçümlerini yaparak çağ atlatan olayın kökenlerine dair şimdiye kadarki en kesin cevapları sundu. Araştırmanın sonuçları enkazdaki rutenyumun da iridyum ve diğer elementler gibi volkan patlamalarından kaynaklanmadığını gösteriyor. Yani enkaz kesinlikle dünya dışı bir kaynaktan gelmiş. Ayrıca enkaz, kuyruklu yıldız ya da sıradan bir uzay kayası gibi görünmüyor. Aksine karbon ve organik bileşenler açısından zengin bir meteora işaret ediyor.
Rutenyum ve iridyum gibi “platin grubu” elementlere yeryüzünde nadir rastlanıyor çünkü bu elementler “siderofil” yani demir seven elementler. Dünya yeni yeni oluşurken bu elementler demir ve diğer yoğun metallerle birleşerek gezegenimizin çekirdeğine çöktü. Yani çoğu şu anda ulaşamayacağımız çekirdekte. Yine de bu elementler sonraları göktaşları, meteorlar ve kuyruklu yıldızlar aracılığıyla dünyaya taşındı. Bu olaylar dünya soğuduktan sonra gerçekleştiği için başta rutenyum olmak üzere çoğu dünya tarihinde meydana gelmiş çarpma olaylarını izlemek için önemli referans noktaları.
Şimdi gelelim meteorun nereden geldiğine. Bilim insanları bu tür meteorların nispeten nadir olduğunu ve Dünya’nın oluşmasından çok önce Jüpiter’in ötesinde, Güneş Sistemi’nin dışında oluştuğunu düşünüyor. Bu tür meteorların Güneş Sistemi’nin asteroit kuşağına 4,5 milyar yıl önce, Güneş’in parlamaya başlamasından sadece birkaç milyon yıl sonra ulaştığı tahmin ediliyor. Buzlu dış Güneş Sistemi’nden gelen bu organik madde yığınları, yeni doğan Dünya’ya önemli kimyasal yapı taşlarını ve okyanusları dolduran suyun büyük kısmını tedarik etmişti muhtemelen. Anlayacağınız ortada büyük bir tezat vardı. Dünya üzerinde yaşamın başlamasına yardımcı olan bu süreç, dinozorların sonunu getirmiş ama memelilerin şahlanmasını sağlamıştı.
🔴Google’da “Chicxulub impactor” diye arattığınızda sizi bir sürpriz bekliyor, bizden söylemesi.
👉SpaceX bu yılın sonlarına doğru dört özel uzay turistini Dünya’nın kutupları üstünden uçuracak. Uçuşu finanse eden kişiyse kripto girişimcisi Chun Wang. Fram2 adı verilen bu misyon, 1893 ve 1912 yılları arasında Kuzey Kutup bölgesine yelken açan Norveçli kutup keşif gemisinden sonra kutup yörüngesine gönderilen ilk mürettebatlı uçuş olacak. Fram2 turistlerini Crew Dragon uzay aracı taşıyacak ve 250 ila 310 mil yüksekten uçacak. Wang, Ars Technica’ya verdiği demeçte sadece kendi masraflarını değil, uçuşta yer alacak diğer turistler olan görüntü yönetmeni ve eski kutup gezgini Jannicke Mikkelsen, profesyonel kutup kaşifi Eric Phillips ve robotikçi Rabea Rogge’un masraflarını da kendisinin karşıladığını iddia etti. Uzmanlık alanlarına baktığınızda Fram2 mürettebatının sıradan turistler olmaktan çok uzak olduğu anlaşılıyor. Şirket de zaten açıklamasında mürettebatın kapsülün kubbesinden kutupları gözlemleyeceğini ve kozmik fizikçilerin rehberliğinde kutup ışıklarına benzeyen nadir ışık emisyonlarını inceleyeceğini söyledi.
🔴Fram2 türünün ilk mürettebatlı uçuşu olabilir ama Crew Dragon kapsülü daha önce de uzay turistlerini taşımıştı. 2021 yılında milyarder Jared Isaacman, dünyanın tamamı sivillerden oluşan ilk uzay görevi olan Inspiration4 görevini komuta ederek tarihe geçmişti.
👉Hayatta kalma içgüdüsü en düşük kişinin kendiniz olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Pandalar bizden daha isteksiz, hatta bu yüzden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmişti. Neyse ki Çin’in çabalarıyla bu sevimli canlılar hâlâ hayatlarımızın bir parçası. Üstelik Hong Kong’daki tema parkında yaşayan panda Ying Ying’in 19 yaşına basmadan bir gün önce doğal yollarla dünyaya getirdiği ikizleri, türün bir süre daha yaşayacağına işaret ediyor. Bu arada Ying Ying’i bir konuda daha tebrik etmek gerekiyor. Zira kendisi doğum yaptığı kayıtlara geçen en yaşlı panda oldu. Yavrular da şehir ortamında doğan ilk yavrular. Ying Ying ve tema parkındaki eşi Le Le, 13 yıl boyunca insan gözetimi altında yaşadıktan sonra ilk ke 2020 yılında doğal yollarla çiftleşmişti. O zamanlar da Ying Ying’in hamile olduğundan şüphelenilmişti ama bu şüpheler doğru çıkmamıştı. Ama şimdi ikilinin çok tatlı iki yavrusu var, onları da şöyle bırakalım:
🔴Size bir ilginç bilgi daha verelim: Pandaların gebelik süresi 72 ila 324 gün arasında. Ne var ki bu canlıların hamile oldukları ultrason taramalarında ancak doğumdan iki hafta önce tespit edilebiliyor.
👉Dünyanın sesinin neye benzediğini hiç merak etmiş miydiniz? Yeni bir araştırmaya göre sağlıklı toprağın kendine özgü bir sesi var. Avustralya’daki Flinders Üniversitesi’nden bilim insanları, omurgasız canlıların biyoçeşitliliğin ve toprağın sağlıklı olup olmadığının bir göstergesi olup olmadığını görmek için toprağa yerleştirdikleri mikrofonları dinledi. Bitkiler ve küçük canlılarla dolu topraklar yeraltından binbir türlü ses taşırken, temizlenmiş topraklarda sadece beyaz gürültü oluyor. Merak ettiyseniz sağlıklı toprağın sesi şöyle:
👉Tarih boyunca neredeyse her uygarlık emekten turşuya, içkiden yoğurda yaptıkları yiyecek ve içecekler için fermentasyona başvurdu. Teknolojik bilgimiz arttıkça aynı kimyasal prensipleri ilaç ve biyoyakıt gibi diğer alanlarda kullanmaya başladık. Şimdi araştırmacılar bu süreçlerin dünya dışında nasıl değişkenlik gösterdiğini görmek istiyor. Bunun için Florida Üniversitesi Gıda ve Tarım Bilimleri Enstitüsü’nden bir ekip, mikro yerçekiminde bira yapmayı denedi. Beverages dergisinde yayınlanan sonuçlar, mikro yerçekiminin fermentasyon sürecini hızlandırmakla kalmayıp daha kaliteli ürünlerin ortaya çıkmasını sağlayabileceğini de gösterdi. Normalde yüksek alkol gruplarıyla lager ester miktarları arasındaki oran 3-4:1 arasında değişiyor. Oran yükseldikçe biralar daha kuru ve daha az aromatik oluyor. Ekibin kontrol örneklerinde oran 1,4:1 oranındayken, mikro yerçekimindeki biralar 4,6:1 oranındaydı. Yani mikro yerçekimindeki biralar daha az aromatikti.
👉Çinli elektronik şirketi Realme, bir akıllı telefonu beş dakikanın altında bir sürede tamamen doldurabileceğini iddia ettiği yeni bir şarj cihazını tanıttı. GSMArena’ya göre “320 W SuperSonic Charge” şarj aleti bir dakikada yüzde 26, iki dakikada yüzde 50 ve dört dakika 30 saniyede tüm cihazı şarj edebiliyor. Bu da onu dünyanın en hızlı akıllı telefon şarj teknolojisi haline getiriyor. 320 W’ye en çok yaklaşan ise yerli rakibi Redmi’nin 300W şarj aleti. 300W de akıllı telefonları dört dakika 55 saniyede şarj edebiliyor. Bu teknolojinin yaygın olarak ne zaman kullanılabileceği henüz belli değil.
👉Kısa süre önce yayınlanan bir raporda Meta’nın yasa dışı uyuşturucu reklamlarından kazanç sağladığı tespit edildi. Bu ortaya çıkınca Amerikan Kongresi’nin Temsilciler Meclisi kanadı Meta’ya mektup göndererek “Bu olayda özellikle korkunç olan şey bunların dark web’de ya da özel sosyal medya hesaplarında kullanıcılar tarafından oluşturulan içerikler değil, Meta’nın bizzat onaylayıp para kazandığı reklamlar olması. Bu reklamların birçoğunun üstünde, açıklamalarında, fotoğraflarında ve reklamverenlerin hesaplarında yasa dışı uyuşturuculara bariz atıflar var. Bunlar kolayca tespit edildi ve Meta’nın kendi iç süreçlerinde bunu fark etmemiş ya da göz ardı etmiş olduğu görülüyor” dedi.
Aslında şirketin CEO’su Mark Zuckerberg daha bu senenin başında Amerikan Kongresi’nde çocukların sosyal medya kullanımı hakkında düzenlenen oturuma katılmış, çocuklarını sosyal ağlardaki zararlı içerikler yüzünden kaybeden ailelerin önünde özür dilemişti. Ellerinden geleni yapacaklarını da söylemişti ama o zamandan bu yana Instagram ve Facebook’un uyuşturucu reklamlarından para kazandığına dair birtakım raporlar ortaya çıktı. Instagramda pedofillerin birbirlerini bulmasını sağlayan algoritmalara girmiyoruz bile… Bir Meta sözcüsü, Engadget’e şirketin kısa süre içinde mektuba yanıt vereceğini söyledi ama Tech Transparency Project’in belirttiğine göre bu reklamlar hâlâ birkaç tık uzağımızda.
“Ömrüm boyunca yaptığım orman dedektifliğinin ardından ağaçlara dair algım tamamen değişti. Yaşadığım her yeni aydınlanmayla beraber ormanla daha derinden bütünleştim. Bilimsel kanıtlara gözleri kapatmak olanaksız: Orman bilge, duyarlı, şifalı bir doğaya sahip.
Bu kitap ağaçları nasıl kurtarabileceğimizi anlatmıyor.
Bu kitap ağaçların bizi nasıl kurtarabileceğini anlatıyor.”
Suzanne Simard, Anne Ağaç’ta okurları ağaçların samimi dünyasına götürüyor. Ağaçların sadece kereste ya da kâğıt hamuru kaynağı değil; karmaşık, birbirine bağlı bir yaşam döngüsüne sahip; bizimkinden çok da farklı olmayan ortak yaşamlarla birbirine sosyal anlamda bağlı, işbirlikçi canlılar olduğunu ortaya koyuyor. Simard, ayrıca yüzlerce yıldır bir arada yaşayan ağaçların nasıl evrimleştiğini, davranışlarını, birbirlerini nasıl tanıdıklarını, birbirleriyle nasıl rekabet ettiklerini ya da işbirliği yaptıklarını ve aslında insan zekâsına atfedilen özelliklere sahip olduklarını yalın bir dille ele alıyor.
Çocukken ormandaki ağaçları kataloglayarak geçirdiği günleri, onları nasıl sevip saygı duymaya başladığını, bilimsel arayışıyla beraber nasıl kendi yolculuğunun da peşine düştüğünü anlatan yazar, hayatından aktardığı kesitlerle insanın bilimsel araştırmasının ne kadar derin ve kişisel olabileceğini de gösteriyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Modern teknolojinin en acil kodlu hikâyesi Silikon Vadisi’nde değil, iki yüzyıl önce İngiltere’nin kırsal kesiminde, Luddistler olarak bilinen emekçilerin, geçim kaynaklarını ellerinden almak için otomatik makineler kullanan fabrika sahiplerine karşı açlıktan ölmek yerine ayaklanmasıyla başlar. Luddistler ölüm cezasına çarptırılma pahasına bu makineleri parçalamak için baskınlar düzenlediler ve şair Lord Byron’ın desteğini kazandılar, İngiltere Kralını çılgına çevirdiler ve bilimkurgu yazınının doğuşuna ilham verdiler. Unutulmaya yüz tutmuş̧ bu sınıf mücadelesi on dokuzuncu yüzyıl İngilteresini dize getirmişti. Bugün de teknoloji milyonlarca işi tehlikeye atıyor, robotlar fabrikaları dolduruyor.
Yapay zekâ yakında ekonomimizin her alanına nüfuz edecek. Bu durum yaşam biçimimizi nasıl değiştirecek? Bu konuda ne yapabiliriz? Bu ve benzeri soruların cevapları Makinedeki Kan’da. Brian Merchant, içinde bulunduğumuz çağı Luddistlerin hikâyesiyle iç içe geçirerek, otomasyonun dünyamızı nasıl değiştirdiğini ve geleceğimizi şekillendirdiğini net bir şekilde gösteriyor.
The New Yorker, Wired ve Financial Times tarafından 2023 yılının en iyi kitapları arasında gösterilen Makinedeki Kan’ı okurken yapay zekâ tartışmalarını tarihi bir perspektiften değerlendirerek teknolojinin insanı geri plana iten karanlık yüzünü göreceksiniz.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
2022 yılından itibaren yaptıkları ve gelecekte yapmayı vadettikleri üzerinden ciddi bir şekilde tartışılan yapay zeka olgusu, çok geçmeden sanat alanında da kendisine yer buldu. Günaşırı birçok farklı mecrada “Yapay zeka sanatı öldürüyor mu? Sanatçılar ve tasarımcılar işlerinden mi olacaklar? Resim öldü mü? Makineler sanat yapabilir mi?” ve benzeri sorulara cevaplar arandı.
Sanat Tarihçisi Alp Doğu Eser, 2023 yılının ekim ayında yayımlanan Yapay Zekâ ve Sanat: Sanatçılarla Tartışmalara Bir Bakış adlı kitapta, sanat, tasarım ve hukuk alanlarından isimlerle söz konusu tartışmaları ele almıştı. Yayımlanmasının üstünden çok geçmeden karşılaşılan yeni atılımlar, konunun daha geniş bir perspektifle irdelenmesi adına gerekli motivasyonu oluşturdu.
Yapay Zekâ ve Sanat: Araç mı Amaç mı? adlı bu kitapta, sorgu alanı genişletilerek, konuyla ilgili farklı alanlardan 21 isimle söyleşiler gerçekleştiriliyor. Bu söyleşiler, “Yapay Zeka Nedir?”, “Yapay Zeka Okuryazarlığı”, “İnsan ve Makinede Sanat İçgüdüsü”, “Geçmiş İle Günümüz Arasında: Sanat Tarihi, Sanat Eğitimi, Yapay Zeka”, “Güncel Sanat Pratiklerinde Yapay Zekanın Yeri (Kavramsal Çerçeve ve Yorum/Pratik)”, “Dijital Sanatlar Küratörlüğü” ve “Hukuki Boyutlar” adlı 7 farklı bölümden oluşuyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.