4 Ağustos, Berlin
Şu an Berlin’i iliklerime kadar hissettim. Şakır şakır yağmur yağdı ve on dakika sonra diniverdi. İnsanın kendini Berlin’de, kendisi gibi hissetmesi o kadar doğal ki. Kimsenin kimseye rol yapması gerekmiyor sanki. Herkes herkesi nasılsa öyle kabul ediyor.
6 Ağustos, Berlin
Bugün oğlum çok hoş bir tespit yaptı. “Baba, İstanbul’da herkes yürüyüş yapıyor ya, biz burada yürüyoruz.” O kadar doğru ki. Zaten her yere ya yürüyerek ya bisikletle ya da toplu taşımayla gidiliyor. Toplu taşımaya gitmek için bile yürüyor insan. Bu nedenle sahte yürüyüşler yapmak zorunda kalmıyoruz. Sadece bir yerden bir yere yürüyoruz.
Bugün evin bazı ihtiyaçlarını karşıladık. İstanbul’dan bir misafirimiz var Onunla saatlerce Berlin sokaklarında yürüdük ve sohbet ettik.
Perşembe akşamından itibaren tezime odaklanıyorum ve başka hiçbir şeyle ilgilenmemek istiyorum. İstanbul’a dönene kadar bir yüz sayfa kadar yazmış olmalıyım diye düşünüyorum ki bunun için yeteri kadar not tuttum. Artık yazma zamanı.
8 Ağustos, Berlin
Yalnızlık günleri başladı, tam da arzuladığım gibi. Kafe Fleury’ye, içeride bir köşeye çekildim, öğleden sonraki seanslarımın başlamasını bekliyorum. Tekrar tezime odaklansam da ‘Delirmek Normaldir’ kitabımın düzeltmelerini bitirebilmek istiyorum bu arada, eylülde çıkabilmesi için biraz yoğunlaşmam gerekiyor. Biraz daha çok çalışmam lazım.
Polisiye romansa sanki rafa kaldırılmış gibi. Çünkü bir de araya ‘Bilinçdışı Mırıltılar’ı soktum. Ama bu şiir kitabını yayınlamayı çok istiyorum. Elimde incecik, en fazla 50 sayfalık şiir kitabımı tutmak; diğer kitaplarım gibi kapağı mavi renkte ve Eylül tarafından düzenlenmiş. Sekiz kitabım yayınlandı ama beni en çok bu kitap heyecanlandıracak.
Yeniden yoğun çalışma tempoma döndüm. Bu sabah dokuzda başladım ve biraz evvel, öğleden sonra dörtte bitirdim seansları. İyi bir şey mi yapıyorum bilmiyorum ama sanki çok çalışmalıymışım gibi geliyor bana. İstanbul’da ve Berlin’de, iki ayrı hayat ve çocukların henüz öğrenci olmaları ve birinin Berlin’de diğerinin Paris’te okuması. Sanki çok çalışmazsam başıma bir şeyler gelecek diye endişe etmem gerekiyor hissi.
Bugün fikirlerine değer verdiğim bir ‘dostum’ şiirlerimi çok beğendiğini, dizelerimin onu Hölderlin’in dizeleri kadar şaşırttığını söyledi. Kendimi hiçbir şekilde Hölderlin’le kıyaslama cüreti gösterecek değilim ama bunu duymak bile iyi geldi bana. Üstelik Hölderlin’i Almancadan okuyabilen biri söylemişse bunu.
Eve döndüğümde Hölderlin’den şiir okuyayım bari.
‘Bilinçdışı Mırıltılar’ı bir kitapçının rafında görmeye can atıyorum.
9 Ağustos, Berlin
Bu sabah Kaffe Fleury’de online seans yapmak için laptopumu açtığımda garson genç gelip nazikçe uyardı. Hafta sonları kafede laptop kullanmaya izin vermiyorlarmış. İnsanlar hafta sonlarını tatil yaparak geçirsinler diye, en azından bir kafede otururken. Seansım başlamak üzere olduğu için beni kırmadılar, bir elli dakika izin verdiler. Tam oradan çıkarken iki genç mühendis, bir çift bana seslendi. Beni tanımışlar. Biraz sohbet ettik onlar kahvaltı ederken. Haftaya birlikte Yağmur’un bana geçen hafta tanıttığı bir Sicilya restoranına gitmeye karar verdik.
O restoranın hikayesini daha sonra yazacağım. Çok hoş bir sahibi var. Ve ikram ettiği şaraplar içinde yalnızca annesinin köyünde üretilen, yerel beyaz ve kırmızı şaraplar var. Bu kadar güzel lezzetleri en son ne zaman tatmıştım, hatırlamıyorum.
Bu akşam bir misafir ağırlayacağız. Evimizde ağırlayacağımız ilk misafirimiz.
Bizim günlerdir temizlemeye çalıştığımız eve Bulgar göçmeni bir kadın geldi ve evi, saatlerce uğraştıktan sonra biraz olsun yaşanır hale getirdi. 1990’ların başında Bulgar devletinin baskısından kaçan Türk azınlıktan biri. O kadar güçlü bir insan ki, kocası olmadan, daha doğrusu onu boşayıp yanına üç yaşındaki oğlunu alarak Almanya’ya göç etmiş ve kendi başına ayakta durmaya çalışıyor. Öğretmen aslında ve öğretmenliğinin denkliğini de almış Berlin’de. Şimdi Almancasını belli bir düzeye getirmeye çalışıyor. Bunu da en geç bir yıl içinde başaracak gibi ve belki de 2027’ye bir öğretmen olarak girecek.
Bu arada ben ona ulaşıp telefonla konuştuğumda benim sesim ona tanıdık gelmiş ve fark etmiş ki benim FLUTV’deki programlarımı izliyor. Sanırım Berlin’de beni tanıyan kitle İstanbul’dakilerden daha entelektüel ve eğitimli.
Sevdiğim yazarların günlüklerini okuyarak bu konuda, günlük yazmak konusunda daha iyi olabileceğimi çok iyi anlıyorum. Demir Özlü’nün ‘Berlin Güncesi’ örneğin, Tomris Uyar’ın birer öykü tadında olan ‘Gündökümleri’, Cemal Süreya’nın ‘Günler’i, Oğuz Atay’ın ‘Günlük’ü, Cemil Meriç’in ‘Jurnal’ler i. Bunlar bizimkilerden. Ayrıca Andre Gide’in, Franz Kafka’nın, Albert Camus’nün günlükleri. Belki Heidegger’in ‘Kara Defterler’i bile. Okunacak, çalışacak ne çok şey var.
Bu benim adına ‘Jurnal’ demeyi seçtiğim, İsmet’in ‘Sevgili Günlük’ olarak yayınladığı yazıların birer tanıklık olabilmesini istiyorum. Elbette bana dair olduğu kadar içinde bulunduğum çağa, zaman dilimine, coğrafyaya dair bir tanıklık. Bazan İstanbul’a bazan Berlin’e dair. Ve bu iki şehirde yaşayan benim duygularıma, düşünce biçimime dair.
Bazan bir kongre ya da bir konuşma yapmak ya da tatil için gittiğim yerlerdeki izlenimlerimin de önemli olacağını, olması gerektiğini düşünüyorum. Bu bakış açısıyla bakmayı öğrenmem gerek sanırım. Tanıklık eden adam gözüyle görmek. Bir ‘olay yeri inceleme uzmanı’ gibi.
Türkçenin bazı kelimelerinin yeni kullanılış şekillerini sevmiyorum. Örneğin, bazen. Ben bazan demeyi tercih ediyorum. Bir şey ve her şey, sanki birleşik yazılmalıymış gibi geliyor bana. Bir de üç nokta yerine iki noktada durmak istiyorum ben..
10 Ağustos, Berlin
Dün gece çok rahatsız edici bir rüya gördüm. Hoşlandığım ama sevgili olmadığım bir kadınla aynı yatakta uyuyorduk. Sevgili olmadığımız için de birbirimize dokunmamak için çok dikkatli davranıyorduk. Oysa ben sarılmak istiyordum ona ama buna cesaret edemiyordum. Bir ara uyandım ve kendimi yatağın yanında yerde yatarken buldum. Rahatsız etmeyeyim derken o kadar kenara gitmişim ki yere düşmüşüm. Uyandığımda belim ağrıyordu ve uykudan gözlerim kapalı usulca yatağa girdim. Rüyamın içinde, yataktaki kadının sevgilim olmadığını unutup, yatağa girer girmez bütün bedenimle ona sarılıverdim. Sarıldığım kişi ürkerek uyandı ve bana önce şaşkınlıkla, sonra kızgınlıkla baktı. Sanki, “ne yapıyorsun sen yahu bu yatakta?” der gibi. Ben de dehşete düştüm, çünkü tanımadığım bir erkekti sarıldığım kişi. Rüya bu ya, ben onun aslında sevgilim olmasını istediğim kadının sevgilisi olduğunu hemen anladım ve o yatakta olmanın bana yasak olduğunu iliklerime kadar hissettim. O sırada uyandım ve çok tedirgin oldum. Uzun süre huzursuz hissettim kendimi. Neden böyle bir rüya gördüğümü bir türlü anlamlandıramadım. Ama o kadar rahatsız ve gergindim ki, sonrasında uyuyamadım.
Bir şeyleri, yaptığım ama yapmamam gereken bir şeyleri yapıyorum da, bilinçdışım beni uyarıyor sanki. Bunu bulmam gerek. Bulduğumda elbette bunu sizinle paylaşmayacağım. Bu kadarı çok özel.
Ama rüya böyle bir şey işte. Gerektiğinde yüzünüze tokadı aşkediveriyor.
Günün süsü İsmet Özel’den olsun bugün: Uzak nedir? / Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için / gidecek yer ne kadar uzak olabilir?