Dünyayı değiştirebilecek çalışma: Gana yeni sıtma aşısını ilk onaylayan ülke oldu
Nijer'de gerçekleşen darbe, başta Fransa olmak üzere birçok Batılı ülkede büyük bir endişeyle karşılandı. Dünya medyası uzun süre bu konuya eğildi. İNÜAFAM'dan Nijerya araştırmacısı Kenan Toprak ile son yıllarda Frankofon ülkelerde baş gösteren darbe zinciri üzerinden Nijer'deki darbeyi konuştuk.
Nijer’de 26 Temmuz’da gerçekleşen darbenin üzerinden bir ay geçti. Darbe sonrası süreç dünya genelinde büyük bir ilgiyle takip edilirken, Afrika’nın ekonomi birliği ECOWAS Nijer’e askeri müdahalede bulunma tehdidine varan yaptırımlarda bulundu. Öte yandan son yıllarda darbeyle iktidarı değiştiren ve Wagner’den güvenlik bakımından yardım alan Mali ve Burkina Faso, Nijer cuntasına desteğini gösterdi.
İnönü Üniversitesi Afrika Araştırmaları merkezi (İNÜAFAM) Nijerya araştırmacısı Kenan Toprak, 10Haber’e Nijer darbe sürecini ve bu darbenin Frankofon ülkelerdeki darbeler açısından yerini anlattı.
Her darbenin sebeplerinin her ülkenin geçmişini ve bugününü içerdiğini düşündüğümüzde Nijer’de yaşanan darbenin de bir boşlukta gerçekleşmediğini ve bundan dolayı darbenin geçmiş ve mevcut bazı nedenlerle ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Nijer’de yaşanan krizin arkasındaki motivasyon, karmaşık konuları içeren pek çok yerel ve bölgesel dinamiği barındırsa da darbenin tamamıyla idealistik bir yaklaşımla yapıldığını söylemek mümkün değil. Darbeye zemin hazırlayan hoşnutsuzluk atmosferine katkıda bulunan nedenleri açıklayınca darbenin hangi yaklaşımla yapıldığı daha da netleşecektir.
Nijer 63 yıllık tarihinde darbelere ve darbe girişimlerine hiç de yabancı bir ülke olmadı. Ancak devrik lider Muhammed Bazum’u iktidardan indiren askeri darbe ve darbeye verilen tepkiler diğer darbelerden çok farklı görünüyor. Şöyle ki; askeri cunta tarafından darbenin tetikleyici nedeni olarak ‘ülkenin güvenlik durumunun sürekli olarak bozulması’ ile ‘kötü ekonomik ve sosyal yönetim’ konusundaki endişeler gösterildi. Bu söylem Mali ve Burkina Faso’da darbe gerçekleştiren cuntacılarınkiyle aynı nedenler. Ancak Mali veya Burkina Faso’da yaşananların aksine, Nijer darbeden önce yaygın protestolara veya halkın liderlik değişikliği çağrılarına maruz kalmadı.
Güvensizliğin artması ve ekonomik durgunluğun da ülkedeki kırılganlığa katkıda bulunduğuna şüphe yok. Özellikle ABD ve Fransa’dan gelen yabancı güçlerle birlikte artan askeri üslere rağmen terörist saldırılar durdurulamadı. Fransa’nın Nijer’in madencilik sektörüne yaptığı büyük yatırımlar, ülkeye ilgisinin bir başka nedeni olduğu için hem halk hem de Nijer ordusu bunu çok hoş karşılamadı. Bu nedenler Nijer’de yaşanan askeri darbede cuntanın meşruluğunu sağlamak için kullandığı birincil argümanlar olduğu gibi halkın hoşnutsuzluğunu açıklamaya da yardımcı oluyor.
Nijer’deki iç tabloya odaklandığımızda ülkede yaşanan darbenin en önemli tetikleyici nedeni ise bir aydan uzun süredir üst düzey yetkililer arasında sürtüşme söylentileri ile askeri ve sivil liderler arasında gergin ilişkiler olduğuna dair çıkan haberlerdi. Yani 26 Temmuz’da yaşanan askeri darbenin Bazum ile ordunun bazı kesimleri arasında var olan gerilimlerle doğrudan bağlantılı olduğunu söylemek mümkün. Bu gerilimler yeni değil ve aslında Bazum’un başkanlığı devralmasından öncesine dayanıyor. 31 Mart 2021’de, Bazum’un göreve başlamasından iki gün önce, onun göreve gelmesini engellemek için başarısız bir darbe gerçekleştirilmişti. İlginçtir, 26 Temmuz darbesini gerçekleştiren General Abdurrahman Tchiani, hem eski Cumhurbaşkanı Mahmud Yusufu hem de halefi Bazum’un görev süreleri boyunca rejimi çok sayıda darbe girişimine karşı koruyan Cumhurbaşkanlığı Muhafızları’nın başında yer alıyordu.
26 Temmuz’da yaşanan askeri darbenin idealistik bir yaklaşımla gerçekleşmediğini ve Bazum’un son birkaç ayda yüksek rütbeli askeri kadrolarda yaptığı ve yapmayı düşündüğü değişikliklerden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bazum, selefinin vesayetinden kurtulmak için ülkenin tüm güvenlik aygıtını reform etme konusunda kesin bir kararlılığa sahipti. Yakın zamanda Bazum, genelkurmay başkanı dahil olmak üzere Nijer Ulusal Jandarma komutanını görevden aldı ve bazı üst düzey generalleri emekliye ayıran bir kararname imzaladı. Askeri kadrolarda ki bu değişimler şu anda cuntaya liderlik eden iki general olan Tchiani ve General Salifou Mody’de dahil olmak üzere yüksek rütbeli subayları rahatsız etti. Aynı zamanda Bazum’un darbeden önce General Tchiani’yi cumhurbaşkanlığı muhafızlarının lideri olarak görevden almayı planlaması ve Tchiani’nin Cumhurbaşkanlığı Muhafızları’nın başındaki konumunu kaybetme şüphesi son askeri darbeye zemin hazırlamış olabileceği düşüncesini kuvvetlendiriyor.
Darbe sonrası protestolarda ara sıra dalgalanan Rus bayraklarının, Rusya’ya duyulan sevginin kitlesel ifadeleri olmadığını belirtmek önemli. Bu durum yüzyıldan fazla süren ve devam eden Fransız sömürgeciliğinin ve bölgedeki neo-sömürgeci nüfuzun reddi olarak okunmalıdır.
Devrik lider Bazum’u destekleyenlere baktığımızda Nijer içinden çok büyük bir desteğin olmadığını görüyoruz. Darbeden bir gün sonra Bazum’u destekleyen ilk gösterilerin darbeci askerler tarafından dağıtılması ve ardından Vatanı Koruma Ulusal Konseyi’ni (CNSP) destekleyen gösteriler ile halkın tepkisi büyük ölçüde değişti. 27 Temmuz’a kadar ‘ölümcül çatışmalardan kaçınma ve cumhurbaşkanı ile ailesini koruma’ niyetlerini gerekçe gösteren Nijerya Silahlı Kuvvetleri’nin CNSP’ye katılmasından sonra Nijer’de Bazum’u destekleyen gösteri yürüyüşleri bir daha görülmedi.
Darbeden iki hafta sonra bir dönem isyancı Touareg gruplarının liderliğini yapan aynı zamanda eski Turizm Bakanı da olan Rhissa Ag Boula, cunta hükümetini reddeden, ‘Cumhuriyet için Direniş Konseyi’ (CRR) isimli bir siyasi hareket başlattı. Bazum’un görevine dönmesi için mücadele edecek bir siyasi hareket olarak ortaya çıkan konseyin bugüne kadar fiili bir girişimi görülmedi.
Nijer’de yaşanan darbenin bu kadar fazla konuşulmasının nedeni ülke içinde, komşu ülkelerde ve aynı zamanda küresel sahnede birçok aktörün çıkarlarını kapsamlı bir şekilde etkileme kapasitesinden kaynaklanıyor. Rejim değişikliği ve darbenin sonuçları, çok önemli bir müttefiki ve güvenlik ortağını kaybeden Fransa ve ABD başta olmak üzere Batılı güçlere ağır bir darbe vuruyor. Avrupa, hammadde tedarikinin yanında Sahel bölgesinden kıtaya göçü kontrol altına almak ve cihatçılara karşı mücadele etmek konularında Nijer’e ihtiyaç duyuyor.
Aynı zamanda Mali ve Burkina Faso’daki son darbelerin ardından bu her iki ülkenin yüzünü Rusya’ya dönmesi ve Nijer’in de aynı tavrı gösterme ihtimali Batılı ülkeleri korkutuyor. Temelde Nijer, enerji üretimi ve nükleer cephanelik amacı ile en çok aranan madene sahip ülkelerden biri. Bundan dolayı Nijer’deki güç değişiminin jeopolitik ve askeri boyutunun yanı sıra ekonomik sonuçları da var.
Nijer’deki darbenin Fransa için geniş kapsamlı sonuçları olduğu aşikar. Fransa’nın terörle mücadele stratejisinin merkezinde yer alan Nijer, Fransa’nın en büyük beşinci uranyum tedarikçisi durumunda ve Fransa’nın 56 nükleer reaktörü için ihtiyaç duyduğu uranyumun büyük bir bölümünü sağlıyor. Bir arz kesintisi yaşanırsa sadece Fransızlar değil, nükleer santrallerini kapatan fakat Fransa’dan nükleer enerji ithal eden Almanya için de büyük bir sorun ortaya çıkar. Aynı zamanda Avrupa Birliği şu anda uranyum ihtiyacının neredeyse dörtte birini Nijer’den yapılan ithalatla karşılıyor.
Birçok Avrupa ülkesi, askeri darbeden sonra, Batı Afrika’daki göçmen ve mültecilerin geçişini kontrol etmede kilit bir ortağı kaybetmenin endişesini de taşıyor. Nijer, Batı Afrika’yı Akdeniz’e bağlayan göç yollarının stratejik açıdan önemli merkezlerinden biri ve göç hareketliliğinin engellenmesinde ‘göç politikalarının ileri karakolu’ olarak görüyor.
Nijer’in çöl şehri Agadez’den Libya’ya giden göç yolunu kapatmak için Avrupa Birliği (AB), 2015’ten beri Nijer ile işbirliği yapıyor. Alman Kalkınma Bakanlığı’na göre, her yıl 150 bin kişi Nijer üzerinden Avrupa’ya geçiş yapıyor ve bu sayının darbeden sonra artma ihtimali Avrupa’da endişe yaratıyor.
Mali ve Burkina Faso’daki darbelerden sonra Nijer, Sahel’de daha güvenli Batı yanlısı jeostratejik bir kale olarak görülüyordu. ABD’nin ülkede konuşlanmış yaklaşık bin askeri, Fransa’nın 1500 askeri ve Almanya’nın 100 askeri var. Nijer’deki üslerine yüz milyonlarca yatırım yapan ABD için Nijer stratejik olarak önemli bir bölge olarak kabul ediliyor. Mali’den fiilen kovulan Fransız güçleri, geçen yıl Nijer’deki üslere çekilmek zorunda kalmıştı.
Nijer, ABD’nin asla vazgeçmeyeceği son derece stratejik bir konumda ve bu ülkede kurulan üslerden ayrılmasının Orta Sahel’de daha güçlü bir Rusya dayanağı anlamına geleceğini çok iyi biliyor. Fransa’nın Mali’de yaşadığı kaderi Nijer’de yaşamayacağı da kesin değil. Şimdi, Nijer askeri cuntası tarafından yönetilen bir ülkede statüleri ve rolleri belirsiz. Bu durum Fransa ve Batı için çok fazla şeyin tehlikede olduğunu gösteriyor.
Darbelerin özellikle Frankofon ülkelerde yaşanmasının en büyük nedeni Fransa’nın doğrudan sömürge yönetimini daha kurnazca neo-sömürgeci kontrol biçimleriyle – her şeyden önce para birimiyle- değiştirmesi ve diğer tüm emperyal güçlerden daha fazla, bu ülkeler üzerinde muazzam bir güç uygulamasından duyulan şikayetler ve Fransa’nın derin mirasına karşı hissedilen öfkeden kaynaklanıyor. Özellikle, eski sömürge gücünün Batı Afrika’da ara sıra askeri müdahalelerde bulunmasını, önemli bir ekonomik oyuncu olarak kaldığını ve aynı zamanda bölgesel para birimi aracılığıyla mali hakimiyet uyguladığını gören yeni nesil Afrikalılar bu durumu kabullenmek istemiyor.
Son darbeleri ele alarak değerlendirdiğimizde darbelerin yaşandığı ülkelerin birçoğunda insanlar, Batı’nın kuklası olma eğiliminde ve yıllar boyunca yeni sömürgeci düzene meydan okumak için hiçbir şey yapmayan seçilmiş hükümetlerin aksine, orduyu uluslarının egemenliğini ve bağımsızlığını savunan liderler olarak görüyor.
Yeni sömürgeci düzene meydan okunmadığına yönelik bir örnek vermek gerekirse uranyum madenlerinin çoğu emperyalist şirketler tarafından kontrol ediliyor ve Fransız şirketleri başı çekiyor. Emperyalist talan sonucunda Nijer’deki geniş kitlelere bu gelirden bir kuruş bile kalmıyor. Elektriğinin yüzde 75’ini sağlamada uranyuma bağımlı olan Fransa, nükleer santrallerine yönelik enerji ihtiyacının 20’sini Nijer’den tedarik ediyor. Ancak uranyum zenginliği yaşayan Nijer’e baktığımızda, yedi Nijerliden yalnızca biri ve kırsal kesimde yaşayanların yalnızca yüzde 4’ü modern elektrik hizmetlerine erişirken , nüfusun yüzde 40’tan fazlası aşırı yoksulluk içinde yaşıyor.
Bundan dolayıdır ki Nijer’de sergilenen Fransız karşıtı duyguların yoksulluğun, azgelişmişliğin, güvensizliğin ve devlet yapısındaki yozlaşmanın temel nedeni olarak görülen sömürge ve neo-sömürge dönemine yönelik yaygın kızgınlığın bir birleşimi olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle ülkenin bir bölümünün darbeyi kutlaması sürpriz olmamalı. Çünkü Batı tarafından kendilerine sömürge zamanında ‘medeniyet’ ve neo-sömürgecilik döneminde ‘demokrasi’ olarak sunulan her şey kronik başarısızlıklardan dolayı hüsrana uğradı.
Dış Politika yazarı Howard French’in ifade ettiği gibi, uluslararası toplumun şu ana kadar Nijer ve daha geniş Sahel’de arzuladığı şey gerçek demokrasi değil, cihatçıları yenmek, jeopolitik rakiplerine karşı koymak, hayati kaynakları istiflemek veya göçmenleri engellemek gibi daha geniş küresel gündemlere ucuz bir şekilde kontrol edilebilecek bağımlı devletlerdir. Anlaması ne kadar zor olursa olsun, Batılı ülkeler – ve özellikle Fransa- bu Batı karşıtı eğilimin son zamanlardaki yabancı nüfuzdan çok, uzun süredir devam eden neo-sömürgeci uygulamalara karşı tarihsel şikayetlerle ilgili olduğunu kabul etmelidir. Buna aynı reçetelerle -mali şantaj ve askeri güç- karşı koymaya yönelik her türlü girişim yalnızca Batı’ya karşı şikayetlerin listesini çoğaltacaktır.
Öncelikle ECOWAS hakkında birkaç şey söylemek gerekirse, 1975 yılında Nijerya’nın Abuja kentinde kurulan ekonomik grup olan ECOWAS, Sahel ve Sahra’da 15 ülkeden oluşuyor ve Afrika kıtasındaki en eski, en başarılı bölgesel bloklardan biri olarak kabul ediliyor. ECOWAS genel sekreterliğinin merkezi, Nijerya’nın başkenti Abuja’da yer alıyor. Örgütün askeri kolu ECOWAS Ateşkes İzleme Grubu (ECOMOG) kurulduğu 1990 yılından bu yana Liberya, Sierra Leone, Gine Bissau ve Fildişi Sahili’ndeki çatışmalara müdahale etti. Sadece askerlerden oluşan ECOMOG, 2004’te bünyesine sivil ve polisleri de alarak yerini ECOWAS İhtiyat Kuvvetleri’ne (ESF) bıraktı.
Darbeciler, 2020’de Mali Devlet Başkanı İbrahim Boubacar Keita’yı, 2021’de Gine Devlet Başkanı Alpha Conde’yi, 2022’de Burkina Faso Devlet Başkanı Roch Marc Christian Kaboré’yi ve şimdi de 2023’te Bazum’u görevden aldı. Askeri darbelerin gerçekleştiği bu ülkelerin hepsi ECOWAS üyesi ülkelerden oluşuyor. Ancak ECOWAS Nijer’de uyguladığı baskıyı diğer ülkelerde uygulamadığı gibi bu ülkelerin hiç birine askeri müdahale tehdidinde bulunmadı.
ECOWAS’ın Nijer’deki eylemlerine ve arkasındaki motivasyona baktığımızda bunun birinci nedeni muhtemelen, Frankofon ülkelerdeki askeri personelin demokratik olarak seçilmiş liderleri devirdiği, son üç yılda açıkça bir ritüel gibi görünen darbeleri kontrol etmek olduğu öne sürülebilir. Bununla birlikte ECOWAS’ın Nijer cuntasına karşı sert önlemler almasının nedeni, liderlerinin üç yıldır tekrarlanan darbeler ve kontrollü girişimlerle boğuşan bölgenin iç içe çökmesinden korkması. Gine, Mali ve Burkina Faso’daki arabuluculuğun başarısızlığından sonra Nijerya, Batı Afrika’da önemli bir diplomatik araç olan ECOWAS’ın itibarını kesin olarak zedeleyebilecek son kriz olduğunu biliyor.
Bundan dolayı ECOWAS’ın şu anki başkanı olan Nijerya Devlet Başkanı Bola Tinubu, Nijer’deki darbeye sert tepki gösterdi: “Arka arkaya darbelere izin vermeyeceğiz” dedi ve sonrasında “Nijer’deki anayasal düzen yeniden sağlanamazsa, ECOWAS askeri olarak müdahale edebilir” açıklamasında bulundu. Buradan anlaşılıyor ki kendisini bölgesel bir düzenleyici güç olarak gören Nijerya ve ECOWAS bölgede askeri darbelerin yeniden norm haline gelmesini önlemek istiyor.
ECOWAS’ın Nijer’de yaşanan darbeye diğer darbelerden daha sert tepki göstermesinin ikinci nedeni motivasyondan daha çok etkiyle ilgili gibi. Dolayısıyla bu durum birçok soruyu içinde barındırıyor. Ne BM ne ABD ve ne de AB, askeri cuntalara iktidarı bırakması için bu kadar baskı yapmaya karar verdi. Oysa ECOWAS iki hafta içinde, en hafif tabirle kınama, yaptırım ve askeri tehditte bulundu. Bu yüzden gerçekten neyin önemli olduğunu görmek için dürbünü açmak gerekiyor. Kimin çıkarları, ECOWAS’ı bölgeyi daha fazla yıkıma itecek bir savaşın eşiğine itiyor?
Bazı analistler bunun arkasında Fransa’nın uzun kolunun olabileceğinden şüpheleniyor. Güvenlik analisti Aly Ndiya, “Arka planda büyük ekonomik çıkarlar söz konusu” ve “Fransa, bu darbeleri ve Nijer’deki uranyum gibi ekonomik avantajlarını tehdit eden güvensizliği kabul edemez” diyerek Fransa’yı işaret ediyor.
Dikkati çeken diğer bir konu ise ECOWAS’ın çoğunlukla Frankofon devletlerden oluşması. 15 üyeli birlikte Anglafon ülkeler yalnızca Nijerya, Gana, Gambiya, Liberya ve Sierra Leone. Mevcut durumda Anglofon ülkeleri Nijer’e askeri müdahaleye daha mesafeli yaklaşıyor gibi görünüyor.
Tinubu’nun, Nijer ile diyalog görüşmelerinde bulunan ulema heyetine, ‘ülkelerin askeri güçleriyle hazır olmaları konusunda birçok telefon aldığını, çok ciddi bir durumla baş ettiğini’ söyleyerek, “ECOWAS’ı geri tutan benim” demesinden ECOWAS’ın Nijer’e askeri olarak müdahalede bulunması için baskı yapan ülkelerin olduğu anlaşılıyor. Nitekim Frankofon ülkelerinden Fildişi Sahili Devlet Başkanı Alassane Ouattara’nın 26 Temmuz darbesinden sonra Bazum’u yeniden iktidara getirmek için gerekirse güç kullanma konusunda yüksek sesle konuşmasına şaşmamalı.
Hem Tinubu’nun hem de Outtara’nın açıklamalarından yola çıkarak Fransa ile ilişkileri güçlü olan ECOWAS üyesi ülkelerin ekonomik birliği askeri müdahaleye yönlendirdiğine dair ihtimal yüksek görünüyor. ECOWAS, ABD ve Fransa (ve AB) tarafından desteklenmekte ve bu nedenle, varsayımsal bir Afrika içi savaşta Batılı güçler için bir emperyalist müdahale vektörü ve olası bir ‘vekil’ olarak hizmet edeceği söylenebilir.
Prigojin’in ölümü, Rusya’nın şu ana kadar Wagner’in liderlik ettiği Afrika’daki hedeflerini değiştirmeyecek ancak karizmatik Prigojin’in kişisel bağlantıları olmadan bu zor bir görev olabilir. Her ne kadar Wagner yapılandırılmış bir grup olsa da Prigojin, Afrika’da önemli bir ağ kurmuştu. Afrika’da başka hiçbir Rus’un sahip olmadığı kişisel dostluklar, suç ortaklıkları, askeri liderler, kabile şefleri, iş insanları ve kaçakçılarla ortak yozlaşmış bir ağ örmüştü.
Wagner’in Afrika’daki operasyonları hakkında en çok bilgi sahibi olanlar onunla birlikte uçakta can verdi. Bundan dolayı paralı asker grubunun başına geçecek kişinin Prigojin benzeri bir çevreyi kurması yıllar alabilir. Bunun yanında Prigojin’in ölümü Batılıların kaybettiği zeminin bir kısmını geri kazanmak için yararlanmaya çalışabileceği bir durum olabilir. Ancak Fransa’nın Sahel’deki prestij kaybı ve AB’nin görece eylemsizliği, yeni durumdan yararlanma becerisi konusunda şüpheler uyandırıyor.
Her halükârda Prigojin’in ölümü Afrika’daki güvenlik ve güç dinamikleri açısından bir dönüm noktasını temsil ediyor. Wagner’in desteğinden yararlanan Afrikalı liderler yeni zorluklarla ve fırsatlarla karşı karşıya kalacak. Bazıları Rusya veya Çin, ABD veya AB gibi diğer dış aktörlerle ilişkilerini yeniden müzakere etmeye çalışabilir. Diğerleri ise ülke içindeki muhaliflerin veya silahlı grupların artan baskısıyla karşı karşıya kalabilir. Sonuç olarak Rusya, Afrika’daki nüfuz ve kaynak mücadelesinde Wagner aracılığıyla Afrika’da daha derin siyasi, ekonomik ve askeri bağlar kurmuştu. Dolayısıyla Rusya Wagner aracılığıyla Afrika’daki etkisini korumaya çalışacak.
Prigojin’in ölümü, ECOWAS’ın Nijer’deki cuntaya karşı askeri müdahaleye hazırlandığı bir sırada gerçekleşti. Rusya veya Wagner’in Nijer’de yaşanan askeri darbede herhangi bir rol oynadığına dair bir kanıtın olmaması ve şu ana kadar Rusya’nın Nijer’deki darbeye gözle görülür bir tepki göstermediğini düşündüğümüzde, Prigojin’in ölümünün Nijer’deki durumu etkilemeyeceğini söylemek mümkün. Ancak Rusya’nın Nijer’e yönelik stratejik ilgisinin aynı kalacağını belirtmek önemli.
Nijer’deki dış politika başarısızlığı ABD’nin mevcut ve potansiyel müttefiklerine olumsuz bir mesaj göndererek, Putin’i cesaretlendirmeye yarıyor. Wagner güçleri halihazırda Nijer’in batısında Mali ve Burkina Faso’da, doğusunda ise Orta Afrika Cumhuriyeti ve Sudan’da konuşlanmış durumda. Grup ayrıca Libya’yı Afrika operasyonları için bir geçiş merkezi olarak kullanıyor ve normalde bu ülkelerden kaynak çıkarma hakkı karşılığında yerel yönetimlere koruyucu hizmetler sağlıyor. Dünya arzının yüzde 5’ni oluşturan ve onu Avrupa’nın ana tedarikçisi haline getiren zengin uranyum yatakları göz önüne alındığında, Wagner’in Nijer’e yanaşması için uygun şartlar oluşuyor.
Bununla birlikte şu ana kadar Wagner’in Nijer’e konuşlandırılması ihtimaline ilişkin raporlar zayıf olsa da Nijer’deki cuntanın, özellikle askeri müdahale ve güç kullanımı bağlamında önemli ve uzun süreli yardım sağlamak için Wagner paralı askerleriyle gelişmiş bir ortaklık kurabileceği makul bir senaryo var. Yine de Wagner’in Afrika’da Nijer’in ECOWAS’la yüzleşmesine yardımcı olacak çok fazla ağır ekipmanı olmadığını belirtmek önemli. Wagner’in Afrika’daki varlıkları ‘temel olarak kalaşnikof ve toyota’ olarak biliniyor ve Mali’ye konuşlandırılan birliklerinin savaşçı değil, çoğunlukla askeri eğitmenler olduğu ifade ediliyor.
Yaşanan darbeden bu yana Mali ve Burkina Faso Nijer’deki cunta yönetimine desteğini sürdürdü. Örneğin Burkina Faso ve Mali ‘Nijer’e yönelik herhangi bir askeri müdahaleyi kendilerine yönelik bir savaş ilanı’ olarak göreceklerini söyleyerek, Nijer’e kuvvetli bir destek sağladı. Ayrıca her iki ülke de Nijer’e savaş uçakları konuşlandırdı. Prigojin’in ölümü ile, Nijer’e destek veren ülkelerin fikirlerinde bir değişiklik yaşanma ihtimali zor gibi.
Ne var ki Nijer’deki darbede olaylar çok hızlı ilerlediği için söylemlerin bir kısmı birkaç gün içinde değersizleşebiliyor. Darbeden bu yana yaşanan baş döndürücü olayları toparlamaya çalışırsak tüm Batı Afrika’yı yutma riskine sahip bir soğuk savaş dönemine geçiş sayılabilecek askeri darbeden bu yana askeri cuntanın geri adım attığına dair hiçbir işaret yok, ancak yine de diyalog kanalını açık bıraktıkları görülüyor. Uluslararası toplum ve bölgesel organlar darbeyi kınama konusunda birleşebilse de, değişimi etkileme yeteneklerindeki söylem ve eylem arasında duran uçurum çok büyük. Genel olarak Nijer’deki mevcut durum tamamen kafa karıştırıcı ve gerilim çığ gibi artsa da kimin ne yapacağı net değil.