ABD F-16 satışında ‘Önce İsveç’ diyor, TBMM komisyonu yeniden toplanıyor
ABD'nin hegemonyasını tehlikeye sokan Çin'e karşı uyguladığı yaptırımlar ve Çin'in Pasifik'te artan faaliyetleri, soğuk savaş çanlarının çalmasına neden oldu. Peki nükleer felakete kadar gidebilecek yeni bir savaşın önüne nasıl geçilebilir? The Guardian'dan Nouriel Roubini cevaplıyor.
New York Üniversitesi Stern School of Business’da ekonomi profesörü olan Nouriel Roubini, ABD ve Çin olası başlaması muhtemel yeni bir soğuk savaşın önüne nasıl geçilebileceğini İngiliz gazetesi The Guardian’da ele aldı.
ABD ve Çin savaşa doğru ilerlemeye devam ediyor. Bu iki süper güç arasındaki soğuk savaş, Tayvan meselesi yüzünden kızışabilir. Yükselen bir gücün, tepedeki hegemonla çatışmaya girmesinin kaçınılmaz olduğu durum anlamına gelen ‘Thucydides tuzağı’ ufukta beliriyor. Ancak savaş bir yana dursun, Çin-Amerika gerginliğinin ciddi bir şekilde turmanmasının bile önüne geçilebilir ve dünya yeni bir soğuk savaşın getireceği tüyler ürpertici sonuçlardan kurtulabilir.
Yükselen bir güç, hakim küresel güce meydan okuduğunda elbette gerilimler yaşanabilir. Ancak Çin, ABD’nin gücünün zayıflayabileceği ve bu stratejik düşüşünü önlemeye kararlı olduğu bir anda ABD ile karşı karşıya geliyor. Dolayısıyla her iki taraf da diğerinin niyetleri konusunda giderek paronayaklaşıyor ve sağlıklı rekabet ile işbirliğinin yerini tartışmalar almış durumda. Bunun böyle olmasından her iki taraf da kısmen suçlu.
Devlet Başkanı Şi Cinping öncülüğündeki Çin, Deng Şiaoping’in ‘reform ve dışa açılma’ mottosuna bağlı kalmak yerine daha otoriter hale geldi ve devlet kapitalizmine yöneldi. Dahası Deng’in ‘gücünü sakla, zamanını bekle’ düsturu da askeri atılganlıkla değiştirildi.
Çin’in giderek daha agresif bir dış politika izlemesiyle, Asya’daki bazı komşularıyla arasındaki toprak anlaşmazlıkları iyice kötüleşti. Doğu ve Güney Çin denizlerini kontrol etmeye kararlı olan Çin, Tayvan ile nasıl olursa olsun ‘yeniden birleşmek’ için giderek daha sabırsız hale geldi. Çin’in ABD’nin Asya’daki hegemonyasına meydan okuyabileceği konusu da endişe uyandıran hususlardan biri.
Çinli liderler ise ABD’nin yarım yüzyıldır Çin-Amerikan ilişkilerinin temelini oluşturan ‘Tek Çin’ ilkesine artık bağlı olmadığından korkuyor. ABD Tayvan’ı savunup savunmama konusunda belirsiz tutumunu korumakla kalmadı, AUKUS (Avustralya, İngiltere ve ABD), QUAD (Avustralya, Hindistan, Japonya ve ABD) ve NATO’nun Asya ekseninde artan varlığı Çin’in kuşatılma korkusunu körükledi.
İki ülke arasındaki çatışmayı önlemek için atılacak ilk adım, hüküm süren bazı endişelerin abartı olduğunu kabul etmek. Örneğin ABD’nin Çin’in ekonomik yükselişinden duyduğu endişe, yıllar önce Almanya ve Japonya’nın yükselişine karşı takındığı tavrı anımsatıyor. Halbuki Çin’in son yıllarda elde ettiği yüzde 10’luk büyümenin çok altında kalmasına neden olarak potansiyel büyümesini yıllık olarak yüzde 3 ila 4 arasında düşürebilecek ciddi ekonomik sorunları var. Ayrıca Çin’in nüfusu yaşlanıyor ve genç işsiz oranı da çok yüksek. Hem özel hem de kamu sektöründe yüksek seyreden borçlar, iktidar partisinin gözdağının bir sonucu olarak düşen özel yatırımlar ve çok faktörlü üretkenliğine ket vuran devlet kapitalizmine bağlılığı da cabası.
Ayrıca derinleşen ekonomik belirsizlik ve büyük bir sosyal güvenlik ağının olmaması da Çin’in iç tüketimini zayıflattı. Asıl deflasyonun baş gösterdiği Çin’in artık Japonlaşma endişesi taşıması gerekiyor, yani uzun vadeli büyüme kaybı döneminden. Gelişmekte olan pek çok piyasada olduğu gibi Çin de yüksek gelir statüsüne ulaşıp dünyanın en büyük ekonomisi olmak yerine ‘orta gelir tuzağına’ düşebilir.
Çin’in potansiyel yükselişini gözünde büyüten ABD; yapay zeka, makine öğrenimi, yarı iletkenler, kuantum, robotik, otomasyon ve nükleer füzyon gibi yeni enerji kaynakları konusunda geleceğin sektör ve teknolojilerinin çoğunda kendi liderliğini hafife alıyor gibi. Çin ‘Made in China 2025’ programı kapsamında bu alanlardan bazılarına önemli yatırımlar yapsa da geleceğin 10 sektöründe yakın vadede hakimiyet sağlama hedefi en azından şimdilik uzak görünüyor.
ABD’nin Çin’in Asya’ya hakim olacağına dair korkuları da abartı. Çin, birçoğu stratejik rakibi ya da ‘düşmanı’ olan yaklaşık 20 ülkeyle çevrili. Bölgedeki Kuzey Kore gibi nadir müttefikleri ise kaynaklarını tüketiyor. ‘Kuşak ve Yol’ girişiminin yeni dostlar ve bağlılıklar yaratması bekleniyordu ancak borç temerrütlerine yol açan başarısız projeler de dahil olmak üzere birçok zorlukla karşılaşıldı. Çin her ne kadar Küresel Güney’e ve Küresel Güney’in uluslararası ‘salıncak ülkelerine’ hükmetmek istese de birçok orta güç buna direniyor.
ABD, kilit teknolojileri Çin ordusundan uzak tutmak ve Çin’in yapay zeka alanında hakimiyet kurmasını engellemek için bazı yaptırımlar uyguladı. Ancak ABD, gerekli bazı teknolojik kısıtlamalar dışında , stratejisini ayrışmadan ziyade risk azaltmaya yönelik kurmalı, ‘küçük bahçe, yüksek çit’ yaklaşımına hangi sektörleri dahil edeceğini belirlerken çok ileri gitmekten kaçınmalı. ABD’nin eski Başkanı Donald Trump’ın Çin’e uyguladığı ticari yaptırımlar çok çeşitli tüketim ürünlerine uygulanmıştı, bu yaptırımlar kademeli olarak kaldırılmalı.
Çin ve ABD, Tayvan meselesinde tehlikeli tırmanışı yatıştırmak için yeni bir yaklaşıma varmaya çalışmalı. ABD’nin mevcut Başkanı Joe Biden, ‘Tek Çin’ ilkesini açık bir şekilde teyit etmeli ve kamuya açık taahhüt ve açıklamalarını ‘stratejik belirsizlik’ ilkesine göre yeniden düzenlemeli. ABD, Tayvan’a kendisini savunması için ihtiyaç duyduğu silahları satmalı, ancak bunu Çin’in dikenlerini çıkarmasına neden olmayacak bir hızda ve ölçekte yapmalı. Ayrıca ABD Tayvan’ın resmi bağımsızlık yönündeki her türlü hareketine karşı olduğunu belirtmeli ve Tayvanlı liderlerle üst düzey görüşmelerden kaçınmalı.
Çin ise Tayvan çevresindeki hava ve deniz devriyelerini durdurmalı, birleşmenin kesinlikle barışçıl ve karşılıklı mutabakata dayalı olacağını açıkça ifade etmeli, denizler konusunda ilişkileri iyileştirmek için yeni adımlar atmalı ve komşularıyla toprak anlaşmazlıkları konusundaki gerilimlerini azaltmalı.
ABD ve Çin, ekonomik ve jeopolitik gerilimleri azaltacak ve iklim değişikliği ile yapay zeka düzenlemesi gibi küresel konularda sağlıklı işbirliğini teşvik edecek politikalar izlemeli. Mevcut çatışmalarına neden olan konularda uzlaşmaya varamazlarsa bunun sonu çarpışmaya varır. Bu da kaçınılmaz olarak dünya ekonomisini tahrip edecek ve hatta nükleer çatışmaya kadar tırmanabilecek bir askeri çatışmaya yol açar. Çatışmalarının taşıyacağı yüksek riskler, her iki tarafın da stratejik olarak itidalli davranmasını gerektiriyor.