Riyad’da ‘Gazze’ trafiği: Fidan bugün, Blinken yarın Suudi Arabistan’da
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, düşünce kuruluşu SETA'nın yayınladığı akademik Insight Turkey dergisine bir makale yazarak Türkiye'nin önümüzdeki beş yıl izleyeceği dış politika vizyonunu anlattı.
Mayıs ayındaki seçimin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Dışişleri Bakanı olarak atanan Hakan Fidan, düşünce kuruluşu SETA’nın yayımladığı hakemli akademik dergi Insight Turkey’e bir makale yazarak Türkiye’nin dış politika vizyonunu anlattı. Fidan, makalesinde Türkiye’yi ‘Bölgeyi yapılandıran ve sistem değiştirici bir aktör’ olarak tanımlıyor.
Makalesine ‘Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olarak görevime, Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında ‘Türkiye’nin Yüzyılı’na adım attığımız, Türk tarihinin dönüm noktalarından birinde başladım. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde geliştirilen ‘Türkiye Yüzyılı’ vizyonu, Türkiye’yi ilerleme, kalkınma ve küresel angajmanla nitelendirdiğimiz bir geleceğe doğru yönlendirmeyi, geçtiğimiz yüzyılın başarılarını dinç ve coşkulu bir şekilde yeniden canlandırmayı amaçlayan bir kavram olarak ortaya çıkmıştır’ cümleleriyle başlayan Fidan, ‘Türkiye Yüzyılı’ vizyonunun dış politika dahil bütün politika alanlarında Türkiye için bir ‘deniz feneri’ işlevi göreceğini söylüyor.
Makalesinin ilk bölümlerinde 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan sistemin artık barış ve güvenlik üretmekte yetersiz kaldığını, bu durumdan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in bile şikayetçi olduğunu anlatıyor, Türkiye’nin yaptığı ‘Dünya 5’ten büyüktür’ çağrılarına atıfta bulunuyor, ‘Çağrımız, büyük güçler arasında artan rekabetin küresel gerilimleri yoğunlaştırdığı ve küresel ölçekte kutuplaşmayı beslediği bir dönemde bilhassa yerindedir. Bu rekabetin etkilerini dünyanın dört bir yanında görmek mümkündür. Çok taraflılığın ve kural tabanlı düzenin yıpranması, giderek artan bu kutuplaşmayı daha da şiddetlendirmektedir. Uluslararası hukukun temel ilkelerinin korunmasını sağlamaya gereksinim duyulmaktadır. Ancak, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasından birinci derecede sorumlu olan BM Güvenlik Konseyi, bu görevini yerine getirememektedir. Bu da uluslararası sistemin dengesinin giderek bozulmasına, öngörülemeyen gelişmeler yaşanmasına ve daha fazla zafiyete yol açmaktadır’ diyor.
Fidan’ın orijinali İngilizce olan makalesinde şu ilginç satırlar dikkat çekiyor:
‘Uluslararası kamuoyu, Türkiye’nin hemen yanı başında Rusya ve Ukrayna arasında devam eden savaşla ilgili önemli güvenlik endişeleri taşırken, aynı zamanda savaşın küresel enflasyon, ekonomik durgunluk, enerji krizi ve gıda güvensizliği gibi yayılma etkileriyle de mücadele etmektedir. Çözüm önerilerini sunma yetkisine sahip kuruluşlar, Avrupa’nın kalbinde patlak veren, lakin tüm dünyayı sarsmakta olan bu krizi ele almaktan aciz gözükmektedir. (….) Tüm bu eşzamanlı gelişmeler sonucunda küresel sistem, değişimin hem acil gerekliliğine hem de kaçınılmazlığına işaret eden karmaşık bir çoklu krizler dönemi geçirmektedir. Uluslararası sistemin önemli bir dönüşümden geçmesi gerektiği artık çok açıktır.’
Uluslararası sistem mimarisindeki sorunları böyle özetleyen Fidan, buradan sözü Türkiye’nin önerilerine ve vizyonuna getiriyor ve Türkiye’nin yeni dünya düzeninin kurucularından biri olacağını ifade ederken şöyle diyor:
‘Türkiye’nin hedeflediği uluslararası sistem, ister tek kutuplu, ister iki kutuplu veya çok kutuplu olsun, kutuplulukla tanımlanan geleneksel uluslararası düzen kavramının ötesine geçmektedir. Türkiye, mevcut küresel ve bölgesel zorlukları ele alan daha kapsayıcı, etkin, adil ve güvenli bir uluslararası sisteme; kutupluluk yerine dayanışmaya dayalı sağlam bir sisteme katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
Bu, stratejik sabır ve sarsılmaz bir kararlılık gerektiren zorlu bir görevdir. Türkiye, sağlam siyasi iradesi ve artan imkânlarıyla, böylesi yeni bir uluslararası sistemin mimarlarından biri olmak için şüphesiz iyi bir konumdadır. Türkiye’nin daha kapsayıcı, adil ve güvenli bir küresel düzen arayışı, Türk halkının asırlara dayanan kültür ve kimliğinde yer alan ve dolayısıyla ulusal dış politikamıza da yansıyan adalet ve vicdan kavramlarından güç almaya devam edecektir.
Türkiye, ortak değerleri savunmak ve ortak sorumlulukları yerine getirmek için diğer ülkelerle işbirliği yapmaya hazırdır. Bu işbirliği, insan refahına öncelik veren, ekonomik eşitsizlikleri gideren ve küresel barış, güvenlik, istikrar ve refahı teşvik eden kapsayıcı ve etkili bir uluslararası sistem kurmayı hedeflemektedir.’
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, makalesinin devamında, Türk dış politikasının hedeflerini sıralıyor:
‘Bölgede barış ve güvenliğe katkıda bulunmak iki yönlü hedefimiz. Bu hedefin ilk yönü tehdit unsurlarının ortadan kaldırılması ve zorluklarla mücadele edilmesidir, ikinci yönü ise bölgesel ekonomik ve siyasi işbirliği modellerinin geliştirilmesine yönelik fırsatların değerlendirilmesi çabalarıdır.
Terörizm, büyük anlamda bölgesel barış ve güvenliğe yönelik en ciddi tehdittir. Terörizm insanlığa karşı bir suç teşkil etmesine rağmen Suriye’de, Kuzey Afrika’da, Sahel’de ve başka yerlerde vekalet savaşlarının bir aracı olarak kullanılmaya devam etmektedir. Terörizmin uluslar ötesi niteliği göz önünde bulundurulduğunda, bu belayla mücadelede etkin ve gerçek bir uluslararası işbirliğinin gerekliliğinin tekrar tekrar vurgulanması zaruridir. Türkiye’nin bu mücadeleye olan bağlılığı sözde kalmamaktadır. IŞİD’e karşı mücadelede sahada bulunan tek NATO müttefikiyiz. Aynı zamanda, PKK/YPG terör örgütünün ve uzantılarının sadece masum canlara mal olmakla kalmayıp, komşularımızın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü de tehdit eden bölücü emelleriyle de mücadele etmekteyiz. Darbeci terör örgütü FETÖ’ye karşı amansız mücadelemizi sürdürüyoruz. Türkiye bu iki mücadeleyi eşzamanlı olarak yürütecek kararlılık ve kapasiteye sahiptir. Terörle mücadele konusundaki kararlılığımızı sürdürüyoruz ve bu alandaki uluslararası girişimlerde öncü rol üstlenmeye devam edeceğiz. Ancak bu kararlılığımız hiçbir şekilde diğer tarafların sorumluluklarını ortadan kaldırmamaktadır.’
Makalesinde Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine saygılı olduğunu söyleyen Fidan, bu ülke için Birleşmiş Milletler çerçevesinde oluşturulan yol haritasının uygulanmasını, meşru Suriye muhalefetinin siyasi sürece dahil edilmesini istiyor. Fidan’a göre, ‘Bu süreçte sağlanacak ilerleme, Suriyelilerin güvenli, gönüllü ve vakur bir şekilde evlerine dönmelerini de kolaylaştırabilir. İstikrarın mümkün olan en kısa sürede tesis edilmesi bu geri dönüşler için bir ön koşuldur. Türkiye’nin girişimleri sayesinde yüz binlerce Suriyeli evlerine geri dönebilmiştir. Suriyelileri geçici koruma altında misafir ederken ve günlük ihtiyaçlarını karşılarken, yukarıdaki koşullar altında ülkelerine dönmelerini teşvik etmeye devam edeceğiz.’
Fidan ardından Irak’la ilgili olarak da, ‘Türkiye aynı zamanda Irak’ın toprak bütünlüğünün ve siyasi istikrarının da başlıca savunucusudur. Bu amaçla, başta PKK ile mücadele olmak üzere, terörist grupların Irak’tan tasfiyesini amaçlayan girişimler kararlılıkla desteklenmeye devam edilecektir’ diye yazıyor.
Hakan Fidan makalesinde daha sonra Türkiye’nin Ortadoğu politikalarını anlatmaya bölgedeki önemli bir değişimle başlıyor, ‘İran ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlaması, bölgedeki yakınlaşma ve normalleşme eğilimleri açısından bir dönüm noktası olmuştur’ diyor, bu adımın çok olumlu olduğunu söylüyor.
Fidan’a göre Ortadoğu bölgesinde en büyük demografik grup gençlerden oluşuyor ve o gençlere gelecek için ümit vermek için kapsamlı yapısal reformlara ihtiyaç var. Fidan, ‘Demografik ve sosyo-ekonomik zorlukların devam etmesine rağmen Orta Doğu’da nispeten elverişli bir ortam mevcuttur. Bu zorlukların üstesinden gelmek ve Orta Doğu’daki en büyük demografik grubu oluşturan gençlere umut verici bir gelecek sunmak için sağlam yapısal reformlara ve işbirliğine ihtiyaç vardır. Yaşanan zorluklar ve terör örgütlerinden kaynaklanan tehditler bölge devletlerini güçlerini birleştirmeye zorlamaktadır. Ancak bu şekilde halklarının sosyo-ekonomik ihtiyaçlarını karşılayabilir, gelir eşitsizliklerinin üstesinden gelebilir, yeni ve temiz teknolojilerin yanı sıra Ar-Ge, inovasyon ve dijitalleşmeye yatırım yapmaya odaklanabilirler. Kısacası, bölge devletleri arasındaki işbirliği, halka hizmet için olmazsa olmaz bir koşuldur’ diyor.
Fidan, Filistin-İsrail ihtilafının 1967 sınırlarına dayanan ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin ortaya çıkmasıyla, yani iki devletli yaklaşımla çözülebileceğini ekliyor.
Dışişleri Bakanı ardından sözü Avrupa güvenliğine getiriyor ve Rusya-Ukrayna savaşından söz ediyor. ‘Avrupa ve küresel güvenlik için üstesinden gelinmesi gereken mühim sorun ise, Rusya ile Ukrayna arasında devam eden savaştır. Savaşın zararlı sonuçları sadece savaşan tarafları ve bölgeyi etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda küresel çapta yankı uyandırıyor’ diyen Fidan, savaşın başından beri Türkiye’nin iki tarafla yapıcı bir rol oynamak istediğini ve bu çabalarını arttıracağını anlatıyor. Fidan, Türkiye’nin Karadeniz Tahıl Koridorunu yeniden canlandırmak için çaba sarf ettiğini söylüyor.
Hakan Fidan’ın makalesinin en ilgi çekici bölümlerinden biri, Azerbaycan ve Ermenistan’a ilişkin söyledikleri. Fidan şöyle yazıyor:
‘Ermenistan ile iyi komşuluk ilişkilerini ve tam normalleşmeyi hedefleyen bir süreç başlatmış bulunuyoruz. Aynı zamanda ‘Bir Halk, İki Devlet’ mottosuyla hareket ediyor ve Haziran 2021’de iki Cumhurbaşkanı tarafından imzalanan Şuşa Deklarasyonu rehberliğinde Azerbaycan ile ilişkilerimizi de her alanda daha da derinleştiriyoruz. En başından beri Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki müzakere sürecini destekledik. Ermenistan’ın önümüze çıkan bu tarihi fırsattan yeterince yararlanacağını ve bunun sonucunda bölgede yeni bir barış, refah ve işbirliği sayfasının açılacağını umuyoruz.
Güney Kafkasya uzun süredir çatışmalardan muzdarip durumdadır ve günümüzün küreselleşen dünyasında sahip olduğu potansiyeli hayata geçirme konusunda geri kalmıştır. Bölgenin bu tablosunu değiştirmenin zamanı çoktan gelmiştir. Bölgenin mayınlardan arındırılmasından en son teknolojiyle yeniden kurulmasına kadar uygulanması gereken çok fazla husus mevcuttur. Bu bağlamda Türkiye, koşullar hazır olduğunda çeşitli altyapı ve bağlantı projeleri yoluyla bölgenin yeniden inşasına yatırım yapmaya hazırdır. Türk şirketlerinin küresel inşaat piyasasındaki lider konumu göz önüne alındığında, Türkiye’nin bunu yapmak için hem iradesi hem de gücü bulunmaktadır. Altyapı iyi bir şekilde kurulduğunda ve bölge dünyanın geri kalanına iyi bir şekilde bağlandığında, bölgedeki herkes ticaretten enerji güvenliğine, turizmden yeni yatırımlara ve istihdama kadar her alanda bunun karşılığını alacaktır. Zangezur Koridorunun hızla açılması bu açıdan hayati önem taşımaktadır. Koridor tam olarak faaliyete geçtiğinde, bu yol herkes için daha fazla refaha vesile olacaktır.’
Fidan’ın makalesinin bir başka önemli bölümü Yunanistan ve Kıbrıs’a ilişkin. Balkanlarda barış ve istikrar için Türkiye’nin sergilediği çabaları anlatan Fidan, bir ‘kazan-kazan-kazan’ modelinin mümkün olduğunu söylüyor ve ekliyor:
‘Yunanistan ile ilişkilerimiz de bir istisna değildir. Mevcut olumlu atmosfer, ihtilaflı konulara çözüm bulmak ve pozitif bir gündem temelinde işbirliği yollarını ve araçlarını keşfetmek için değerli bir fırsat sunmaktadır. Türkiye ve Yunanistan arasında ekonomi ve ticaretten insanlar arası ilişkilere, sivil koruma ve yardım çabalarına kadar uzanan farklı alanlarda büyük bir potansiyel mevcuttur. Türkiye, meşru hak ve menfaatlerinden ödün vermeksizin, Yunanistan’ın da aynı samimiyetle karşılık vermesi koşuluyla, bu çabasında samimidir. Böylelikle karşılıklı güveni pekiştirebilir ve mevcut olumlu siyasi iklimi sürdürülebilir bir hale dönüştürebiliriz. Doğu Akdeniz’de ezber bozacak bir diğer gelişme de Kıbrıs sorununun 60 yıl sonra Kıbrıslı Türklerin doğal haklarının, egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün yeniden tanınması ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının tanınması yoluyla çözüme kavuşturulması olacaktır.’
Türkiye’nin dış politika vizyonunun bölgesindeki etki ve beklentilerini böyle tamamlayan Fidan, buradan dış politikanın daha da kurulsallaşması hedefine geliyor. Fidan burada da iki yönlü bir hedef olduğunu söylüyor: Mevcut stratejik ilişkileri güçlendirmek ve yeni ilişkiler kurmak.
Tabii ‘stratejik ilişki’ deyince de söze ABD ve NATO ile ilişkilerden başlıyor Fidan:
‘Türkiye, bir NATO müttefiki olarak ABD ile uzun yıllara dayanan stratejik bir ortaklık içindedir. Aramızdaki bazı görüş ayrılıklarına rağmen, birçok bölgesel ve küresel meselede çıkarlarımız ve yaklaşımlarımız örtüşmektedir. Önümüzdeki dönemde ABD ile geniş bir alanda ve ortak menfaatler temelinde işbirliğimizi güçlendirmeye gayret edeceğiz; zira bu, komşularımızda ve diğer ülkelerde barış ve güvenliğin idamesi için hayati önem arz etmektedir. Bununla birlikte, böyle bir işbirliğinin olmazsa olmazı müttefik dayanışması ruhudur. Bu da iki ulus olarak birbirimizin ulusal güvenliğini zayıflatmayı değil, güçlendirmeyi beraberinde getirmektedir.
Türkiye, Transatlantik ilişkilerin Avrupa’da güvenlik ve refah için hayati önem taşıdığını düşünmektedir. Önde gelen bir NATO üyesi olarak Türkiye, ‘güvenliğin bölünmezliği’ ilkesine temelden katkıda bulunmaktadır. İttifak’ın karşı karşıya olduğu zorluklara ilişkin olarak 360 derecelik bakış açımızı muhafaza edeceğiz. Terörizm, tüm şekil ve tezahürleriyle, NATO’ya yönelik iki temel tehditten biridir. Bu doğrultuda, Madrid Zirvesi sırasında kabul edilen ve ‘terörizmle mücadelenin ortak savunmamız için elzem olduğunu’ öngören NATO Stratejik Konsepti doğrultusunda terörizmle mücadeleyi İttifak’ın gündeminin üst sıralarında tutacağız.’
Dışişleri Bakanı, ABD ve NATO’nun ardından stratejik ilişki örneği olarak Avrupa Birliği’ni veriyor. Bu konuda söyledikleri şöyle:
‘Avrupa Birliği üyeliği stratejik bir öncelik olmaya devam etmektedir. Bölgesel ve küresel sorunların giderek daha karmaşık bir hal alması, Türkiye’nin katılım sürecinin ilerletilmesini her zamankinden daha fazla zaruri kılmaktadır. Eğer katılım müzakereleri, olması gerektiği gibi tamamen teknik temellerde ilerliyorsa, o zaman bazı üyelerin siyasi motivasyonları tarafından saptırılmadan kendi esasına göre ilerlemelidir. Küresel genişleme, jeopolitik nedenlerle bir kez daha ivme kazanmışken Türkiye’yi geride bırakmak stratejik bir hatadan başka bir şey olmayacaktır. AB’li muhataplarımızla uzun yıllardır sürdürdüğümüz müzakereler, Türkiye’nin katılım müzakerelerinin liyakate dayalı bir yöntemle ilerlemediği ve birliğin Türkiye’ye yönelik kararsızlığını şekillendirenin kimlik politikaları mı yoksa Türkiye’nin nüfusunun büyüklüğü mü olduğu sorusunu gündeme getirmiştir. AB, Türkiye’yi farklı alanlarda bir rakip ve tek başına üstesinden gelemeyeceği zorlukların ardından bir anlaşma ortağı olarak görmek yerine, ahde vefa ilkesine sahip çıkmalı ve ortak bir gelecek için liyakat temelli bir katılım sürecini sürdürmelidir. Avrupa Birliği’nin vizyoner bir yaklaşım benimsemesini ve ülkemize karşı uzun süredir ihmal ettiği yükümlülüklerini hızla yerine getirmeye başlamasını bekliyoruz. Öte yandan, reform çabalarımıza yeni bir ivme kazandırmaya başlamış bulunuyoruz.’
Fidan’a göre Türkiye’nin bir başka stratejik ilişkisi Orta Asya Cumhuriyetleriyle ve Türk dünyasıyla olan ilişkileri. Fidan, ‘Türk Devletleri Teşkilatı’nın dış ilişkilerde daha güçlü kurumsallaşma çabalarının iyi bir örneği olduğunu söylüyor.
Dışişleri Bakanı makalesinde stratejik ve kurumsal işbirlikleri içinde İslam İşbirliği Teşkilatı’nı da andıktan sonra, Türk dış politikasının üçüncü hedefi olarak ‘refah ortamı oluşturmak’tan söz ediyor.
Fidan, ‘Güçlü ve kendi kendini idame ettirebilen bir Türk ekonomisi’ için önümüzdeki dönemde dış politikanın ekonomi ayağına özel bir ihtimam gösterileceğini söylüyor ve ekliyor:
‘Türkiye, dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma hedefi doğrultusunda, dünyanın tüm bölgeleriyle ticari ve ekonomik ilişkilerini çeşitlendirecek ve derinleştirecektir. Bu derinleşme ve çeşitlenme sürecinde savunma sanayii de dahil olmak üzere yüksek ve kritik teknolojiler öncelikli alanları oluşturacaktır. Bu kapasitemizi müttefiklerimizle paylaşarak gerilimi azaltabilir, anlaşmazlıkları yatıştırabilir, terörle mücadele çabalarına yardımcı olabilir ve böylece bölgesel istikrara hizmet edebiliriz.
Dört temel özgürlük, yani malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı bir diğer öncelikli alan olacaktır. Bu bağlamda, Gümrük Birliği’nin güncel hale getirilmesi ve vize muafiyeti sürecinin tamamlanması için çabalarımızı yoğunlaştıracağız.
Enerji, ulaştırma ve lojistik alanlarındaki uluslararası bağlantı projelerine yatırım yapmak, müreffeh bir ortak geleceğe yatırım yapmak anlamına geldiğinden, sağlanan bu ağlar aynı zamanda işbirliği yoluyla güven inşa edilmesine ve karşılıklı anlayışın geliştirilmesine de katkıda bulunmaktadır. Türkiye bu tür bağlantı projelerini desteklemekte ve bu projelerde yer almaktadır. Önümüzdeki dönemde enerji ve ulaştırma alanlarında merkez konumumuzu pekiştirecek ve bağlantı kapasitemizi artıracağız. Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) ve Trans-Hazar Doğu-Batı Orta Koridoru gibi enerji ve ulaştırma alanlarında en uygun ve güvenilir güzergâhları oluşturan projelere öncelik vereceğiz. Bu sayede bölgedeki tüm halkların enerji ve tedarik zinciri güvenliğine somut katkılarda bulunacağız.
Aynı şekilde, Irak ve Körfez bölgesindeki ortaklarımızın çabalarıyla Kalkınma Yolu projesi de dâhil olmak üzere, bölge ve ötesi için uzun vadeli stratejik faydaları olan kapsayıcı bir projeyi içinde barındıran bağlantı girişimlerine de katkıda bulunmaya kararlıyız. Türkiye’nin katılımı, bölgesel düzeyde katılımcılığı hedefleyen herhangi bir projenin uygulanabilirliği açısından çarpıcı bir etki yaratacaktır.’
Daha sonra Türkiye’nin çevre politikaları dahil diğer küresel politikalarını anlatan Fidan, sözü Dışişleri Bakanlığı’nın kendisine getiriyor. Fidan’ın makalesinden bu ilgi çekici bölümü aynen aktarıyoruz:
‘Yapmamız gereken tüm bu çalışmalar devasa boyutlardadır ve sürekli adaptasyon gerektirmektedir. Bu nedenle Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal dönüşümünün hızlandırılması, göreve geldiğim ilk günden bu yana önceliğim olmuştur. Devam etmekte olan bu kurumsal dönüşüm, gelişen küresel dinamikler karşısında daha çevik ve etkin hale gelerek dış politika yapımı ve uygulamasında verimliliği artırmak amacıyla çeşitli birimlerin yeniden yapılandırılmasını ve modern teknolojilere yatırım yapılmasını içinde bulundurmaktadır.
Günümüzde uluslararası ilişkiler artık klasik anlamda diplomasi ile sınırlı değildir. Güvenlik, savunma, istihbarat, ekonomi, ticaret, finans, enerji, çevre, kültür, iletişim ve sağlık, yoğun ve karmaşık bir uluslararası ilişkiler ağının ayrılmaz parçalarıdır. İç içe geçmiş bu alanların çoğalmasına paralel olarak yeni aktörler ve paydaşlar da ön plana çıkmaktadır. Tüm bu gelişmeler Dışişleri Bakanlıkları’nın portföyünü küresel ölçekte de genişletmiştir. Bu gelişmeler ayrıca Dışişleri Bakanları’nı, ulusal pozisyonların yetkili bakanlıklar ve diğer ilgili kurumlarla koordine edilmesinde daha aktif bir rol üstlenmeye zorlamıştır.
Türk Dışişleri Bakanlığı da bir istisna değildir. Bakanlığımız, diğer görevlerinin yanı sıra, tüm dış ilişkilerin etkin bir şekilde koordine edilmesiyle de yükümlüdür. Dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin dış ilişkilerinde tek sesle konuşmasını ve hareket etmesini sağlamak amacıyla önümüzdeki dönemde de bu görevi yerine getirmeye devam edecektir. Bu, diplomasiye ve uluslararası ilişkilere daha bütüncül, uyumlu ve eşgüdümlü bir yaklaşım sunarken, farklı politika alanlarında alınan dış politika kararlarının hızlı ve tutarlı bir şekilde uygulanmasını da sağlamaktadır.
Yeni teknolojiler, diplomasinin yürütülmesi ve dış politikanın şekillendirilmesi için devrim niteliğinde araçların geliştirilmesini mümkün kılmaktadır. 2019’da Dijital Diplomasi İnisiyatifi’ni hayata geçiren Bakanlık, stratejik öngörü, erken uyarı, kamu diplomasisi veya konsolosluk hizmetleri gibi dijital teknolojilerin büyük potansiyelinden faydalanmaktadır. Gelecekte, farklı seviyelerdeki diplomatlarımızın dijital becerilerinin daha da geliştirilmesine öncelik vereceğiz.
Değişim ve yeniliğe uyum sağlamak kariyer boyu öğrenme anlamına gelmektedir. Diplomasi Akademi’miz bu açıdan çok önemli bir rol oynayacaktır. Akademimiz, diplomatlara hizmet içi eğitim sunarak, onları karmaşık zorlukları etkili bir şekilde ele almak için gerekli beceriler ve araçlarla donatarak bakanlığın dönüşümüne yardımcı olacaktır.
Diplomasinin 21’inci yüzyılda küresel düzlemin karmaşıklığı içinde yön bulma kabiliyetini artırmak için analitik kabiliyetleri güçlendirmek ve stratejik öngörüye yönelik ufku genişletmek elzemdir. Bu bağlamda sivil toplum, akademi ve düşünce kuruluşları ile bilgi alışverişi diplomatların günlük çalışmalarını zenginleştirmektedir, aynı ilişki diplomat-sivil toplum şeklinde de gerçekleşmektedir.
Bakanlığın Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM), düşünce kuruluşları ile akademi arasında bir aracı olmaya devam ederken aynı zamanda düşünce kuruluşları için kapasite geliştirici bir rol de oynayacaktır.
Özetle, Dışişleri Bakanlığı’ndaki yapısal dönüşüm ve diğer güncel çalışmalar ‘akıllı bir kurum’ olarak etkin bir yaklaşımı benimsemenin bir yansımasıdır. Bu değişikliklere rağmen bakanlık, yüzyıllar boyunca biriktirdiği bilgi birikimine sadık kalmaya devam etmektedir.’