Cari açıktan iyi haberler devam ediyor
Muhalefetten cari açığın nasıl kapatılacağı konusunda bugüne kadar detaylı bir plan duymadık. Bunca acı dersten sonra sıcak paraya dayalı büyüme stratejisinden farklı bir büyüme stratejisi beklemek hakkımız.
İhracatta durum sanılandan da kötü. İlk 4 ayda ihracat miktar bazında yüzde 24.5 düştü. 58 milyon tondan 44 milyon tona geriledi. Bu verileri Bader Arslan’ın dün Nasıl Bir Ekonomi’de yayınlanan yazısından aldım. Arslan herhangi bir iktisatçı değil, daha önce Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) genel sekreterliğini yapmıştı. Yazısında başka çarpıcı veriler de var:
“TİM verilerinde listelenen 27 sektörün sadece üçünde ihracatımız miktar bazında artış göstermiş durumda. Bunlar zeytinyağı, savunma ve tütün sektörleri. Kalan 24’ünde ise gerileme var. En sert gerileme çelik, çimento, taş ve toprak ürünleri, su ve hayvancılık ürünleri ile maden sektörlerinde yaşanmış. Yani sektörlerin büyük bir kısmı, geçen sene sattığından daha az ürünü ihraç pazarlarına göndermiş. Makine, kimya, otomotiv, tekstil, hazır giyim, elektronik gibi büyük sektörlerde de miktar bazında ihracat düşüşü var.”
Arslan bir sıfat kullanmamış ama ben ekleyeyim: Miktar bazında ihracatta yaşanan düşüş tek kelimeyle korkunç. Bu düşüşün 3 sebebi olduğunu söyleyebiliriz:
1) Rezerv satışlarıyla dövizde yükselişin engellenmesi, TL’nin reel olarak değerlenmesi
2) Dünya ekonomisinin yavaşlaması
3) Deprem.
Bu yazıda ilk nedene odaklanacağım.
İhracatçılar uzun zamandır kur, enflasyon kadar artmadığı için dünya pazarlarında rekabet edemez hale geldiklerinden yakınıp duruyor. Şikayetleri nedensiz değil, geçen sene üretici fiyatlarındaki artış bir ara yüzde 130’un üzerine çıkmıştı. Şimdi biraz geriledi ama maliyet şokunu bir kere yediler. Aynı dönemde TL’deki değer kaybı çok daha sınırlıydı. Lira geçen yıl dolar karşısında yüzde 30 civarında değer kaybetti.
Kendinizi ihracatçının yerine koyun, maliyetiniz yüzde 100’den fazla artmış, ne yapacaksınız? Zarar edecek değilsiniz ya, mecburen zam yapacaksınız.
Eğer Türk Lirası enflasyon kadar değer kaybetmiş olsaydı TL bazında yapacağınız zam döviz bazında fark edilmeyecekti. Yani ürününüzün fiyatı döviz bazında aynı kalacaktı. Oysa öyle olmadı, maliyetiniz yüzde 100’den fazla artarken TL yüzde 30 civarında değer kaybetti. Mecburen fiyatınızı dolar bazında da artırmak zorundasınız. Heyhat, dünyadaki rakiplerinizin fiyatları aynı!
Sonuç: Bazı müşteriler sizden almak yerine döviz cinsinden daha ucuza satan rakiplerinizden almaya başladı.
Biraz kabalaştırarak anlattım ama Türkiye’nin ihracatında yaşanan şok düşüşün temel nedenlerinden biri işte bu. Bunun çaresi de belli: Kurun enflasyon kadar artması. İhracatçılar bunu uzun zamandır talep ediyor. İktidar seçim öncesinde doların kıpırdamasını istemediği için kulaklarını tıkıyor.
Merkez Bankası rezervlerinden yaptığı satışla doların yükselişini engelliyor, Türk Lirası’nı yapay olarak değerli tutuyor. Bu politika seçimden sonra da sürdürülürse cari açık iyice kontrolden çıkar, Türkiye er veya geç duvara çarpar.
Bu gerçek bütün çıplaklığıyla ortada durduğu halde muhalefete yakın bazı iktisatçılar seçimden sonra Türkiye’ye 50 ila 100 milyar dolar arasında sıcak para gireceğinden, bu sayede TL’nin daha da değerleneceğinden söz ediyor. Sıcak paraya dayalı büyüme belki bir süre vatandaşın yüzünün gülmesini sağlar, enflasyon da bu sayede bir miktar geriler ama ihracatçı daha da köşeye sıkışır, cari açık daha da büyür. Türkiye sonunda yine duvara çarpar. Ve çarpmanın şiddeti bu sefer çok daha sert olur.
Muhalefetten cari açığın nasıl kapatılacağı konusunda bugüne kadar detaylı bir plan duymadık. Bunca acı dersten sonra sıcak paraya dayalı büyüme stratejisinden farklı bir büyüme stratejisi beklemek hakkımız.