TL serbest düşüşe geçerken, şimdi sırada ‘faiz toto’ var
Türkiye'yi Arjantin'e benzetenlere TEPAV Direktörü Güven Sak da katıldı. Sak, "Daha işin başında Şimşek başarısız olursa ne olur? Türkiye, Arjantin olur. Şimdiki değil, 2001'de ilk kez borçlarını ödeyemeyen Arjantin gibi olur. Kendi çukurunu kazar, IMF olmadan kazdığı çukurdan çıkamaz" dedi.
Son günlerde Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik durumu Arjantin’le kıyaslayan ekonomist ve finans kuruluşlarının sayısında hatırı sayılır bir artış var.
Eski Hazine Müsteşarı ve iktisatçı Dr. Mahfi Eğilmez, 24 Nisan’da Kendime Yazılar bloğunda kaleme aldığı “Arjantin’den çıkarılacak dersler” başlıklı yazıda, “Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve çözüm için ortaya atılan yaklaşımlar Arjantin’e çok benziyor. Ancak sonuçlar, bu yaklaşımların geçerliliği konusunda şüphe uyandırıyor” demişti.
Eğilmez’e göre enflasyon uzun sürdüğünde toplumun davranışları değişiyor ve eldeki parayı bir an önce harcamak temel hedef haline geliyor. Öyle olunca talep gereksiz yere artıyor, talep artınca fiyatlar artıyor ve enflasyon yükseliyor. Enflasyon yükseldikçe paradan kaçış ve harcama eğilimi daha da artıyor. Böylece tüketim artışı enflasyonu, enflasyon artışı da tüketimi besler hale geliyor ve ekonomi kısır döngüye giriyor. “Böyle bir ortamda tek başına faizi artırsanız da çözüm olmuyor” diyen Eğilmez analizini “Çinli bilgelerin dediği gibi: Uçurumun kenarında atın yularını çeksen de yararı olmaz” cümlesiyle sonlandırmıştı.
Eğilmez’i İngiliz merkezli yatırım bankası HSBC izledi. HSBC, 5 Temmuz’da yayınladığı raporda Türkiye’de hisse senetlerinde fırsatlar gördüklerini belirterek, tavsiyesini ‘nötr’den ‘ağırlık artır’a yükseltmişti. Politika değişikliklerinin bazı açılardan Arjantin’i anımsattığı belirtilen raporda, Mauricio Macri’nin 2015 seçimlerini kazanmasının ardından hisse senedi piyasasının güçlü kazanımlar elde ettiği, Türk hisse senetlerinin de benzer şekilde davranmasının beklendiği kaydedilmişti.
Bu konuyla ilgili son yorum ise Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Direktörü Güven Sak’tan geldi. Sak, bloğunda kaleme aldığı yazısında “Daha işin başında Mehmet Şimşek başarısız olursa ne olur? Türkiye, Arjantin olur. Şimdiki Arjantin değil, 2001’de ilk kez borçlarını ödeyemeyen Arjantin gibi olur. Kendi çukurunu kazar. Türkiye Arjantin olursa, IMF olmadan kazdığı çukurdan çıkamaz. Söyledim ve ahiretimi kurtardım” dedi.
Sak’ın “Ekonomi Nasıl Kurtulur?” başlıklı yazısı şöyle:
Seçim oldu. Bayram bitti. Temmuz geldi. Bu arada Türk Lirası Amerikan Doları’na karşı yüzde 30 değer kaybetti. Ama hâlâ neyin olacağını bilmiyoruz. Doğrusu ya neyin olmayacağını bilmek, örneğin döviz kurunun bundan sonraki hareketi konusunda yolumuzu aydınlatamıyor.
Türkiye bir süreden beri ekonomide akıldışı (rasyonel olmayan) işler yapıyordu. Artık akıl yoluna dönmeye karar verdi. Aklın yolunu bir kere bırakınca o dönemden kalma kararlar silsilesinden bir kere de çıkmak bile kolay değil. Onu da kabul etmek lazım.
Malum faiz inince kur patlamıştı. Sonra kurdaki patlamayı kontrol etmek için Kur Korumalı Mevduat (KKM) çıktı. Felaketimiz oldu. Bu arada, şirket bilançolarını kayıt dışına iten bir dizi yasak kararı çıktı. İthalattan ihracata tüm rakamlar birbirine karıştı. TÜİK’in “İstatistikleri Ayarlama Enstitüsü” endeksleri ise Türkiye ekonomisi ile ilgili analiz yapmayı imkansız hale getirdi. Bilenler için Türkiye’de verimlilikten hata yapmadan bahsedebilmek imkansız hale geldi.
Ben ortadaki bu akıldışı tedbirler manzumesine baktığımda şunu görüyorum: Bir tedbir açıklıyorsunuz, her ne ise aklınızdaki, o bir şeyi bozuyor. O bozulan şey çok göze batınca kalkıp o şeyin bozulmasına neden olan baştaki tedbiri geri alacağınıza, yalnızca başta aldığınız tedbirin bozduğu şeyin bozulmadan kalmasını sağlamak için ilk tedbirden tamamen farklı bir başka tedbir daha alıyorsunuz. Etti mi size birbirinden farklı iki tedbir.
Şimdi bu ikinci tedbir de gidip öteki bir göstergenin gözle görülür biçimde bozulmasına yol açıyor ve herkes bundan da yakınmaya başlıyor mu? Bu durumda ikinci tedbiri almanıza yol açan o ikinci şeyi esastan bozan ilk tedbiri kaldırmaya gitmiyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? O öteki göstergenin façasını düzeltecek ilk iki tedbirden tamamen farklı bir üçüncü tedbir daha alıyorsunuz. Oluyor mu birbirinde farklı üç tedbir. “Strateji yok hep taktik” dediğim bu işte, akıldışı tedbirler manzumesinden bahsederken.
Ortadaki akıldışı tedbirler manzumesi aslında hep bir önce aldığınız tedbirin neden olduğu semptomu tedavi etmek için getirilmiş yeni tedbirlerden oluşuyor. Sonunda ortaya bir keşmekeş çıkıyor. Siz “Yahu operasyonel olarak işi nasıl iyi götürüyoruz?” diye bakıyorsunuz. Ama yol açtığınız keşmekeş şirketlerin, bankaların ve diğer finansal kurumların kendi bilançolarını yönetmelerini imkansız hale getiriyor. Ekonomiyi yönetmek ise iyice zorlaşıyor.
Şirketler aynı 1970’lerdeki gibi davranmaya başlıyor doğal olarak. İthalat faturaları yükseltiliyor. İhracat faturaları küçültülüyor. Hep ülke dışında döviz varlığı bulundurmak için. Neden? Bir asırda biriktirdiğinizi, iki kazı gütmemiş üç bürokratın akıldışı tedbirler manzumesine yem mi edeceksiniz? Hayır elbette.
Şimdi bunların hepsi aynı anda düzeltilebilir mi? Hayır. O zaman işler iyice çığırından çıkar doğrusu. KKM’de duran Türk Lirası mevduat, her an dövize dönme isteğinde bulunabilir. Ortada kapsamlı bir program yokken KKM ile ilgili adım atmamakta fayda var. Ama bu durumda da bütçeye yükü öyle duruyor. Geçenlerde bu işleri bilen bir dostum “Memleketi düşman işgalinden kurtarıp toparlayacak olsan ortada bu kadar hasar olmazdı” diye anlatıyordu. Haklı. İleriye yönelik bir dizi söz var sistemin içinde hala.
Bu durumda, tedrici adımlara ihtiyaç olduğu açık sanırım. Ama abartmayalım. Kapsamlı bir program çerçevesi ve ileriye yönelik güçlü bir anlatı olmadan, böyle akıldışı bir tedbirler manzumesini adım adım rasyonelize etmek de kolay değil doğrusu.
Demek ki neymiş, bizim bu akıldışı tedbirler manzumesinden kurtulmak için öncelikle ileriye yönelik güçlü bir anlatıya (narrative) sahip olmamız gerekirmiş. Peki, nedir Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının anlatısı? Doğrusu ben ortada güçlü bir anlatı çerçevesi görüyorum. Bugün size anlatmaya başlayayım ki, asıl daha nerelerde ne problemlerimiz olabilir onları da görün.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu 29 Ekim 1923’te daha ilan edilmemişken kurucu atalarımız 17 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’ni toplamışlardı. İmparatorluğumuz dağılmış, eskinin iktisadi hayat damarları parçalanmış ve daha yeninin ne olduğu belli değildi.
Nasıldı? Birinci savaştan sonra dünya yeniden kuruluyordu. Eski hal sona ermişti. Yeni hal daha tanımlanmamıştı. Neyin olmayacağı belli olmuştu ancak daha neyin olacağı belli değildi. İşte o şartlar altında, yeni ulus devletin iktisadi işleyişine ilişkin bir anlatı çıktı İzmir İktisat Kongresi’nden.
Şimdi de benzer bir küresel yeniden yapılanma döneminin içindeyiz iktisadi olarak bakıldığında. Saflar yeniden çiziliyor, taraflar alanda yerlerini nasıl alacaklarını belirlemeye çalışıyorlar. Dünyanın alıştığımız damarları parçalanıyor, küresel değer zincirleri yeniden yapılanıyor. Nedir? Şubat 1923’te olduğu gibi bir durum değerlendirmesini yapmanın ve ortaya Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı için bir anlatı koymanın tam zamanıdır.
Doğrusu ya, ben, Yeşil Yeni Mutabakatla birlikte küresel düzeyde yeni bir teknolojik rekabet döneminin içinde olduğumuzu düşünüyorum. Pandemi deneyimi bu tür ulus ötesi tehditleri kontrol etmeye yönelik bir yeni ekonomik güvenlik çerçevesini de şekillendirdi.
Bu küresel gündem yalnızca küresel değer zincirlerinin yapılanmasını değil aynı zamanda bölgemizin de yeniden yapılanmasını getirecek. Bölgemizde ağırlıkla iş modelini değiştirmek zorunda kalacağı için dönüşmek zorunda olan ülkeler var. Bakın etrafa her ülkede bir dönüşüm programı zaten, Bahreyn’den Azerbaycan’a. Türkiye’ye burada düşen nedir?
Çin eskiden Deng Şiao Ping’ten kalan “ışığını sakla zamanını bekle” yaklaşımındaydı. Başkan Şi ile birlikte artık zamanının geldiğine karar verdi. O vakitten beri, Çin’e ikinci savaştan sonra Almanya ve Japonya’ya davrandığı gibi davranan ABD yaklaşımını değiştirdi.
Çin’in artık iktisadi aktivitesini yaygınlaştırdığı bölgelerde bir güvenlik stratejisine de sahip olması gerekecek. Almanya ve Japonya’nın gelişme süreci böyle değildi. Bölgesel iş birliklerinin kapsamı değişiyor aynı zamanda, bunu da not etmek lazım.
Rahmetli Özal bundan yıllar önce “21. asır Türk asrı olacaktır” demişti. Şimdi eski Sovyet coğrafyasında hala Rusya’ya ekonomik olarak bağlı kalan ülkelerin kendi ayaklarının üzerinde duracağı bir yeni sürecin başındayız. Türkiye, eski Sovyet coğrafyasında rekabet gücü sürekli gerileyen bu ülkelerin küresel ekonomiye entegrasyonunda önemli bir ülke. Çin ile Türkiye arasındaki İpek Yolu bağlantısı hem iktisadi olarak hem de bölgesel güvenlik açısından bu ülkelerle birlikte biçimlenecek. Bunu da akılda tutmak lazım.
Türkiye yeşil dönüşümde duraklama devrini geride bırakmalı. Benim gördüğüm Şarm El Şeyh’teki COP27’ye heyecansız bir NDC ile gittik. Sonra enerji konusunda açıklanan plan daha da kötüydü. Kömürden çıkmak yerine termik santral lisanslarından bahseden bir kötü adım attı Enerji Bakanlığımız. Sanki Paris İklim Anlaşması yokmuş gibi.
Enerji Bakanlığı Cumhurbaşkanının kendi açıkladığı 2053 net sıfır yılı taahhüdünü unuttu. İklim kanunu hazırlık süreci tavsadı. Karbon fiyatlaması konusunda hala adım atılmadı. Kömürden çıkışı geciktirdikçe herkesin, tüm sanayinin ödeyeceği karbon fiyatı ve vergisi bir boğum daha artacak yalnızca. Bakın bunları tartışmaya daha başlamadık.
Yalnızca Türkiye’nin kendi akıldışı tedbirler manzumesinin dışına çıkması yeterli değil. O, neyin olmayacağını somutlaştıracak. Ama neyin olacağını belirleme bahsinde hadisenin kapsamı süratle genişleyecek.
Dünya yeniden yapılanırken Türkiye’nin acilen bu yeni teknolojik rekabet döneminde ne yapacağını belirlemesi gerekiyor. Daha kural hakimiyetinden mahkemelerin bağımsız işleyişine bir sürü işimiz var üstelik.
Koordinasyon ihtiyacı ise ortada. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde kapsamlı bir revizyon olmadan, müsteşarlıklar benzeri bir koordinasyon mekanizması gelmeden olmaz. Hadise Hazine ve Maliye’nin boyutlarını aşıp, Sanayi’den Dışişleri’ne, Milli Savunma’dan Ticaret Bakanlığı’na herkesi ilgilendiriyor. Enerji Bakanlığı gibi zaten kayıp halka durumunda olan idareler de var bu arada.
Bu çerçevede, ne olacağını belirleme işi sandığınızdan daha zor olabilir. Meclis aritmetiği de karışmışken ben boşuna meşveret dönemi demiyorum. Yeni dönemin yeni Meşveret Meclisi olarak Ekonomik ve Sosyal Konsey’i yeniden hatırlatmış olayım.
Peki, daha işin başında Mehmet Şimşek başarısız olursa ne olur? Türkiye, Arjantin olur. Şimdiki Arjantin değil, 2001’de ilk kez borçlarını ödeyemeyen Arjantin gibi olur. Kendi çukurunu kazar. Türkiye Arjantin olursa, IMF olmadan kazdığı çukurdan çıkamaz. Söyledim ve ahiretimi kurtardım.