Bir Endonezya efsanesi: Pramoedya Ananta Toer
Yazar Lilia Hassaine, 'Aleni Yaşamlar'da bireyin herkes tarafından izlenebildiği bir toplumsal düzenin yıkıcı sonuçlarını anlatıyor ve güvenli yaşamak uğruna özgürlükler feda edildiğinde ütopyanın nasıl kabusa dönüşeceğini ele alıyor.
Lilia Hassaine, ‘Aleni Yaşamlar’da bugünün dünyasını yakın bir geleceğe taşıyan distopik bir hikaye anlatıyor. Polisiye bir kurgu ile kaleme alınan romanda sosyal medyanın mutlak egemenliği altındaki, tamamen şeffaflaşmış, bireyin herkes tarafından izlenebildiği bir toplumsal düzenin yıkıcı sonuçlarını izliyoruz.
Fransa’nın genç yazar kuşağından Lilia Hassaine, 1991 doğumlu. 2005 yılında gazetecilik bölümünü bitirdikten sonra hayatını gazeteci, televizyon yorumcusu ve yazar olarak sürdürdü. Arte televizyon kanalında, Le Parisien ve Le Monde gibi gazetelerde çalıştı. 2019 yılında okurlarla buluşan ilk romanı ‘L’œil du paon / Tavuskuşu Gözü’ ile 2021 yılı Folio-Elle Ödülü’nü kazanarak dikkat çeken genç yazar 2021 yılında yayımlanan ikinci romanı ‘Soleil amer / Tatsız Güneş’ ile 2022 yılı Prix Lire Élire Ödülü ile 2022 yılı Caen Şehri Ödülü’ne layık görüldü. ‘Soleil amer’, 2021 yılında Goncourt Ödülü’ne aday gösterilen kitaplar arasında da yer aldı. Son romanı ‘Aleni Yaşamlar’ ise 2023 yılı Renaudot Liseliler Ödülü’nü kazandı. Lilia Hassanie’nin bir de şiir kitabı var.
2050 yılında başlıyor anlatmaya Hélène Dubern. Anlatacağı, bir yıl önce gerçekleştiğinde herkesi şaşkına çeviren bir kayıp vakasının hikayesi:
“Bundan tam bir yıl önceydi. Hiç kimsenin, hiçbir zaman kaybolmadığı bir yerde, bir aile ortadan kayboldu. Ben, soruşturmayı yürütmekle görevlendirildim ve haftalar geçtikçe keşfettiğim şey tüm doğrularımı sarstı. Yaşanan, basit bir üçüncü sayfa haberi olmamakla birlikte, beklenen bir dram, tüm mahalleye, tüm şehre, tüm ülkeye yayılan bir kötülük ve varlığını unuttuğumuz şiddetin aniden gelen bir ifadesiydi.”
Şaşkınlığın nedeni; 20 yıl önce başlayan şeffaflık seferberliği sonucunda Fransa’da artık vatandaşların gönüllü olarak taş duvarlar yerine camlarla inşa edilmiş, perdeleri ve ışıkları açık evlerde yaşadığı, özel hayatların -cinselliği de kapsayacak şekilde- çırılçıplak sergilendiği, her türlü aykırı davranışın derhal ihbar edildiği ve suç oranının büyük ölçüde azaldığı bir hayatın hüküm sürmesi.
Sadece ev mimarisi ile sınırlı değil değişim; hukuk sistemi de radikal bir şekilde tepetaklak edilmiş. Öyle ki, yargı kurumlarının masumları yeterince korumadığına ilişkin ortak kanı neticesinde halk, mahkemelerin yetkilerini büyük ölçüde devralmış. Yasalar ve mahkeme kararları sosyal medyada oylanıyor, davacıların avukat tutma hakkı varken davalılar kendi kendilerini savunmak durumunda kalıyor, suçluların kaderine sosyal medya aracılığıyla karar veriliyor.
Öte yandan şeffaflığın kabul görmediği semtler de var, daha doğrusu gettolar. Alt gelir guruplarının, toplumsal normlara uymak istemeyenlerin ve geçmişe özlem duyan yaşlıların yaşadığı bu mahalle sakinleri belli ki özgürlüklerini korumak adına şeffaf olmayı reddetmiş, suç açısından daha riskli bir yaşamı tercih etmişler.
“Burada zaman durmuş. Restoranlar batakhaneye, barlar kumarhaneye, oteller ise kerhaneye dönüşmüş. Kadın kıyafeti giymeyi seven adamlar, üstünü başını açmayı seven kadınlarla karşılaşıyoruz. Uyuşturucudan perişan olmuş zombiler, hafızasını yitirmiş yaşlılar ve bitik vaziyette zengin muhitlerde çalışmaya giden insanlar görüyoruz.”
Güvenli bölgede vuku bulan kayıp vakası kendi tercihlerini kutsayan kesime indirilmiş bir darbe gibidir. Her kafadan bir ses çıkar, suç kah tekinsiz insanlara atılır, kah ansızın ortadan yok olan ailenin kendisine yüklenir. Ve en nihayetinde bir soruşturma açılması kaçınılmaz olur. Soruşturmayı üstlenen ve kendisi de şeffaf bölgede yaşayan -ve bunun özel hayatına yaptığı yıkıcı sonuçlarla boğuşan- Hélène Dubern, ortağı ile birlikte işe koyulduğunda bambaşka bir sonuca ulaşacaktır…
Distopik niteliğini bir kenara bırakalım. İyi tasarlanmış suç örgüsüyle, detektifleri, şüphelileri ve suçlularıyla ‘Aleni Yaşamlar’ı bir polisiye gibi okuyabiliriz. Çözüm için okuyucu dikkati isteyen karmaşık ama tutarlı muamması kadar soruşturma süreci ve karakter bolluğu ile de doyucu ve sürükleyici bir suç romanı. Kısa bölümler halinde hızlı akan temposu ve yüksek gerilimiyle polisiyeseverleri memnun edeceğinden hiç kuşkum yok.
Ne var ki ‘Aleni Yaşamlar’ sadece kim yaptı, nasıl yaptı sorularına odaklanmış bir anlatı değil; bu aynı zamanda gelişmiş ülke toplumlarının bugününe ve geleceğine dair keskin eleştiriler barındıran bir roman. Geleceğin bu distopik vizyonuyla Lilia Hassaine’in sorguladığı tam da bugünün dünyası. İnsanların zahiri mükemmelliklerinin ardındaki arızalarına ve dürtülerine nasıl kapıldıkları etrafında kurgulanmış gerilimli hikayesiyle Hassaine, teknolojinin vaat ettiği cennetin sınırlarını çiziyor.
Lilia Hassaine, farklı türleri harmanlayarak, melez diyebileceğimiz bir kurgu içinde anlatmış hikayesini. Yerinde bir seçim olduğunu, daha doğrusu planladığını yazıya geçirmeyi başardığını söyleyebilirim. Üç farklı ülkeden çok sayıda lise ve üniversite öğrencisinin seçicilik yaptığı Renaudot Ödülü’nün ‘Aleni Yaşamlar’a verilme gerekçesi de “polis soruşturmasıyla distopyayı harmanlaması” olmuş. Bunun yanı sıra hikayeyi, dilini ve çağdaş topluma bakışını da sevmiş öğrenciler.
Sosyal medyanın herkes tarafından bu kadar yaygın biçimde kullanıldığı bir zamanda ‘Aleni Yaşamlar’daki sosyal medya eleştirisine gerek öğrenciler gerek ülkesindeki edebiyat çevrelerinin gösterdiği bu teveccühe biraz şaşırdım, biraz umutlandım. Umarım Türkiye’de de karşılığını bulacaktır.
‘Aleni Yaşamlar’ için bilim kurgu ya da distopya edebiyatı tarihinden esin kaynakları bulunabilir ki ilk akla gelen George Orwell’in ‘1984’ü olmalı. Bunlara Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’sını, Zamyatin’in ‘Biz’ini, Ray Bradbury’nin ‘Fahreheit 451’ini de ekleyebilirim. Elbette benzer başka romanlar da sayılabilir. Ancak ‘Aleni Yaşamlar’ın Dave Eggers’in 2013 yılında yayımlanan ‘Çember’i ile karşılaştırmak daha uygun olabilir. Bunda yazarların benzer teknolojik gelişmelere ve söz konusu gelişmelerin siyasi ve toplumsal hayata yaptığı benzer olumsuzluklara tanıklık etmelerinin rolü var.
Distopya klasikleri çoğunlukla uzak gelecek tasavvurlarıydı ve totaliter yönetimler altında yaşayan ürkek ve sinik toplumlara dair hikayeler anlatmışlardı. Hayal ettikleri teknolojilik gelişmeler çağlarının çok ilerisindeydi. ‘Çember’in ve ‘Aleni Yaşamlar’ın hedefledikleri zaman dilimi günümüze çok yakın, teknolojik ilerlemelerse bizleri şaşırtacak boyutlarda hiç değil.
Aslında her iki yazar da bugünün iletişim teknolojisinin sınırlarında dolaşıyor. Lilia Hassaine, günümüzün -bizdeki en iyi örneğini eş seçme, aile içi anlaşmazlıklar, kayıp kişi arama türündeki programlarda bulan- medya show’larından ya da insanların kendilerini sosyal medyada sergileme alışkanlıklarından, kısacası bugünün ‘şeffaflaşma’ daha doğrusu teşhircilik eğiliminden yola çıkmış, ufak tefek abartılar ekleyerek bu çılgınlığın gidebileceği istikameti, yaratabileceği sorunları sergilemeye çalışmış.
Mesela yargılamaların sosyal medya üzerinden ve halk tarafından yapılması ilk başta tuhaf gelebilir. Ama resmi olmasa bile insanların sosyal medyada bir tür yargılanmaya ve linçe varan cezalandırmalara çartırılmalarına sıklıkla tanık olduğumuz düşünülürse eğer, ‘Aleni Yaşamlar’ distopyalık halini hemen yitiriyor ve gerçekçi bir niteliğe bürünüyor.
Geçmiş zaman distopyalarında toplumlar totaliter yönetimler, kötülükle donamış tiranlar ve onlara hizmet eden silahlı muhafızlar tarafından yönetilirlerdi. ‘Aleni Yaşamlar’ı asıl ürkütücü kılan toplumun içinde bulunduğu durumu demokrasinin en ileri seviyesi olarak görmesinde. Onlar teknolojiye ve teknolojinin sunduğu imkanlara olan hayranlıkları, teknolojiye biat etmişlikleri, refah ve güvenliği özgürlüğe tercih etmeleriyle demokrasi pelerinine bürünmüş totalitarizmin gönüllü destekçileri. Ve ne yazık ki bu da distopya dünyasına havale edemeyeceğimiz bir gerçeklik barındırıyor.
Teknolojik ilerlemenin sosyal ve sınıfsal eşitsizlikleri ortadan kaldıran bir ilerleme olmayacağının altını da çizen Lilia Hassaine, ‘Aleni Yaşamlar’da var olana eleştirel bir tutum sergilerken edebiyat yoluyla uyarmış okuyucularını: güvenli yaşamak uğruna özgürlükler feda edildiğinde ütopya er ya da geç kabusa dönüşecektir.