Yerli dizide geçmişle, yabancıda düşmanla savaş var
‘The Decameron’ veba günlerinde entrika peşinde koşan soylularla bizi eğlendirirken popüler gençlik dizisi ‘Élite’in entrikaları yine can alıyor. ‘Gayribeyefendi Savaş Dairesi’yle aksiyona, ‘Family Guy’ın yeni sezonuyla mizaha doyuyoruz.
Netflix’ten bir dönem işiyle, ‘The Decameron’un entrikalarıyla karşınızdayız ama eğlendirme niyetiyle! Hemen aklınızdaki soruyu yanıtlayalım: Evet, tıpkı Pasolini’nin ‘The Decameron’ filmi gibi, dizi de Boccaccio’nun ‘Decameron’ kitabından esinleniyor. Dizi 1348 yılının Floransa’sında, boğazına kadar vebaya batmış bir dönemde geçiyor. E hani eğlenecektik dediğinizi duyar gibiyiz. Şöyle ki, BluTV’nin ‘Prens’i tadında, saray teamüllerinin ve soyluların alaya alındığı, halkın sefaletine parmak basılırken gamsızlığın korunabildiği bir dizi ‘The Decameron’.
14. yüzyılda geçen sahnelere 1980’li yıllardan pop-rock şarkılarının eşlik etmesinden dizinin absürtlüğünü tahmin edebilirsiniz. Dizinin kara ölümle yarışan kara mizahı da bunu pekiştiriyor. Yanı sıra, Kathleen Jordan’ın yapımcılığını üstlendiği dizinin her karesi öyle teatral ki bu güçlü mizah bile seyir zevkinin yanında sönük kalıyor.
Açılışı herkesi kırıp geçiren veba paniğiyle yapıyoruz. Soylular bile can derdinde, ama çok da değil: Kendi kıyafetini yardımsız nasıl giyeceğini bilememek gibi dertleri var misal. Bir de görevleri efendilerini eğlemek olan hizmetçiler var. Birden fazla ana karakterden oluşan (yani ansambl kadrolu) bu dizide her karakter birbirinden atipik. Dolayısıyla tuhaflıklarını yarıştırabilecekleri bir ortamda bir araya gelmeleri de senaryolar kanunu gereği kaçınılmaz.
Beklenen toplaşma, bir vikontun seçkin ailelere gönderdiği davetle gerçekleşiyor. Vikont bu soyluları hastalanmasınlar diye Floransa’nın veba havasından uzaktaki şatosunda ağırlayacak kadar incelikli biri. Tek kusuru var; konuklar gelmeden önce vebadan ölmüş olması! Soylular ve hizmetçileri türlü badirelerle şatoda buluşurken vikontun kendi hizmetçileri de onun öldüğünü gizlemeye çalışıyor. Aynı ortama kapatılmış birçok insan olur da cinsellik ve iktidar yarışı olmaz mı? Karakterlerimiz hem ölmemeye hem eğlenmeye hem sözünü geçirmeye çalışıyor. Zor iş!
Soylular bunlarla uğraşırken hizmetçilerin kimisi efendisini ortadan kaldırmaya uğraşıyor, kimisi onu manipüle etmenin, kimisi de canı pahasına korumanın derdinde. Ama soylularla hizmetçilerinin arasındaki toksik ve bağımlı ilişki, işleri çetrefilli hale getiriyor. Bölümler ilerledikçe bunun bir efendi-hizmetçi değil, arkadaşlık yolculuğu olduğunu fark ediyoruz. Kendimizi sevgi ve fedakarlığın arkadaşlıktaki rolünü ve dozunu sorgularken buluyoruz. Evli bir çiftin aslında âşık değil de çok yakın iki arkadaş olduklarını keşfetmelerine, yakın arkadaş olan bir başka ikilininse âşık oluşuna tanıklık ediyoruz.
Dizi sonlara doğru bizi eğlencemizin ortasında dram sahneleriyle şöyle bir sarsıyor. Sonra da hiçbir şey olmamış, gözlerimiz dolmamış gibi mizahına devam ediyor. Bir de tüm bunların arasına toplumsal ve sınıfsal mesajları o kadar yumuşak yedirmişler ki dizinin eğlendirirken iğnelediğini unutuyorsunuz. Bir bonus var: Hizmetçilerden birini Saoirse-Monica Jackson canlandırıyor. (Bu sizin için bir şey ifade etmediyse hemen Netflix’teki ‘Derry Girls’ü açın ve bir başka güzel diziden daha mahrum kalmayın.)
‘The Decameron’un pandemi yılı olan 2020’den sonra yayınlanması karakterlerle özdeşleşmemizi kolaylaştırmış. Vebadan kaçar gibi virüsten kaçmak için kapalı mekânlarda durmamızı, birbirimizden uzak dururken sosyalleşmenin yollarını aramamızı, eğlenceden de ödün vermemeye çalışmamızı hatırlarken akla şu geliyor: ‘Decameron’un bir de bu modern, Covid-19’lu versiyonu çekilse ya? O zamana dek Netflix’in ‘The Decameron’unu tekrar tekrar izlemek isteyeceğinizi garanti ederiz.
İlk sezonu 2018’de yayınlanan ‘Élite’ sekizinci ve final sezonuyla döndü. Amerikan yapımı olmayıp bu kadar popüler olan nadir dizilerden ‘Élite’, Darío Madrona ve Carlos Montero imzalı bir İspanyol dizisi. Bir inşaat şirketi tarafından okulları yıkılan üç yoksul genç, aynı şirketin bursuyla diziye ismini veren elitlerin gittiği kalburüstü bir özel liseye yerleşiyor. Sınıf tekrarları ve yeni öğrencilerin gelişi derken sekiz sezonluk bir macera başlıyor. Haliyle bir noktadan sonra ‘Élite’ de “Dizi çok bozdu” serzenişlerinin hedefine oturuyor.
İlk sezonunda söz konusu özel okul Las Encinas’ta işlenmiş bir cinayeti aydınlatmaya çalışmıştık. Sessiz ve sağduyulu Samuel (Itzan Escamilla), başörtüsünden ötürü ayrımcılık gören hırslı ve çalışkan Nadia (Mina El Hammani), zengin çevreye kapağı atmak isteyen gamsız Christian (Miguel Herrán) okula adımlarını attığında en büyük dertleri cinayet değildi elbette. Mekân özel okul, konu da burslu öğrenciler olunca zengin ve zorba öğrenciler de kaçınılmazdı. Muhteşem üçlümüzün her günü elitlere direnmek veya onların dünyasında asimile olmak kararı arasında geçiyordu.
Sekizinci sezona gelene kadar birçok karakter diziye veda ederken yeni karakter giriş çıkışları da eksik olmadı. Değişmeyen tek şeyse her sezon tanık olduğumuz cinayetlerdi. (Ha, bir de Omar karakteri (Omar Ayuso). İlk sezonda yan roldeyken çaktırmadan sekizinci sezonun ana karakterlerinden olmayı başaran Omar bir nevi dizinin demirbaşı.) ‘Élite’ sekizinci ve son sezonunda da klasiği bozmuyor ve ilk bölüm yine gelecekteki bir sahneden, şüpheli bir cinayetle başlıyor. Ardından günümüze dönüyoruz ve cinayeti çözmeye çalışıyoruz.
Bu sezonun cinayete giden yoluysa yeni mezunlar kulübüyle kesişiyor. Las Encinas zaten elitlerin gittiği bir okulken mezunlar kulübünün başındaki Héctor ve Emilia (Nuno Gallego, Ane Rot) çemberi iyice daraltıyor. Karakterlerimiz kulübe girmek için “Ben daha da elitim” yarışında ne kadar ileri gidecek, göreceğiz. Anlayacağınız ‘Élite’in final sezonu, elitin de eliti var temalı.
Bu sezonun şanssız (ve hayli ölü) ismiyse, açılış sahnesinde gördüğümüz üzere Joel (Fernando Líndez). Bir türlü düze çıkamadan göçüp gittiğine mi üzülsek, ilk bölümün sonundaki cinayet şüphelisine mi şaşırsak bilemiyoruz. Geçen sezondan kalan cinayet meselesiyse kapanmak yerine deşiliyor, zira cinayet anına dair video hâlâ Dalmar’ın (Iván Mendes) elinde. Yeni sezonda bir yandan da Dalmar’ın bu videoyla ne yapacağına dair sınavını izliyoruz.
‘Élite’in pembe dizilerden hallice entrikaları dizinin hem gücü hem zayıflığı. Ama buna takılmayıp izlediği her yapımda toplumsal konuları irdeleyenlerdenseniz ‘Élite’te malzeme çok. Dizi sınıf farkı, akran zorbalığı, ırkçılık, aile içi sorunlar, madde kullanımı, istismar gibi zorlu konuları işliyor. Hem işlediği konular hem anlatım teknikleri bakımından ‘Élite’, kendinden önce Netflix’te yayınlanmış ‘Ölmek için 13 Sebep’ dizisiyle benzer.
Kim kiminle ne yapmış türü uğraşlar ve ayak kaydırmalara meraklı olanlarsa ‘Gossip Girl’ hasretini ‘Élite’le gidermeye çalışıyor. İzlerken “Bu nasıl lise? Bunlar nasıl genç dimağlar?” gibi eski nesil cümleler geçiyor kafanızdan, zira 40 yetişkin bir araya gelse bu kadar karmaşık ilişki ağlarını ve entrikayı kotaramaz diyorsunuz. Hatta finalde karakterlerimiz bile bu durumu sorguluyor! Kim bilir, belki iyi birer çocuk olurlarsa ‘normal’ insanları bile görebilirler… Siz de sekiz sezon sabrederseniz, İspanya’daki Müslüman bir ailenin ayrıksı iki çocuğunun bu çarka çomak sokmasına tanık olabilirsiniz.
2. Dünya Savaşı’yla ilgili filmlerin ardı arkası kesilmiyor; her yılbaşında benzer romantik komedileri izler gibi bizler de yenisi çıktıkça izliyoruz. İşte Prime’dan sizlere Nazilerle savaşan kahramanlarla dolu bir film, ‘Gayribeyefendi Savaş Dairesi’. 2. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin başbakanı olan Winston Churchill’in 2016 yılında açıklanan gizli belgelerine dayanan filmde karakterlerin hepsi gerçekten yaşamış ve anlatılan mücadeleyi vermiş insanlar.
İngiltere’nin de Polonya, Belçika ve Fransa gibi Hitler rejimine yenik düşmesi an meselesidir ve Churchill, çevresindekilerin aksine direnme taraftarıdır. İşte film de Churchill’in kendi hükümetinden bile gizlediği bir Nazi-karşıtı operasyonu konu alıyor. Operasyonun amacı Atlantik Okyanusu’nu Nazilerin kontrolünden arındırmak, böylelikle müttefik Amerikan gemilerinin güvenliğini sağlamak, ek olarak Nazilerin direncini kırıp moral üstünlüğü elde etmektir.
Churchill bunun için yetenekli ve gözü kara bir ekibe ihtiyaç duyar. Ekibin başı için seçilen ilk isim Gus March-Phillipps’tir (Henry Cavill). Onu tekne kullanımında, patlayıcı hazırlamada, her türlü silahla çalışabilmede usta isimler takip eder: Henry Hayes, Freddy Alvarez ve Anders Lassen (Hero Fiennes Tiffin, Henry Golding, Alan Ritchson).
Operasyonu tamamlamak için savaşta centilmenlik kurallarını hiçe sayan gayribeyefendi ekibimiz gerekli istihbaratı Heron ve Marjorie Stewart (Babs Olusanmokun, Eiza González) adlı iki ajandan alır. Gayribeyefendilere çok kısa sürede zorlu ve tehlikeli alternatif planlar üretmek, ajanlara da tüm bunlar olurken limanları tutan Nazileri oyalamak düşer.
Göstermelik olarak kumarhane işletmeciliği yapan Heron bir parti düzenler. Oyalanması gereken yetkili ismi oraya çekmek de şarkıcılık, oyunculuk, baştan çıkarma ve nişan alma yetenekleriyle meşhur Marjorie’nin işidir. Özetle film bir yandan aksiyon diğer yandan eğlence pompalarken acaba yakalanacaklar mı diye bizi diken üstünde tutuyor.
Bu anlamda filmden ‘Soysuzlar Çetesi’ tadı geliyor. Hatta bazı benzerlikler, ondan etkilenildiği izlenimi veriyor. ‘Soysuzlar Çetesi’nin en meşhur sahnesini hatırlayalım; bir adam eliyle üç rakamını yapış şeklinden Nazilere yakalanmıştı. Bu filmde de bir karakterimizi ele veren, Almanca telaffuzunun Yidiş’e kayması.
‘Soysuzlar Çetesi’nin o efsane sahnesini görmeseydik bu sahneye övgüler dizebilirdik, ama çıta aşılamamış. Her iki filmde de ana kötü karakter spesifik olarak o bölgedeki Nazilerin en yetkilisi ve en kötüsü. Ancak gayribeyefendilerimizin kötü adamı ne yazık ki tek boyutlu kalmış. Aksiyon sahneleri de ‘Soysuzlar Çetesi’ne yaklaşamıyor. Ekibimiz esnafa selam vere vere mahallede yürürcesine Nazi askerlerini öldürüyor. Yani bir Hollywood klasiği olan kaslı adamların poz kesmesini, bir nevi Amerikan kovboyculuğunu izliyoruz. Son olarak isim benzerlikleri gözlerden kaçmıyor: Soysuzlardan ve gayribeyefendilerden oluşan çeteler.
Gelelim izleme sebebine! İlk akla gelen unsurlar yönetmen Guy Ritchie ve başrol Henry Cavill elbette. Filmin bir kısmının Türkiye’de Antalya’da çekilmesi de bir başka neden. Ama Churchill’i canlandıran isim bizi daha çok heyecanlandırdı, zira kendisi ‘Penny Dreadful’dan tanıdığımız, kalplerimizi fetheden John Clare’e hayat veren Rory Kinnear. Az önce saydığımız eleştiri noktalarıysa aslında filmin bir yandan da güçlü yanları; çünkü film böylelikle izleyiciyi yormuyor ve sıkmıyor. Tarihî olaylara dayanan filmler dram ve gerilime meylederken bu filmde size aksiyon ve eğlence bir arada vadediliyor. Tam da bu kıvamın izleyicisiyseniz veya İkinci Dünya Savaşı filmleri ilginizi çekiyorsa hafta sonu planlarınıza Prime’da yayınlanan ‘Gayribeyefendi Savaş Dairesi’ni hemen ekleyin!
Sivri dilli mizahıyla sınırları zorlarken bolca eğlendiren çizgi dizi ‘Family Guy’, 22. sezonuyla izleyicileri yeniden ekran başına kilitlemeye hazır! Seth MacFarlane’in absürt komedi, toplumsal eleştiri ve zaman zaman duygusal anlarıyla bezeli kült dizisini yeni sezonuyla birlikte Disney+’tan izleyebilirsiniz.
Dizi, hayali bir şehir olan Quahog’da geçiyor ve Griffins ailesini konu alıyor. Aile üç çocuğuyla ve köpekleri Brian’la bizi her bölüm kaotik bir macerayla karşılıyor. Bunu yaparken de Amerikan rüyasını tiye alıyor ve güncel meselelere gönderme yapıyor. Dizinin sevilen diğer yanları kendi kendine referans verdiği veya dördüncü duvarı yıktığı sahneler, sloganlaşmış replikler ve internet mizahına konu olan karakterler. (Fakat dizinin 1999’dan beri devam ettiği hesaba katılırsa tartışmalı bölümleri de bol. Ofansif mizah diyerek sıyrılmak her zaman kolay olmuyor ve izleyici tepkisini hemen ortaya koyuyor.)
Griffin ailesinin babası Peter saflığıyla meşhur, baş belası, yemek düşkünü bir karakterdir. Karısı Lois ise zeki, kültürlü ve sabırlı biridir. (İkili arasında bu dengeye yine bir başka başarılı çizgi dizi ‘Gumball’daki anne-babada rastlıyoruz.) Ailenin en ilginç üyesiyse konuşan entelektüel köpek Brian’dır. Onu kötücül bebek, yani dünyayı ele geçirmeye çalışan Stewie izliyor. Büyük kardeşlerden Chris ve Meg ise kimse tarafından ciddiye alınmıyor.
Eskilerden ‘The Simpsons’ ve ‘South Park’, yenilerden ‘Rick and Morty’ gibi kült çizgi dizilerin arasında yer alan ‘Family Guy’ kısaca kaos, güncel göndermeler ve bol hiciv seven gönülleri bir kez daha fethetmek üzere Disney+’ta. (Biz listeye bir de çoğu çizgi dizi sevdalısının gözünden kaçırdığı, ama kendi kemik kitlesi olan ‘Regular Show’u da ekleyelim. Bize sonra teşekkür edersiniz! ‘Regular Show’un ilk üç sezonu Netflix’te.)