Dünya küçük; Napoli’de Araplara ait tapınak bulundu
Yahya Coşkun'un bu ay yayınlanan kitabı 'Esir Şehirlerin Eserleri', Anadolu'nun işgal yıllarında tarihi eser kaçakçılığına karşı verilen mücadeleyi belgeliyor. Savaş sadece cephede değil yeraltında da sürmüştü.
Kurtuluş Savaşı bir işgale karşı verilen mücadeleden çok daha fazlasıydı. Bu ülkenin binlerce yıllık hazinelerinin yurtdışına kaçırılmasına mani olmak için de verilen bir mücadeleydi. Mustafa Kemal Paşa, genç Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra Alacahöyük kazılarını başlatmıştı başlatmasına ama arkeolojiye verdiği önem çok daha eskiye uzanıyordu. Daha 1921’de Sakarya Savaşı sürerken Ankara Kalesi’ne kurulan Eti Müzesi Atatürk’ün konuya bakışının göstergelerinde biriydi. Bu bir yönüyle, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan ve ABD’lilere karşı verilen amansız bir mücadeleydi; Efes’te, Bodrum’da, Antalya’da ve hatta Topkapı Sarayı’nda…
Yahya Coşkun’un kaleme aldığı ‘Esir Şehirlerin Eserleri’ bu “hayasızca akının” fotoğrafını çekiyor. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanların yanı sıra Anadolu’ya asker çıkarmamasına rağmen ABD’liler de fırsattan istifade bu kadim coğrafyanın zenginliklerini talan etme yarışına katılmıştı. Ancak hepsinin hesaba katmadığı bir şeyler vardı; Büyük sefalet içindeki Anadolu insanının mücadelesi ve Mustafa Kemal’in bu mücadeleyi organize bir direnişe dönüştürmesi. Öyle ki bu direniş sadece savaş meydanında değil tarih eser kazılarının yapıldığı alanlarda da bir mücadeleyi içeriyordu. İşte Yahya Coşkun’un belgeleriyle ortaya çıkardığı bir talanın hikâyesi.
30 Ekim 1918’de Mondoros Limanı’nda imzalanan mütareke sonrası Anadolu işgal edilmişti. İmzalanan anlaşmayla İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlar Anadolu’nun dört bir yanına asker çıkarmıştı. 1918’de başlayan bu işgal 30 Ağustos 1922’de Büyük Taaruz’la kazanılan zafere kadar dört yıl sürecekti. Bu dört yıllık işgal Batılı devletlerin eski bir alışkanlıklarını daha aleni bir biçimde sergiledikleri bir sürece evrildi; Tarihi eser kaçakçılığı. Hikâyenin Troya ve Bergama gibi kanayan yaralarımıza dayanan kısımlarının bir benzerini hayata geçirmek isteyen işgal güçleri medeniyetlerin beşiği Anadolu’dan tarihi eserleri çalmak için ideal bir ortamı yakaladıklarını düşünüyorlardı.
Güney Ege kıyılarını işgal eden İtalyanlar Bodrum Kalesi’nde restorasyon bahanesiyle yaptıkları kazılarda çıkardıkları eserleri Rodos’a kaçırmıştı. Bu talan ne yazık ki Bodrum’la sınırlı kalmayacaktı. Antalya’yı da işgal eden İtalyanlar hem merkez hem de Toroslarda varlığı bilinen antik kentlerde yaptıkları kazılarda çıkardıkları tarihi eserleri kaçırmaya çalıştı. Öyle ki bu eserlerin bir bölümü İtalya’nın Antalya konsolosunun evinde bulunacaktı. İtalyanlar ordusunun gücüyle bunları yaparken Fransızlar da boş durmuyordu.
Anadolu’nun dört bir yanına ordusunu çıkaran Fransızlar işgal ettikleri Tarihi Yarımada’daki Topkapı Sarayı başta olmak üzere Bakırköy’den de çok sayıda eseri ülke dışına çıkarmaya çalıştı. Ne yazık ki önemli ölçüde de başarılı oldular. Ancak Fransızların talanı İstanbul’la sınırlı değildi. Çanakkale, İzmir, Antalya ve Adana Fransızların tarihi eser talanı için seçtiği diğer coğrafyalardı. Üstelik Antalya ve İzmir gibi yerlerde müttefikleri İtalyan ve Yunanlarla karşı karşıya gelme pahasına.
Antep, Adana ve Maraş’ta da benzeri faaliyetler yürüten Fransızlardan Yunanlar geri kalmayacaktı. Trakya ve İzmir çevresini işgal eden Yunanlar tarihi eser kaçakçılığında aleni bir hırsızılığa çevirmişti. Aydın’daki Nysa antik kentini adeta bir ganimet mantığıyla talan eden Yunanlar, bölgedeki müzelerde memurların şahsi eserlerine kadar aramalar yapıp bu bulduklarını bu talanlara dahil etmişti. Bu talan harekâtı, Türk ordusunun İzmir’e doğru ilerleyişiyle bir ölçüde kesintiye uğradı. İzmir’in kurtuluşu sırasında da kimi eserler Yunanistan’a kaçırılmaktan kurtarıldı. Ancak ne yazık ki bazı eserler için çok geçti. Efes de bu talandan payına düşeni alacaktı.
Yunanların bu denli geniş kapsamlı talanının arkasında Helen izi arama hevesi yatıyordu. Böylece bölgedeki işgali kalıcı bir hale çevirmek için uluslararası camiada güç kazanmayı umuyorlardı. Yani bir nevi arkeolojiyle işgale meşruiyet yaratılmak amaçlanıyordu. Bu talandan sadece İzmir ve çevresi değil Trakya da nasibini alacaktı. Öyle ki Yunanlar kazılarda çıkardıkları buluntuları bölgenin Helenliğini dünyaya gösterip Trakya’da işgalci değil de evsahibi olduklarını göstermeyi amaçlıyorlardı. Bu talan faaliyetleri yerel halkın organizasyon kapasitesi doğrultusunda bir nebze engellenebildi. Ancak her tarihi eser o kadar şanslı değildi.
Arkeolojinin ve tarihi eser kaçakçılığının başladığı yere gidiyoruz şimdi de. Askeri güç bakımında Anadolu’daki en etkin işgal gücü konumundaki İngilizler, Troya’ya özel bir ilgi gösteriyordu. 1890’da öldüğünde geride bir Troya talanı bırakan Heinrich Schliemann’ın izinden giden İngilizler kazı faaliyetlerini bu bölgede yoğunlaştırmıştı. Sadece işgal yılları baz alındığında İngilizlerin tarihi eser kaçakçılığı Fransız, İtalyan ve Yunanlara nazaran daha geri planda kalıyor. Ancak 1800’lerin başından itibaren Balkanlar’dan Mısır’a Osmanlı coğrafyasını hesaba kattığımızda bu talanın boyutunun büyüklüğü günümüzde skandallarla anılan Londra’daki British Museum’da ayrıntılı bir biçimde görülebilir.
Yahya Coşkun’un Kronik Yayınları’ndan çıkan kitabı tüm bu talan harekâtına karşın verilen mücadeleyi belgeleriyle ortaya koyuyor. Mustafa Kemal Paşa’nın 1922’de ilgili kurumlara gönderdiği bir yazıda; Topkapı Sarayı’ndaki başta Mukaddes Emanetler bölümü olmak üzere diğer önemli tarihi eserlerin de Anadolu’ya nakledilmesi grekliliğinden bahsediyordu. Ancak İstanbul Hükumeti’nin buna istekli davranmaması nedeniyle bu plan sonrasında hayata geçirilmez.
Anadolu’nun kurtuluş mücadelesi verilirken tarihi eserlerin kaçırılmasının önlenmesinin yanı sıra Cumhuriyet’in ilânı sonrasında kaçırılan eserlerin iadesi de gündemdeki konulardan biriydi. Mustafa Kemal Paşa 1925’te yazdığı bir yazıda Side’den İtalyanlar tarafından kaçırılan tarihi eserlerin iadesi konusunda girişimde bulunuyordu.
Gelinen noktada Türkiye bugün Birleşmiş Milletler’e bağlı UNESCO’nun ilgili hükümleri doğrultusunda kendisine ait tarihi eserlerin iadesi için büyük bir hukuk mücadelesi veriyor. Son yıllarda hız kazanan bu mücadelenin meyveleri de toplanmaya başlandı. Başta ABD olmak üzere yurtdışındaki pek çok ülkeden Türkiye’ye ait eserler, ait oldukları yere getirilmeye başlandı. Darısı Knidos aslanı, Troya hazineleri ve Pergamon Zeus Sunağı’na.