İsveçli yazar Kerstin Ekman Türkiye'de hak ettiği kadar tanınmıyor. 91 yaşındaki yazar avcıyla kurdun ilişkisini anlattığı 'Kurt Olmak' kitabıyla şeytanın bacağını kıracak gibi. Roman yaşlanmak, insan ve hayvan sevgisi, korku ve nefret hakkında...
İsveç’in yaşayan en büyük yazarları arasında sayılan Kerstin Ekman, 2021 yılında yayımlanan ‘Kurt Olmak’ romanında ormanda gördüğü bir kurtla tuhaf bir bağ kuran yaşlı bir avcının hikayesini anlatıyor. Bu aynı zamanda yaşlanmak hakkında, bellek hakkında, doğa hakkında, insan ve hayvan sevgisi hakkında, korku ve nefret hakkında bir hikaye. Ve kesinlikle politik bir hikaye.
Tam adıyla Kerstin Lillemor Ekman, 27 Ağustos 1933’te İsveç’te Östergötland’da doğdu, küçük Katrineholm kasabasında büyüdü. Babası ustabaşı, annesi ev hanımıydı. Evin tek çocuğu olan Ekman okula gitmeden önce okumayı ve saymayı öğrenmişti. 1957’de Uppsala Üniversitesi edebiyat bölümünden mezun oldu. Bir süre sinema sektöründe çalıştıktan sonra 1959’da yayımlanan polisiye türdeki ilk romanı ’30 Meter Mord’un aldığı olumlu eleştirilere güvenerek yazarlığı meslek edindi.
Henüz 20’li yaşlarındaydı. 60’lı yıllarda ard arda yazdığı polisiyeleriyle dikkatleri çeken Ekman, 70’li yıllarda siyasi ve toplumsal meselelere açılan –’Häxringarna /CCadıların Halkaları’ (1974), ‘Springkällan / Bahar’ (1976), ‘Änglahuset / Melek Evi’ (1979) ve ‘En stad av ljus / Işık Şehri’ (1983)- romanlarıyla ününü pekiştirdi. 1978’de İsveç Akademisi üyesi seçildi, ancak Salman Rushdie’ye yöneltilen ölüm tehditlerinin ardından çıkan tartışmalar nedeniyle Lars Gyllensten ve Werner Aspenström ile birlikte 1989’da Akademiden ayrıldı. Kazandığı çok sayıda edebiyat ödülünün yanı sıra 1998 yılında Litteris et Artibus madalyası ile de ödüllendirilmişti. 91 yaşındaki Ekman yazmayı sürdürüyor.
2018 yılında, İsveç’in kuzeyindeki küçük bir kasabadayız. Burası büyüklüğü ve ekolojik zenginliği ile yalnızca İskandinavya’ya özgü, zamanın ağır aktığı büyülü bir yer. Hikayenin anlatıcısı ve kahramanı -emekli orman memuru- Urf Norrstig ve karısı -emekli edebiyat öğretmeni- Inga-Britt işte bu kasabada, büyük bir orman arazisinin içinde konuşlanmış -şimdi dünya mirasının bir parçası olan- baba mirası evlerinde sakin, yeknesak ama huzurlu bir hayat sürdürüyorlar. Ta ki uzun yıllardan beridir kasabanın avcıbaşılığını yürüten Urf, ormanda parçalanmış bir geyik ölüsü bulana kadar…
Urf, geyiği parçalayan etoburun izini sürdüğünde hayranlık uyandıran bir hayvanla karşılaşacaktır:
“Nihayet ortaya çıktı. Kolay anlaşılır bir rahatlıkla yaptı bunu; bura onun dünyasıydı. Kayak izinin biraz ilerisinde çıktı ormandan. Bataklığın kenarında, bir ardıç çalısıyla bodur bir çamın arasında durdu. Bataklığı kaplayan karlara dikkatle baktı. Başını çevirdi, asil burnunu, keskin alnını, dik kulaklarını görebildim. (…) Yüzünü tekrar bataklığa dönmüştü. Görüntü çok netti, kulağındaki gür tüyler, kenarlarındaki siyahlık rahatça ayırt ediliyordu. Gözleri hafif çekikti, rengi çok açıktı. Boynunu saran kabarık tüyleri, yanaklarından taşan dikenli kıllarıyla çok görkemliydi. Yanaklardaki tüyler beyazdı, boynuna dantel gibi iniyordu. Gözlerinin üst ve altında gri-beyaz lekeler vardı, aralarına gri çizgiler uzanıyordu. Ön bacaklar uzundu, beyazdı. En azından önleri beyazdı. Beyaz tüyleri, hiçbir tarafında kar gibi değildi. Sarımsı beyazdı. Bu beyazların dışında, kürkü griydi. Çok eskiden, insanlar kurt demeye cesaret edemez, gribacak derlerdi. Bacakları uzundu. Büyük bir erkek kurttu.”
Bu kurt, avlanmak ve/veya çiftleşmek için dolaşan yalnız bir avcıdır. Urf, kurdu gördüğünü kimseye, hatta karısı Inga’ya bile söylemekten imtina eder. Sanki aralarında bir bağ kurulmuştur – elbette tek taraflı bir bağdır ama Urf’un hayatını değiştirmiş, geçmişi yeniden ama yeni bir gözle değerlendirmesine, karısının deyişiyle “tutum değiştirmesine” neden olmuştur:
“Onu gördüm. Hayatım olağan seyrinde değildi artık. Nedenlerimi sorgulamaya başladım. Öldürme nedenimi. Planlı ağaç kesme nedenini. Bir ofiste oturup büyük planlar yapmayı. Muktedirlerin planları daha fazla kâr peşinde değiştiğinden, planları değiştirmeyi.”
Ne var ki av mevsimi açılmış ve sağlık sorunlarıyla boğuşan Urf’tan boşalacak avcıbaşılığa adaylığını koyan hırslı genç avcı Ronny, erkekliğini kanıtlamak için kurdu öldürmeyi aklına takmıştır…
60 yılı geçen edebiyat hayatına ve ülkesindeki ününe rağmen Kerstin Ekman, Türkiye’de tanınmayan bir isim. Geçtiğimiz günlerde Ali Arda’nın özenli çevirisiyle yayımlanan ‘Kurt Olmak’ sayesinde ilk kez tanıştığımız bu usta yazarla ilgili genel bir değerlendirme için sözü İsveçli bir eleştirmene bırakıyorum:
“Erkman’ın son romanı ‘Kurt Olmak’ta üzerinde konuları, temaları ve tür özelliklerini bulabilirsiniz; bireyin insan merkezli bir dünyadaki konumunu ve sorumluluğunu, insanlar, hayvanlar ve kırsal alan arasındaki ilişkiyi ve küçük bir topluluktaki insanlar arasındaki dinamikleri, uzun bir evliliği ve sona yaklaşan bir yaşamı ele alıyor. Bunu yaparken gerilim edebiyatının tekniklerini de kullanmış. Ekman’ın romanlarında görülen kurt figürü insanın hayvanlara yönelik şiddetinin bir sembolü olarak görülebileceği gibi ataerkil bir baskı karşısında kadınların kırılganlığının bir sembolü olarak da yorumlanabilir. Bir yanıyla da ötekinden duyulan korkuyu -yabancı düşmanlığını- akla getiriyor.”
Kısa ama pek çok derinlikli tema barındıran ‘Kurt Olmak’ta benim asıl ilgimi çeken 70 yaşındaki bir adamın -Ulf Norrstig’in- duygu ve düşünce dünyasındaki değişimin ikna edici anlatımı oldu. Değişimin başlangıcı kurdu gördüğü andır. Aslında kurt Ulf için “şeyleştirdiği” bir av. Şeyleştirmekten kastım canlı bir varlığı eşyaya çevirmek, böylelikle bir canlıyı öldürmek fikrinden sıyrılmak. Ne var ki kurtla arasında bağ kurulduğunda Ulf’un dili değişecek ve “vurduğum her şey” yerine “vurduğum herkes” ifadesini kullanacaktır. Kurt artık bir özne, onu öldürmek cinayettir. Dahası kendisini bir kurt gibi hissetmiştir:
“O günden sonra çok kez kurt adam oldum (…) Bazı geceler o oldum. Koştum. Ladin ağaçlarının altına süründüm. Sözle tarif edemeyeceğim şeyler yaşadım.”
Geçirdiği zihinsel metamorfozun ardından belleği canlanır; 12 yaşındayken başladığı atış talimlerinden tutun da bir orman mühendisi olarak orman alanlarının yok edilmesine seyirci kalmasına, aile mirası için yapılan yolsuzlulara kadar yüzleşmesi zor pek çok şey gelip gider aklına – en çok da avladığı hayvanlar. Av ganimetlerini sakladığı odasına girdiğinde dehşeti yaşayacaktır:
“Orası bir ölüm ormanıydı ve ben oradaydım. Hissettiğim şey korku değildi. Daha kötü bir şeydi. Büyük, dallı geyik boynuzları ve küçük, karaca boynuzlarının en iyisi. Bana saldırdılar. Ölüler Ormanı’ndan kaçamadım. Boynuzlar beni tehdit etti. Üst gagalar ve Pençeler yırtmamı istedi. İçlerindeki tüm güç ve vahşet ölmüş olmalıydı. Ama şimdi, bir kabus ve senin ölümcül bir tehdide dönüşmen korkusu, savuşturamadım. Öğrenemediğim kelimeleri. Çığlık yok. Sıkışmıştım. Boynuzlar ve gagalar beni etkiledi ve gömleğin altındaki soğuk teri hissettim. Şimdi, eğer ölürsem, diye düşündüm. Hayır, düşünmedim. Hissettim.”
Kerstin Ekman’ın bitkileri, ağaçları, hayvanlarıyla doğaya saygısını sunduğu ‘Kurt Olmak’ kuşkusuz ki yaşanmışlıklardan kaynaklanıyor. İkinci kocasıyla 1970’lerde Doğudaki Norveç sınırına yakın küçük ve ormanlık Valsjöbyn kasabasına taşınan ve burada tam 24 huzur dolu yıl geçiren Ekman’ın tehdit altındaki biyolojik çeşitliliğin geleceğine ilişkin endişelerini dile getirmesi şaşırtıcı değil. Bunun yanı sıra Urf ve Inga arasındaki ilişkinin de kendi deneyimine dayandığı iddia edilebilir. Bir söyleşisinde “birlikte iyi yaşayan, uzun yıllar evli olan evli bir çift hakkında yazmanın güzel olduğunu düşündüğünü” söyleyen Ekman, bir kadın ve bir erkeğin bir evi uyum içinde paylaşmasına dair duygusal anlara yer vermiş. Birbirlerini hissedişleri, dış dünyaya karşı dayanışmaları, birbirlerine karışmadan, bireyselliklerini yitirmeden ama birbirlerinin varlıklarını tamamlayarak yaşamaları zarif bir üslupla tasvir ediliyor. Ulf’un sözleriyle özetleyelim:
“Her neyse artık, olağan, hatta iyi bir hayat. Şefkat esirgenmedi benden. Bazen muhteşem sandviçlerdi. Bazen tenime değen tendi. Daha doğrusu, çoğu kez. Ama şefkatin, ikimizde birden uyandırdığı beklentiyi karşılayamadım. Sanırım ilaçların suçuydu. Her neyse artık, birbirimizi bulduk. Şefkat tükenmedi. Bazen çatırdadık. Hep oldu bu. İki güçlü irade, ağır yük vagonları gibi çarpıştı. Tıka basa yaşantı yüklüydük. Ayrıca görüşler, algılar, bir sürü ıvır zıvırla. Ama her şeyden önemlisi irade ile. Diş bilenmedi, katiyen uzatılmadı. Toparlandık. Sade bir hayat yaşadık.”
Kerstin Ekman, etkileyici hikayesini, ele aldığı temaları, duygu ve düşünceleri ekonomik bir dille anlatmayı başarıyor. Bireyin kendisiyle ve sahip olduğu her şeyle -insanlarla, hayvanlarla, eşyalarla, doğayla- buluşmasını, sevginin gücünü, kendisini keşfetmenin hazzını sade ve keskin bir üslupla kelimelere dökmüş. ‘Kurt Olmak’, “tek bir heceyi boşa harcamayan, şaşırtıcı derecede uyumlu bir iç mantığı bir arada tutan ve yukarıda bahsedilen konuların ağırlıklarını en yüksek dilsel entelektüel düzeyde dengede tutan özlü, neredeyse özlü dili nedeniyle nadir bir roman”.