‘Göze görünmeyen ölüler’ arasında: Hiroşima’dan bugüne
Bir şair ağzını ne zaman bozar? Sabahın köründe arkadaşının ölüm haberini alınca. Dağlarca'ya, Melih Cevdet Anday'ın öldüğünü söyleyince öyle bir küfretmişti ki, o küfrü nişane gibi taşıyorum yıllarca. Anday'ı ölüm yıldönümünde bu hikayeyle anıyorum.
28 Kasım 2002… Melih Cevdet vefat etmiş. Akşam haberi geldi. O zamanlar Radikal gazetesinde çalışıyorum. Şef bütün muhabirlere mesaj attı: “Yarın erkenden gelin çok büyük bir soruşturma yapalım.” Eskiden önemli biri vefat edince o alanın önemli insanları aranır yaşamını yitiren kişiyle ilgili görüşleri alınırdı. Bunun gazetecilik jargonundaki adı da soruşturmaydı.
Sabah gazeteye en erken gelenlerden biriyim. Saat sabah 8.30. Açtım fihristi Fazıl Hüsnü Dağlarca ilişti gözüme. Aradım:
– Günaydın Fazıl Bey. Radikal gazetesinden Olkan Özyurt ben.
– Günaydın.
– Efendim Melih Cevdet Anday’ı kaybettik de onunla ilgili aramıştım.
– Ne Melih mi öldü (Sessizlik).
– Efendim bir soruşturma yapıyoruz onun için rahatsız ettim.
– Ulan arkadaşım ölmüş. Sabahın köründe arayıp söylüyorsun. Bir de soruşturma diyorsun.
– Efendim işte biz de Melih Bey ile ilgili haber hazırlamak için sizi rahatsız ettik,
– Başlatma haberinden. Senin ananı avradını…. (çat telefon kapanıyor)
Şoktayım tabii ki… Koskoca Fazıl Hüsnü Doğlarca’dan küfür yemişim, inanamıyorum. Dünyam altüst olmuş, O sırada Derviş Şentekin geliyor servise. Artık nasıl rengim attıysa, “Ne oldu” diyor: “Her şey yolunda mı?” Ağlamaklı ve üzüntülü bir ses tonuyla “Abi, Fazıl Hüsnü Dağlarca anama avradıma sövdü” diyebiliyorum ancak. Basıyor kahkahayı. Anlamıyorum “Olur böyle şeyler” diyerek gönlümü almaya çalışsa da gülmesine engel olamıyor. Servise gelen herkese anlatıyor. Dinleyen de basıyor kahkahayı. Derviş Abi “Ömrün boyunca bu küfrü nişane gibi taşıyacaksın” diyor. Anlamıyorum!
O gün çok güzel bir sayfa hazırladık Melih Cevdet Anday için. Yaklaşık 30 kişi ile görüştük. Cenaze günü Evrim Altuğ ile cenaze takibi yapacağız. Şişli Camii’nden kaldırılacak cenaze sonra Bostancı’dan motorla Büyükada’ya götürülecek ve orada defnedilecek. Bunun için iki muhabir görevliyiz.
Gittik Evrim ile Şişli Camii’ne, kalabalık mı kalabalık. Arkadaşları, dostları, okurları… Camii kısmı Evrim’de, defin kısmı bende. Böyle paylaştık haber takibini. Cenaze namazı sonrası mezarlığa gidecek grubun arasına karıştım onların arabasına binip Bostancı’ya geldik. 10-15 kişiyiz. Cenazeyi itina ile motorun baş kısmına yerleştirdik. Küçük bir motor. Ağırlıklı olarak 70 yaş üstü insanlar. En gençleri benim.
Motor dalgaları yara yara yol alıyor. Üşüyenler ahşapla kapalı güverteye geçiyor. Ben de fırsat bu fırsat diyerek cenazesinin yanına gidiyorum. Bir sigara yakıyorum, üstümüzden martılar geçerken Melih Cevdet Anday ile dertleşmeye başlıyorum.
– Vay be Melih Bey, son yolculuğunuzda sizin yanınızda olmak da varmış kaderde.
– Ama Fazıl Hüsnü Dağlarca da biraz ayıp etti. Küfür etmeseydi iyiydi.
Artık nasıl kendimi kaptırdıysam. Ataol Behramoğlu çıkıyor güverteden, “Her şey yolunda mı” diye soruyor. “Yolunda Ataol Bey, dertleşiyoruz Melih Cevdet Anday” ile diyorum.
Büyükada’ya geldik. Cenaze arabasına naklettik Melih Bey’i. Sonra mezarlığa gittik. Dualar edildi. Toprak atmaya geldi sıra. Önden birkaç kürek toprak attım. Küreği Ataol Behramoğlu’na verdim. Fakat kürek kaldı onda. Yoruldu da. Etraftaki herkes ondan büyük. Küçük olan bir tek ben varım. Mecburen aldım küreği, görevli ile birlikte gömdük Melih Cevdet Anday’ı. Bu arada gazeteden Erkan Aktuğ arıyor:
– Ne yaptın Olkan, ne zaman yazdıracaksın haberi.
– Erkan Abi şu an Melih Cevdet Anday’ı gömüyoruz. Seni sonra arayayım mı?
Melih Bey’i edebi istirahatine bırakıyoruz. Eve geçilecek. Ataol Behramoğlu “Sen de gel genç adam” diyor. Evde sıcacık çay, üşümüşüz içiyoruz. Melih Bey’in has dostları, arkadaşları. Ama kimse beni tanımıyor. “Üzerimizde çok büyük emeği var” diye birkaç kelam ettiğim için olsa gerek beni de öğrencisi zannediyorlar. Erkan Abi yine arıyor.
– Oğlum sayfayı basacağız. Hadi yazdır şu haberi.
– Abi şu an Melih Bey’in evindeyiz. Haberi yazdıracak durumda değilim. Ararım seni!
Tabii herkes Melih Cevdet Anday ile ilgili anılarını anlatıyor. Ben ömrü hayatımda iki kere görmüşüm. Bir imza gününde bir de bir söyleşi yapmak için buluştuğumuzda. Pek öyle çarpıcı anım yok. Ama bir şey söyleme ihtiyacıyla ‘Bir Misafirliğe Gitsem’ şiirini okurken buluyorum kendimi. “Nerede olduğumu hatırlamasam. Hatta adımı bile unutsam” diye şiirin son dizelerini okurken insanların yüzüne göz gezdiriyorum, şaşkın şaşkın bakıyor insanlar bana. İstemeden Peter Sellers performası sergilediğimi hissediyorum.
Sonra çıkıyorum evden… Erkan Abi’yi arıyorum. Baştan sona anlatıyorum yaşadıklarımı. “Sen normal bir şekilde yazdır haberi, gelince sağlam kafayla yazarsın yaşadıklarını” diyor. Melih Cevdet Anday için hazırlanan Radikal Kitap’ın özel sayısı için yazıyı yazıyorum. Daha doğrusu yazmaya çalışıyorum ama istediğim gibi olmuyor yazı. Yalın bir şekilde yaşadıklarımı yazmak o kadar kolay değil. Başka türlü bir yazı oluyor. Kısmet bugüneymiş!
Aradan altı yıl geçti yine gazetedeyim, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın vefat ettiği haberi geldi. Büyük bir soruşturma yaparak onu da son yolculuğuna uğurladık. Ve Derviş Şentekin’in dediği gibi “O küfrü nişane gibi taşıyorum.” Ve ne zaman Melih Cevdet Anday’ı ansam Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın küfrü aklıma geliyor ve tebessüm ediyorum! Denk geldikçe de Kalamış Parkı’ndaki heykelini ziyaret ediyorum.
20 Aralık 2024 - Ormanda yeni bir lider doğuyor, şımarık oğlan dersini alıyor!
13 Aralık 2024 - Yılın en iyilerinden ‘Hemme…’: Öfke ruhu kemirir!
6 Aralık 2024 - Babaların kızları için yaptığı yolculuk hiç biter mi!
5 Aralık 2024 - Keşanlı Ali 60 yaşında mikrofonlarımız Haldun Taner’de