Tayfun Pirselimoğlu’ndan tuhaf bir İstanbul gecesi romanı: Kaplan da var maymun da
Cennette işler beklendiği gibi değil… Herkesin fark ettiği ama kimsenin ses çıkarmadığı adaletsiz bir durum var. Çok tanıdık! Peki başka dünyalarda ‘düzeni’ sağlamak mümkün mü?
İlk iki romanında kadın karakterleri ve hikayeleri yazan Sezen Ünlüönen, bu kez farklı sularda yüzüyor. Üstelik bir erkek kahramanın gözüyle... Ünlüönen'le üçüncü romanı 'Cennetteki İlk Günüm Bi Tık Daha İyi Olabilirdi’yi konuştuk.
Sezen Ünlüönen genç kuşağın gür sesli romancılarından.
Bir aile apartmanında yaşananları anlattığı 2017’de yayımlanan ilk romanı ‘Kıymetli Şeylerin Tanzimi’yle okura merhaba diyen yazar dört yıl sonra okurla buluşan belki alıştıklarımızdan biraz daha farklı bir kadın hikâyesi ‘İmtiyaz, Yahut Cici Kızlara Bir Roman’ıyla yerini sağlamlaştırdı.
Ünlüönen’in sular seller gibi mizah soslu dilinin yanı sıra alametifarikası, günümüze sırt dönmeden yazması. İlk iki romanında 10 Ekim Ankara patlamasını da, 8 Mart feminist gece yürüyüşünü de kadınların dünyanın hangi köşesine giderse gitsin baskıdan bir türlü kaçamayışını da anlattı. Üstelik yer yer neşeli ve umutvar bir üslupla… Bizi, bize, bizim dilimizle yazdığı romanları okurla bağ kurmasına vesile oldu.
Yetişkin hayatının neredeyse tamamını ABD’de geçirmiş biri Ünlüönen. Yazmak hep hayatında olmuş. Harvard Üniversitesi’nde edebiyat lisansının ardından kısa süreliğine Türkiye’ye geldi, sonra doktora eğitimini tamamlamak için Harvard’a döndü. Ve artık bir akademisyen.
Bir önceki romanı ‘İmtiyaz Yahut Cici Kızlara Roman’ vesilesiyle üç yıl önce Zoom’la uzakları yakın ettiğimiz Sezen Ünlüönen’le bu kez yeni romanı ‘Cennetteki İlk Günüm Bi Tık Daha İyi Olabilirdi’ vesilesiyle -yine zoomla- buluşuyoruz.
Baştan söyleyelim, Ünlüönen’i daha önce okumuşsanız bile bu kez yazarlığının farklı yönünü göreceksiniz. Eğer bu yazarla tanışma romanınızsa da iyi bir “merhaba” olacaktır. Zira “Cennette ilk gün nasıl olur” peşinden gitmeyi gerektirecek kadar iştah açıcı bir soru.
İlk tanışmamızda “Genel olarak okuyup yazmak üstüne kurulu bir hayatım var” demişti Ünlüönen. Değişen bir şey var mı merak ediyorum. “Önüm arkam sağım solum okumakla, edebiyatla” geçiyor diyor ama halinden memnun. Her ne kadar değişmeyen şeylerle başlasak da öyle devam etmiyor sohbetimiz. Zira Ünlüönen üçüncü romanıyla hem dil hem de konu olarak okurlarına sürpriz yaptı. Her zamanki gibi muzip bir dil kullansa da ortada belirgin bir fark var. İlk kez bir erkeğin (Kamil) ağzından birinci tekil şahıs diliyle yazıyor Ünlüönen. Uzun süre başkahramanın erkek olmasını kabullenemediğimi, bir başka karaktere geçeceğiz sandığımı söyleyince gülüyor ve yalnız olmadığımı söylüyor. Neden bu kez farklı bir yoldan gittiğini şu sözlerle anlatıyor:
“Kadın hikayeleri anlatan, kadın yazar olarak anılmakla ilgili bir sıkıntım yok. Kendi tecrübelerimi edebiyat aracılığıyla anlatmak çok mutlu ediyor ama bu kez ‘yazar tarafım’ bir değişiklik yapmak istedi. Hikayenin sonu nereye gidecek, bir erkek kahramanın ağzından yazmak nasıl olur diye düşündüğüm, yazarken benim de belirsizlik içinden geçtiğim bir roman oldu bu.”
“Cennette ilk günüm bir tık daha iyi olabilirdi” diyen orta yaşlı Kamil’in cümlesiyle başlıyor roman. Anlıyoruz ki cennette işler yolunda değil.
Sur’a üflenmiş, amel defterleri tek tek kontrol edilmiş, kalabalık fena, birileri cennette olmasına rağmen hâlâ kendinden emin değil… Bir yandan da herkes 33 yaşında. Yalıda mı oturmak istersiniz hay hay; İskandinav tarzı minimalist döşenmiş bir bungalov da olur… Erkekler genç kadınlarla birlikte mi olmak istiyor. Bir değil, ikisi ‘hizmette.’ İlk günün keyfini sürmek için romu bol bir kokteyl mi istediniz, 15 dakika sonra elinizde -evet, cennette de bekleme süresi varmış.-
Ama bunlar Kamil ve cennette tanıştığı arkadaşı Ada’nın daha iyi günleri. Zira bir süre sonra cennetteki kirli oyunları öğrenecekler. Kamil dünyadaki kadar patavatsız, açgözlü, kaba ve antipatik olsa da normalde dünyada girmeyeceği mücadeleleri cennetin düzenini sağlamak için verecek.
Okur da başaracak mı, başarması gibi bir durum gerçekten olabilir mi sorularının peşinden gidecek kitap boyunca. Ünlüönen’in cennetten memnun olmayan bir erkeğin hikayesini anlatmak aklına şöyle düşmüş: “Aklıma bu cümle geldi, öykü tadında yazmaya başladım. Böyle bir cümleyi kim kurar, nasıl bir dünyada neler görmüş diye düşünen bir öykü olarak başladı her şey.”
Fakat isim sizi yanıltmasın. Yazar cennet kavramının da dini herhangi bir ögeyle alakası olmadığını bunu bir metafor olarak kullandığını ve insana dair bir şeyler anlatmak istediğini “Kitapla toplumun bugününe değil, insanlığın genel halini anlatmayı amaçladım. Yani 2024’e ait değil, zamansız olmasını istedim” diyerek anlatıyor.
Dünyada haksızlıkların karşısında durmak yerine konforu tercih eden, bencil biri olan Kamil cennette düzensizliğe dair bir şeyler yapmak istiyor. Belki yine konfor alanından çıkmadan ürkek adımlarla ama olsun… Yine de “E cennette de bile bunlarla mı uğraşacağız” diye isyan ederek düzeni değiştirmek için elini taşın altına koymaktan çekinmiyor. Antipatik bir karakter, kötü şakalar yapıyor, insanları küçümsüyor, en önce kendini düşünüyor.
Bu yönüyle Ünlüönen’in karakterlerine aşina okurlara “garip” gelebilir Kamil. Zira Kamil, her haliyle, bu zamana kadar ses verdiği tüm karakterlerden farklı. Bu kez farklı sularda yüzmeyi tercih eden yazar Kamil’le geçirdiği süreyi çok sevmiş. “Dünyaya Kamil gibi bakmak ilginç bir süreçti. Kendimden başka biri gibi düşündüm. Neredeyse ‘öküz’ diyebileceğimiz bir erkeğin gözünden dünyaya bakmak, onun gibi şakalar yapmak, düşünmek ne yalan söyleyeyim yazar olarak iyi geldi” diyerek anlatıyor karakterle geçirdiği yolculuğu.
Bilindik sulardan gitmek yerine farklı bir yoldan gitmek kimileri için risk olsa da Ünlüönen yazar olarak kendi sınırlarını belirlemek istiyor:
“Günün sonunda insan yazdığı şey okunsun istiyor. Kitabımı almış, okuma teveccühü göstermiş insanların hayal kırıklığına uğramasını istemiyorum tabii ki. Yine de bu isteğe kapılıp hem kendi yazdıklarıma hem de işime saygısızlık yapmak istemem. Roman, en azından benim için, kendi istediklerimi yazdığım bir tür. Okur da beğenerek okursa ne âlâ.”
İtiraf edeyim, Sezen Ünlüönen’le sohbet etmek her zaman çok keyifli olsa da ketum bir yazar o. Okurun zihnini bulandıracak ya da fikrini değiştirebilecek bir şey söylemekten çekiniyor. Aynı soruyu birkaç kere sormak ya da evirip çevirip konuyu yine oraya getirmek düşüyor bana da bir buçuk saatlik görüşme boyunca. Bu soru da onlardan biriydi:
Cennette ya da bu dünyada her şey en azından bir tık daha güzel olabilir mi? Ümitvâr olmasına alışkın olduğumuz Ünlüönen’in -bu kez ters köşe olmayan- yanıtı şöyle:
“Yani sorun cennette mi? Cennete bakıp onu yetersiz gören zihinde mi? Yoksa bu zihnin kendi düşün dünyasını kurduğu bir tıp dilinde mi… Bu soruya ben cevap vermeyeceğim yazar olarak. Fakat cennet aslında bir ontolojik imkansızlık. Kamil tüm günahları ve iticiliğiyle kendi olmayı bırakmadığı sürece cennet her zaman bi tık kötü olacak.”
Bir de not. Eğer siz de kitabın sonundaki metnin romanda sık sık karşınıza çıkan alıntılardan biri olduğunu düşünüp kaynağını merak ederseniz, ‘neden kaynak yok’ diye endişelenmeyin. Zira o metin de Ünlüönen’e ait. Çekinerek sorduğum bu soruyu gülerek “Yalnız değilsiniz, birkaç arkadaşım da aynı şeyi sordu. Neden öyle anlaşılıyor ben de anlamadım. ‘Ben yazdım’ demek de bir garip… Ama bu vesileyle açıklamış olayım…”