Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nün sahibi, şair Ertuğrul Özüaydın
36 yıl yaşadı ama şiirin aktığı yatağı değiştirdi. Çok sevildi yeri geldi tenkit de edildi ama şiir deyince akla gelen ilk şairlerden oldu. 74 yıl önce bugün yaşamını yitiren Orhan Veli gündelik hayatı şiirin dünyasına sokmuştu. O şiir hâlâ yaşıyor!
AŞK RESMİ GEÇİDİ: Orhan Veli’nin öldüğünde diş fırçasına sarılı olarak çıkan son şiiri. “Hiçbirine bağlanmadım/ Ona bağlandığım kadar/Sade kadın değil, insan/Ne kibarlık budalası/Ne malda mülkte gözü var/Hür olsak der/Eşit olsak der/ İnsanları sevmesini bilir/Yaşamayı sevdiği kadar.” dizeleriyle biten bu şiiri, Veli’nin sevgilisi, edebiyat öğretmeni Nahit Gelenbevi’ye yazdığı düşünülüyor.
BELEDİYE ÇUKURU: Şairin Ankara’da belediye çukuruna düşüp hayatını kaybettiği şeklinde bir genel kanı vardır. Ama hikayenin bir de devamı var. Evet, Orhan Veli 10 Kasım 1950’de İstanbul’dan Ankara’ya gittiğinde belediyenin açtığı çukura düşüp başından yaralanır. Sonra İstanbul’a döner. 14 Kasım’da bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalaşır ve Cerrahpaşa Hastanesi’ne kaldırılır. Doktorlar alkol zehirlenmesi tanısıyla tedavi uygular ama Veli kurtarılamaz. Çünkü aslında Veli beyin kanaması geçirmektedir. Gerçek otopside ortaya çıkar. Halim Şefik Güzelsoy’un ‘Otopsi’ şiiri de doktorların bu yanlış teşhisine sitemdir: “Morgda açılınca kafatası/ Doktor beyler beyin gördüler/ İndirince tenkafesine neşteri/ Doktor beyler yürek gördüler/ Yürekte ne gördüler dersiniz/ Yürekte memleket gördüler/ Dünya gördüler/ Bir de dost gördüler/ Ama bu işte doktor beyler/ Doğrusu geç kaldılar/ Çok geç kaldılar.”
CUMHURBAŞKANLIĞI SENFONİ ORKESTRASI: Orhan Veli’nin babası Mehmet Veli Cumhuriyet öncesinde Mızıka-i Hümayun’da hem müzisyen hem de öğretmen olarak çalışır. 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına birkaç ay kala 14 Nisan 1914’te Beykoz Yalıköy’deki İshak Ağa Yokuşu üzerindeki bir konakta dünyaya gelen Orhan Veli’nin de çocukluğu İstanbul’da geçer. Fakat Mustafa Kemal’in isteğiyle ileride Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olacak bando 1924 yılında Ankara’ya taşınır. Doğal olarak Veli ailesi de başkente göç eder. Orhan Veli Galatasaray Lisesi’nde başladığı öğrenimine Ankara Lisesi’nde, nam-ı diğer Taş Mektep’te devam eder.
DENİZ: İstanbul çocuğudur Orhan Veli, ağırlıklı olarak Beykoz’da geçer çocukluğu, denizi çok sever. Görmeyince özlercesine çok sever. Bunun için de deniz sevgisi şiirlerinde bol bol kendini gösterir. Deniz, Denize Doğru ve bir de hani “Gemliğe doğru/ Denizi göreceksin/ Sakın şaşırma” dizelerinden oluşan şiiri deniz sevgisini dillendirdiği eserleri olarak bilinir.
EMEĞE SAYGI: Sözü Orhan Veli’ye bırakalım: “Kolay okunan mısranın kolay yazılır bir şey olmadığı pek bilinmiyor. Bunu anladığımız an şiirin güçlüklerini görecek, emeğe saygı göstermesini öğreneceğiz.”
FOTOĞRAF: Melih Cevdet Anday’ın Fotoğraf şiirine konu olan bu fotoğraf edebiyat tarihimizin kilometre taşlarından biridir. Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’la birlikte bir de Şinasi Baray vardır fotoğrafta. Hep merak edilir Şinasi kim diye. Üçlünün Taş Mektep’ten arkadaşı, Anday’ın deyişiyle yaman bir sanat yeteneği olan Şinasi Baray sonraları Ankara’da sanat camiasının buluşma noktalarından olacak Üç Nal lokantasının da sahibidir.
GARİP: Türk şiirinin kırılma noktalarından biri kabul edilen Garip akımının Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday ile birlikte kurucusudur Orhan Veli. Akımın manifestosu olan üç şairin şiirlerinin de bulunduğu ‘Garip’ adlı kitap ilk olarak 1941’de yayımlanır. Eleştirmen Nurullah Ataç’ın coşkuyla desteklediği bu akım, şiirde şairaneliğe karşı çıkar. Gerisini Turgut Uyar’dan dinleyelim “Gülü ve bülbülü sürüp çıkarmıştır şiirden. O (Orhan Veli), bu sürüp çıkarma işini büyük bir bilinç ve gerekçeyle yapıyordu. Yeni bir insan getiriyordu Türk şiirine. Kendi deyişiyle, şiire uzak düşmüş bir insanın şiirini yapıyordu. Küçük insandı bu, büyük şehirlerde çalışan, ezilip horlanan, kıt kanaat geçinen, dünyası ve zevkleri küçük insan. Bir çeşit tevekküle varan dünyayı ve düzeni kabullenmişliği, gündelik küçük alışkanlıklarından vazgeçmezliği, ezilmişliğin verdiği hoşgörüsüyle sevimli bir tip haline gelen küçük insan…”
HAYATI: Orhan Veli, Muvaffak Sami Onat’a bir mektubunda biyografisini şöyle yazar: “1914’te doğdum, 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşında gurbete çıktım. Yedisinde mektebe başladım. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rifat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşımda bara gittim. 18’de rakıya başladım. 20 yaşında sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok âşık oldum. Hiç evlenmedim.”
İŞTE GÖRÜNÜŞTE ORHAN VELİ: Orhan Veli’yi dostu Sait Faik bir söyleşisinde şöyle betimler: “İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles bir yüz, şişirilmiş bir göğüse benzeyen bir sırt, -denebilirse- ergenlik bozuğu bir yüz: İşte görünüşte Orhan Veli.” Ya abisi, yazar Adnan Veli: “Vücudu oldukça kemikli, kollarıyla bacakları epey uzundu. Göğsünü öne doğru eğerek hafifçe yaylanarak yürürdü. Elleri gayet ince, beyazdı. Parmakları adamakıllı uzun, tırnakları pembe, uzun ve yuvarlaktı. Geniş bir alnı, sivri bir çenesi vardı. Dudakları enikonu etliydi. Burnu tümsekliydi. Yüzü gençlikte çıkardığı ergenlik sivilceleri sebebiyle pürtüklüydü.” Şairin yakın arkadaşlarından Sabahattin Eyüboğlu ise onu şöyle anlatır: “Sahte ciddiliğe öyle candan düşmandı ki, sahte ciddiliğe inat en ciddi işlerini şakadanmış gibi yapardı. Yüzünden ve şiirden gülümsemeyi eksik etmezdi. Dünyayı, insanları, türküleri ölesiye sevdiği anlarda bile sever görünmezdi. Sevdiğini sevmeye kimseyi zorlamaz, hele kendi derdini kimseye dert etmezdi. Alır başını giderdi sıkılınca, tadına doyurmadan. Dünyadan gidişi de öyle oldu.”
JEAN-PAUL SARTRE: Fransız yazar Sartre’ın 1946’da yazdığı az bilinen oyunlarından biri olan, ABD’deki ırkçılığı eleştirdiği ‘Saygılı Yosma’yı Orhan Veli sıcağı sıcağına Türkçeye kazandırmıştı. Oyun 1950’de Saat 6 Tiyatrosu tarafından, 2005’te de İstanbul Şehir Tiyatroları’nca sergilendi. Metin olarak da 1961 yılında yayımlandı.
KAZALAR: Orhan Veli’nin hayatında kazalar önemli yer tutar. M. Şeref Özsoy’un ‘KANIK’sadığım biri ORHAN VELİ adlı kitabından öğrendiğimiz kadarıyla şair beş yaşında pişen tavadan köfteleri aşırmak isterken kolu tavanın içine girer ve yanar. 25 yaşında Melih Cevdet Anday’ın kullandığı araba Ankara’da Çubuk Barajı tepesinden aşağı yuvarlanınca Numune Hastanesi’nde 20 gün komada yatar. 29 yaşındayken attan düşer. Birkaç günde iyileşir. Bir başka kazaya ise öğretmeni Ahmet Hamdi Tanpınar’la yakalanır. Sarıyer’de kayık sefası yaparken kayık devrilir, ikisi de denize düşer. Bir defasında da motordan iskeleye atlarken denize düşmekten son anda kurtulur. Yarı beline kadar ıslanır. ‘Bir İş Var’ adlı şiirini bunun üzerine yazar: “Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?/Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?/Her zaman güzel mi bu kadar/Bu eşya, bu pencere?/Değil/ Vallahi değil/Bir iş var bu işin içinde.”
LA FONTAINE: Orhan Veli’nin çocukların dünyasında da özel bir yeri vardır. Bunun sebebi ‘La Fontaine’in Masalları’ çevirisidir. Doğan Kardeş için yaptığı çevirinin önsözünde çocuklara seslenişi onun inceliğinin ve bilgeliğinin de kanıtıdır: “Sevgili çocuklar, bu kitapta okuyacağınız şiirleri gerçi sizler için tercüme ettim. Ama hiçbir zaman onları çocukça bulmadım. Zaten sizi de küçük görmüyorum. Güzel şeyleri siz de büyükler kadar anlar, büyükler kadar seversiniz. Elbette, yaşınız ilerledikçe, bilginiz de artacaktır. Ama bu bilginiz artıncaya kadar kötü şeyler, basit şeyler okuyacaksınız demek değildir. Bilginizin, anlayışınızın artması, zevkinizin incelmesi ancak büyük eserler, kıymetli eserler okumakla olur.”
MÜŞFİK KENTER: Murathan Mungan’ın yazdığı ‘Bir Garip Orhan Veli’ adlı tiyatro oyunu yıllarca sahneleyerek, oyunla ve giderek Orhan Veli ile özdeşleşir Müşfik Kenter. Hatta Onur Caymaz bir şiirinde “Hep Orhan Veli sanmıştım Müşfik Kenter’i” diye yazacaktır. Kenter de en çok sevdiği şairle ilgili “Duygularının yalınlığı ve sevecenliği yüzünden zaman zaman onunla kendimi özdeşleşmiş hissediyorum” diyecektir. Ayrıca birkaç kuşağın Orhan Veli’yi sevmesinde de Kenter’in etkisi vardır.
NAHİT HANIM: Bir vapur yolculuğunda başlayan tanışma ve yıllarca süren bir aşk… Orhan Veli’nin gizli ve büyük aşkı. ‘Hani, Ben Orhan Veli’ şiirinde “Bir de sevgilim vardır pek muteber/ İsmini söyleyemem/ Edebiyat tarihçisi bulsun…” dediği kadın. Samet Ağaoğlu’nun “Rönesans gibi kadın,” Cemal Süreya’nın “Cumhuriyet dönemi küçük burjuva duyarlığının anası” diye betimlediği Nahit Hanım’ın üç defa Atatürk’le de dans etmişliği varmış. Orhan Veli’nin ona yazdığı mektuplar geçen yıl Yapı Kredi Yayınları tarafından ‘Yalnız Seni Arıyorum’ kitabında yayımlandı.
OKSİJEN ÇADIRI: Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli’nin öğretmenidir ve onu yazmaya yönlendiren isimlerden biridir. Onunla ilgili olarak ‘Edebiyat Üzerine Makaleler’ kitabında şöyle yazacaktır: “Daha orta mektebin birinci sınıfında talebem olan Orhan’ı Cerrahpaşa Hastanesi’nde son defa oksijen çadırının altında yarı çıplak, güçlükle nefes alır ve o kadar güzel hayalleri yakaladığı dünyamızın yalnız akı görünen gözlerinden boşanırken gördüğüm günü hiçbir zaman unutamam. Şiirimize tatlı anlaşmazlığı ve lezzeti getiren zeka, kendisi olmaktan çıkmıştı.”
PTT: Liseyi bitirince İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’ne giren şair 1935 yılında okulu bırakır. 1937 yılındaysa lise mezuniyet belgesiyle PTT Genel Müdürlüğü’nde işe başlar ve memur olur. Fakat memuriyet hayatını sevmez. Askere gidene kadar özel izinler, doktor raporları, uyarılar, soruşturmalar, maaş kesintileriyle geçer memurluk hayatı.
RUMELİ HİSARI: Şairin İstanbul’da en çok sevdiği semtlerden biridir. İstanbul Türküsü şiirinde “Urumelihisarı’na oturmuşum, Oturmuş da, bir türkü tutturmuşum” dizeleriyle anar bu semti. Ölümünden sonra arkadaşları bu şiiri vasiyet olarak kabul eder ve şair Aşiyan Mezarlığı’na gömülür.
SERE SERPE: Orhan Veli ve Nazım Hikmet arasında husumet olduğu aslında şehir efsanedir. Yaprak dergisini çıkarırken Veli, Anday ve Rifat, Nazım Hikmet için açlık grevine girenlerdendir. Nazım Hikmet de Veli’nin şairliğini takdir eder. Bunun en somut örneği 1955 yılında Budapeşte’deki Kent Radyo’sunda yaptığı söyleşide söyledikleridir. Hikmet’e “Seyahatleriniz sırasında yanınızda bulundurduğunuz kitaplar nelerdir” diye sorulur. Nazım da “Bir defa tabii Orhan Veli var. Öyle sanıyorum ki Orhan Veli bizim en güzel şairlerimizden biri. Çok genç öldü, yazık oldu ama, ölümsüz” cevabını verir. Söyleşide ‘çok sevdiğini’ söylediği Veli’nin Sere Serpe şiiriyle birlikte Delikli Şiir, Vatan İçin ve Cevap’ı okur. “Son olarak bir tane daha okuyayım. Doyum olmuyor ki…” der ve ‘Gelirli Şiir’i okur.
ŞARKI: Orhan Veli’nin şiirleri müzisyenlerimiz için de bir vahadır. Şiirleri en çok bestelenen şairlerden biridir. Mesela en çok bestelenen şiiri ‘Anlatamıyorum’u, Alpay, Kerem Güney ve Mine Koşan seslendirir. Ezginin Günlüğü ‘Ayrılış’ ve ‘Hürriyete Doğru’ şiirlerini besteleyip seslendirir. ‘Gün Olur’ Zülfü Livaneli ve ‘Işığın Yansıması’ tarafından, ‘Bedava Yaşıyoruz’ Cem Karaca ile Özdemir Erdoğan tarafından, ‘Dalgacı Mahmut’ Yeni Türkü, ‘İstanbul Türküsü’ Serap Mutlu Akbulut, Fikret Erkaya, Cem Karaca ve Zülfü Livaneli, ‘Pireli Şiir’ Timur Selçuk ile Ruhi Su tarafından seslendirilir. ‘İstanbul’u Dinliyorum’ yine Cem Karaca ve Zülfü Livaneli tarafından yorumlanır. Edip Akbayram ise ‘Vesikalı Yarim’le ‘Gelirli Şiir’in bestelerini seslendirir. ‘Harbe Giden Sarı Saçlı Çocuk’ şiirini ise Murat Özyüksel bestelemiş, Teoman seslendirmiştir.
TERCÜME BÜROSU: 1945-1947 yılları arasında MEB Tercüme Bürosu’nda çalışır. Memurlukla pek arası iyi olmayan Orhan Veli, Hasan Âli Yücel’den sonra Milli Eğitim Bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer’in baskıcı tutumu nedeniyle ‘kurumda anti-demokratik bir hava esmeye başladığını’ söyleyerek görevinden istifa eder. Ama Moliere’in ‘Sicilyalı yahut Resimli Muhabbet ile Scapin’in Dolapları’, Gogol’ün ‘Üç Hikayesi’ burada yaptığı çevirileri arasında. Orhan Veli bunun dışında farklı yayınevleri için de çeviriler yapar.
ÜN: Şiir deyince akla gelen ilk şairlerden biridir Orhan Veli. Şiirin en ünlülerindendir. Ünü Türkiye sınırlarını da aşar. İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça ve Yunanca’ya çevrilir şiirleri. Asım Bezirci’ye göre Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Cahit Sıtkı ve Ahmet Muhip gibi seçkin şairler arasındadır.
VARLIK DERGİSİ: Orhan Veli ‘Oaristys’, ‘Ebabil’, ‘Düşüncelerimin Başucunda’, ‘Eldorado’ adlı dört şiirini Nahid Sırrı Örik’in yönlendirmesiyle dönemin en önemli edebiyat dergilerinden Varlık’a gönderir. Derginin 1 Aralık 1936 tarihli sayısında Orhan Veli şöyle takdim edilir: “Varlık’ın şiir kadrosu yeni ve genç imzalarla zenginleşmektedir. Aşağıda dört şiirini okuyacağınız Orhan Veli şimdiye kadar yazılarını hiç neşretmemiş olmasına rağmen olgun bir sanat sahibidir.” Bu dört şiir şairin yayımlanmış ilk şiirleri olarak kabul edildi yıllarca. Sonra 1933’te İnkılap dergisinde Bir Günüm Daha adlı şiirinin yayımlandığı ortaya çıktı.
YAPRAK: Orhan Veli’nin sahibi ve yazı işleri müdürü olarak göründüğü, arkadaşlarıyla Ankara’da çıkardığı 15 günlük fikir ve sanat dergisi. 1 Ocak 1949 ile 1 Haziran 1950 arasında yayınlanan dergide Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat ile birlikte Abidin Dino, Ceyhun Atuf Kansu, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Erol Güney, Suat Taşer, Orhan Kemal, Cevdet Kudret Solok, Necati Cumalı, Osman Darıcı, Talip Apaydın, Ziya Osman Saba, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın yazıları yer alır. Veli’nin çıkarmak için paltosunu sattığı dergi 27 sayı yayınlandıktan sonra parasızlık nedeniyle, şairin ölümünden kısa süre önce okura veda eder. Ama şairin vefatından sonra arkadaşları 1 Şubat 1951’de Son Yaprak adıyla onu andıkları bir sayı çıkarır.
ZOR NİKAH: Şair olarak biliriz Orhan Veli’yi, ama tiyatroya da düşkündür. Çocukluk yıllarında Beykoz’daki evlerinin bahçesinde abisiyle kurdukları tiyatroyla başlar bu tutkusu, lise yıllarında da devam eder. Ankara Halkevi’nde Ercüment Behzat’ın sahnelediği Ahmet Vefik Paşa’nın ‘Moliere’den uyarladığı ‘Zor Nikah’ta Üstad-ı Sani’yi, Maurice Maeterlinck’in ‘Monna Vanna’sında ise baba rolünü oynar. Sonra tiyatroya katkısını oyun çevirileriyle sürdürür.