Platformlarda bu hafta: Vakıf’tan Detroit’e uzanan bir yol!
Heyecanla beklediğimiz ‘Squid Game’in ikinci sezonu nihayet ölümcül oyunlarıyla geri döndü. Festival filmi ‘Bird’, macera dizisi ‘Wonderboys’ ve kış temalı aile filmi ‘Nutcrackers’ ise bu vahşeti dengelemek için listelerimizde.
Dört yıllık bekleyiş sona erdi ve 2021’i kasıp kavuran ‘Squid Game’in ikinci sezonu Netflix’te yerini aldı. Dizi zamanında distopya tutkunlarını, kapitalizm eleştirisine doymayanları, gerilimden beslenenleri buluşturmuş, hafif mizahi tonuyla benzerlerinden ayrışmıştı. İkinci sezon da aynılarını vadediyor; ek olarak, oyunlara son vermeye çalışan karakterimizle birlikte kurallar da değişiyor.
Isınmak isteyenlere diziye dair bir özet geçelim. Ana karakterimiz Seong Gi-hun (Lee Jung-jae) borç batağında, çaresiz bir adamdır. Tefecilerle başı dertte, yaşlı ve hasta annesine yük olmuş, küçük kızını bir daha görememe riskiyle karşı karşıyadır. Bir gün gizemli bir adam, basit bir çocuk oyunu oynayıp kazandıkça para almasını, kaybettikçe tokat yemesini önerir. Seong Gi-hun bu kadar kolay para kazanabileceği için teklifi sevinçle kabul eder, ama kendini daha büyük ve tehlikeli bir oyunun içinde bulur.
Gözlerini 456 kişilik bir grubun son elemanı olarak, dış dünyadan izole bir tesiste açan Seong Gi-hun diğer oyuncular kadar şaşkındır. Maskeli görevliler onlara oyun oynayarak para kazanabileceklerini açıkladığında kalabalıktan birkaç kişi kafa karışıklıklarını gidermek için önemli sorular sorar. En önemli soruyu ise herkes atlar: Kaybedenlere ne oluyor? Sonrası kan, sonrası hayatta kalma mücadelesi.
‘Platform’, ‘Snowpiercer’ ve en çok da ‘Açlık Oyunları’yla karşılaştırılan ‘Squid Game’ benzer temaları benzer bir distopik atmosferde işliyor. Hepsinde hikâyeyi, oyun kurucuların gözetiminde hayatta kalmaya çalışan sıradan insanların perspektifinden izliyoruz. Ancak ‘Squid Game’deki oyun kurucunun motivasyonu diğerlerinin aksine, ‘Testere’ filmlerindeki Jigsaw gibi adaleti sağlamak. Fakat büyük aktörler yerine sıradan insanları hedef almaları onları ahlaki ikilemin karanlık tarafına itiyor.
İlk sezonu izlemeyenler sonraki paragrafa atlayabilir. Elenen karakterleri doğal olarak yeni sezonda görmüyoruz, ancak kazanan da parasını alıp köşesine çekilmiş değil. Ana karakterimiz Seong Gi-hun oyuna geri dönüyor, bu kez sistemi çökertmek için. Ona böyle bir imtiyaz sağlanması beraberinde yeni kuralları da getiriyor ve işin hayatta kalma boyutuna oyuncuların her oyundan sonra taraf seçmeye zorlanmaları, yani ‘onlar ve biz’ boyutu ekleniyor. Yine her oyundan sonra çekilmek veya oyuna devam etmek arasında oy kullanılıyor. Tüm bu tercihler elbette ölüp ölmeyeceklerini belirliyor. Ayrıca polis rolündeki Wi Ha-jun, onun kardeşi olduğunu öğrendiğimiz oyun kurucu rolündeki Lee Byung-hun ve insanları oyuna davet eden kişiyi canlandıran Gong Yoo da geri dönüyor.
Peki ikinci sezona gerek var mıydı? Açıkçası dizinin yaratıcısı Hwang Dong-hyuk dünya çapındaki başarısının maddi karşılığını alabilmek için yeni sezonu çekmiş. Biz kendi açımızdan, yeni sezondan bir replikle cevaplayalım: “Dünya değişmedikçe oyunun da sonu gelmez.” Gelir adaletsizliği ve insan hakları sorunları baki, oyun kurucusu bu nedenle hâlâ çaresiz oyuncular bulabiliyor. İzleyiciler de değişmeyen bu dört yılda hâlâ kafa dağıtacak yapımlara ihtiyaç duyduğuna göre, yeni sezona hayır demeyiz. Güven, dostluk, fiziksel üstünlüğe karşı zihinsel üstünlük, demografik yapımızın bize nasıl avantaj/dezavantaj sağladığı gibi yan temaların da işlendiği ‘Squid Game’ ikinci sezonuyla Netflix’te.
Popüler platformların kitleleri sürükleyen yapımları ilginizi çekmiyorsa, büyük olaylar yerine hayatın içinden kesitler sunan bir filme ne dersiniz? Tam bir MUBI filmi diyebileceğimiz, Andrea Arnold imzalı ve ilk olarak 2024 Cannes Film Festivali’nde gösterilmiş ‘Bird’ bizlerle buluştu. Meraklıları Andrea Arnold’ı ‘Big Little Lies’, ‘American Honey’ ve 2011 yapımı ‘Wuthering Heights’ gibi yapımlardan hatırlayacaktır.
Film, adına uygun bir şekilde, bir çocuğun kuşları videoya çekmesiyle başlıyor. Hemen ardından aynı çocuğu, genç bir delikanlıyla görüyoruz. Siyahi bir çocuk ve beyaz bir delikanlı arasındaki bağı çözmeye çalışırken onları kenar mahalledeki döküntü evlerine kadar takip ediyoruz. Evde ergenlik çağında bir oğlan daha var. Bu gençler kim? Bir çete mi? Daha büyük delikanlı bu iki çocuğa sahip mi çıkıyor? Bu sorularla boğuşurken onların bir aile olduğunu öğreniyoruz. Üçlünün baba ve iki çocuktan oluştuğunun hemen gösterilmemesi, karakterlerin aile olmayı el yordamıyla keşfettiğini anlatıyor.
12 yaşındaki ana karakterimiz Bailey (Nykiya Adams), ilk reglini deneyimleyip ergenliğe adım atan, toplumsal cinsiyet kalıplarına uymayan gir kızdır. Babası Bug’ın (Barry Keoghan) yaklaşan yeni evliliğine karşıdır. Günü kurtarmaya odaklı, alkolik, ipsiz sapsız bir adam olan Bug, iki farklı anneden olan çocuklarına yetemese de babalığı keşfetmeye çalışmaktadır. Bailey’nin abisi Hunter ise (Jason Buda) mahallenin suçlularına kendi yöntemleriyle ceza kesen bir grup kurmuş, tıpkı babası gibi çok genç yaşında baba olmak üzere olan bir ergendir. Hepsi birlikte yıkık dökük bir binadaki evlerinde yaşar. Hem tek tek karakterlerin hem birbirleriyle ilişkilerinin kaosu, üstüne yoksul ve dağınık bir mekân kullanımı ortaya sanatsal bir karmaşa çıkarmaktadır.
Bailey’nin yolu, filme ismini veren Bird (Franz Rogowski) adında tuhaf bir adamla kesiştiğinde izleyici reflekslerimiz Bird’ün Bailey’ye zarar vermesini beklerken, onun iyi ve saf biri olduğunu anlarız. Bailey, ailesini arayan Bird’e yardım etmeye karar verir. Bunu yaparken bir yandan da 12 yaşında olmasına rağmen kendi annesini agresif erkek arkadaşından kurtarmaya, küçük kardeşlerini korumaya çalışır. Yani çocuk omuzlarına kendi kendine yetişkin sorumlulukları yükler. Bailey’den aldığı yardımın karşılığını hiç umulmadık bir anda veren Bird, o ana kadar azami gerçekçilikle ilerleyen filme gerçeküstü bir dokunuş katar.
Hem Bird’de hem Bailey’de gördüğümüz değişimi bir metafor olarak kabul edersek bu dönüşüm Bird’ün, babasını bulduktan sonra köklenme arzusundan kurtulması ve Bailey’nin, babasının mutluluğunun kendininkine engel olmadığını anlayıp rahatlaması (ve kimlik arayışına daha cesurca devam etmesi) şeklinde yorumlanabilir. Yalnızca bu iki karakterin başına gelen bu dönüşüm, ikisinin de dışlanmış ruhlar olmasından kaynaklanıyor. Bu maceranın sonunda birbirlerini dönüştürüyorlar, potansiyellerini fark etmeleri için birbirlerine yardımcı oluyorlar.
Doğadan görüntüler ve hayvanlar eşliğinde bize pastoral bir deneyim vadeden ‘Bird’, Andrea Arnold’ın titrek el kamerası, doğal ışık, doğal oyunculuk tercihlerinden nasibini almış bir film. Andrea Arnold, kıvamı bozmayacak kadar gerçeküstücülükle tatlandırdığı bu filmde kenar mahallelerde yaşayan sıradan insanları duygu sömürüsüz bir doğallıkla yansıtıyor. Yılbaşına kendi halinde, büyümek ve kimlik arayışı gibi konuları sakince sorgulayarak girmek isteyenlere önerdiğimiz ‘Bird’ şimdi MUBI’de.
Macera dolu bir gençlik dizisiyle neşemizi bulmak için rotamızı Napoli’ye çeviriyoruz. İtalyan halk kültürü ile modern kurguyu harmanlayan yeni Disney+ dizisi ‘Wonderboys’, Napoli yerel kültüründe önemli bir yere sahip olan Munaciello karakterini merkezine alıyor. Turistlerin de ilgisini hayli çeken Munaciello efsanesi kimine göre iyi, kimine göre kötü şansı simgeliyor. Bazıları Munaciello’yu Robin Hood gibi yardımsever bir karakter olarak tanımlarken, bazılarına göre o huzursuzluk çıkaran bir varlık.
Napoli’nin yeraltı geçitlerinde dolaşan gizemli genç Uonderboi (Massimiliano Caiazzo), Munaciello’nun ruhunu yaşatırcasına, bir nevi onun halefi olarak karşımıza çıkıyor. Robin Hood ve Munaciello gibi zengin ve nüfuzlu kişileri hedef alan Uonderboi’u gören çok az kişi vardır, ancak şimdiden maskeli bir kahraman olarak halkın sevgisini kazanmıştır. İşte tam bu noktada diğer ana karakterlerimiz olan 13 yaşlarındaki beş çocuk hikâyeye dâhil olmaktadır. Uonderboi’un adından aldıkları ilhamla kendilerine ‘Wonderboys’ adını veren bu çocuklar, bu gizemli gencin varlığına kesin olarak inanmakta ve türlü efsanelerden kendilerine hayal dünyası yaratmaktadır.
Çocuklardan dördünün evlerinin sahibi olan ve ‘101 Dalmaçyalı’daki Cruella’yı andıran Donna Angè’nin (Serena Rossi) bir Munaciello oyuncak figürü karşılığında bu daireleri takas etmesiyle arkadaş grubu altüst olur. Ancak takas sırasında Uonderboi ortaya çıkar ve Munaciello’nun biblo figürünü çalar. Aileleriyle birlikte üç gün içinde evlerinden atılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan çocuklar ise tek çarelerinin Uonderboi’u bulup bu figürü ondan almak olduğuna karar verir. Donna Angè’nin bu figüre dairelerini takas edecek kadar önem vermesinin nedeniyse, içinde bir define haritasının saklı olmasıdır. Bu sır bir noktada tabii ki olayları daha da karmaşık bir hâle getirip macerayı kızıştıracaktır.
Çocuklar figürü aramaya Uonderboi’un gizemli yeraltı geçitlerinden başlar. Bu karanlık tünellerde dolaşırken tahmin ettikleri gibi Uonderboi ile karşılaşırlar. Yeraltı tünellerinin önemi Uonderboi’un sığınağı olmanın ötesindedir; zira kökeni Munaciello efsanesine göre kanalizasyon işçilerine dayanmaktadır. Anlaşılacağı üzere dizinin farkı, merak edip araştıranlar için modern bir macera kurgusunun altında Napoli’nin tarihî arka planıyla ilgili kültürel bilgiler sunması.
Misal, çocuklar yeraltına inmeden önce gerçek bir yapı olan Palazzo degli Spiriti’de (Ruhlar Sarayı) buluşurlar. Biz de merak edip bakarız ki Napoli yerel kültürüne göre geceleri duyulan garip sesler ve görülen ışıklardan ötürü bu yapının lanetli olduğuna inanılırmış. Bir diğer söylentiye göreyse bu yapı deniz kazalarında hayatını kaybeden denizcilerin ruhunun barındığı bir yermiş.
Tam bir çocuk-ergen macera dizisi diyebileceğimiz ‘Wonderboys’ sizi yanıltmasın. Dersini çalışan yetişkinlerseniz kültürel arka plana hâkim olacağınız için diziden sizler de zevk alabilirsiniz. Çocukların dostluğu, hayal güçleri ve efsanelerle iç içe giden hikâye, ailecek keyifli olduğu kadar verimli bir hafta sonu geçirmek isteyenlere önerimizdir. ‘Wonderboys’un tüm bölümleri Disney+’ta.
Yılın son hafta sonunu biraz daha bilindik sularda yüzerek kapatmak isteyenleri yine Disney+’a, bu kez bir aile filmine bekliyoruz. ‘Nutcrackers’ yılbaşının şenlikli ruhunu yansıtan tam bir kış temalı aile filmi. Ben Stiller ve Linda Cardellini’nin başrollerini paylaştığı filmde işlenen sonradan aile olabilme temasıyla içinizin ısınması garanti.
Ebeveynlerinin ölümünden sonra sosyal hizmetlerin onlara bulduğu aileyle tanışmayı bekleyen dört çocuk ile onların resmî işlemleri halletmek için Ohio’ya giden dayıları Michael’ın hikâyesini izliyoruz. Michael çocukları yeni aileleriyle kavuşturmak için yalnızca bir belge imzalayıp döneceğini düşünürken, ailenin güvenlik testini geçemediğini ve yeni bir aile bulunana kadar çocuklara göz kulak olması gerektiğini öğrenir. Bu hiç iyi olmamıştır, zira çalıştığı şirket belediye başkanının da katılacağı çok büyük bir sunum hazırlığındadır ve Michael’ın tam katılımı elzemdir. Michael orada olduğu süre içinde işlerini bilgisayarından hallederken çocuklara bakabileceğini düşünür, ancak yeğenleri evlat olsa sevilmez cinsten çıkar.
İlk andan itibaren onlarla iletişim kurmakta sınıfta kalan Michael bari sessiz sedasız işlerimi halledeyim diye düşünürken kendini yeğenlerinin türlü sataşmalarıyla sınanırken bulur. Evde bu devirde telefonun çekmemesi ve internetin de olmaması Michael’ın sınavını tabii ki kolaylaştırmaz. Mola vermesi de anlamsızdır, zira bu süreçte sorumluluk alan bir yetişkin olmadığından evi pislik götürmektedir ve yiyecek bir şey de yoktur. Filmlerden gördüğümüz kadarıyla Amerikan banliyöleri, hele de kar yağmışsa, zırt pırt markete gitmek için pek uygun olmuyor malum.
Çocuklara bulunması beklenen ailenin hiç bulunamadığını ve dayı ile yeğenleri arasında ebeveyn-çocuk ilişkisinin gelişeceğini söylersek sürprizi bozmuş olmayız. Neticede mutlu sonla biteceği garanti olan ve aile bağlarını vurgulayan bir film izliyoruz. Ancak elbette tarafların birbirine alışması ve aile olmayı öğrenmesi, bireysel sorgulamayı da beraberinde getiriyor. Çocuklar yaramazlığa vurdukları yas süreçlerini nasıl geçirecek? Michael, merhum kız kardeşinin dediği gibi sevmekten âciz bir adam mı? (Bu arada önceden dansçı olan bu kız kardeşin hikâyesini dinlerken Ballerina Farm adlı YouTube kanalı ve sebep oldukları Mormonluk aklınıza geldiyse yalnız değilsiniz. Çocukların evde eğitim görmüş olması ve çiftlikte yaşamaları da benzer temayı güçlendiriyor.)
Kış temalı filmleri izlemek için ya aile ya da aşk temalı, hafif de şenlikli olması yetiyor malum. Bir de Hollywood ünlüsü olursa tadından yenmez. Şenlik maddesi ağaçların süsleri, hediyeleşme ve nihayetinde filme adını veren ‘Fındıkkıran Balesi’nin farklı bir yorumuyla karşılanıyor. Film aile odaklı olduğu için aşk görmüyoruz. Ancak Michael ile onun başına bu koruyucu aile meselesini saran görevli Gretchen arasında bir şeyler olabileceğinin ipucu veriliyor. Ünlü bir başrol maddesini Ben Stiller’la karşılayan dizinin sevimli ve anaç Gretchen rolünü Linda Cardellini’ye emanet etmesiyse yerinde bir karar olmuş. Kendisini önceki tanıtım yazılarımızda ‘No Good Deed’i önerirken de anmıştık. Tam yılı kapatmalık, ailecek izlenecek bir film arayışında olanlar Leland Douglas’ın yazıp David Gordon Green’ın yönettiği ‘Nutcrackers’ı Disney+’tan izleyebilir.