İstanbul Tiyatro Festivali günlüğü: Dünya başımıza çöküyor kurtaran yok mu!
28. İstanbul Tiyatro Festivali'nde dün gece iddialı bir Comedie Française oyununu vardı:'Hekabe, Hekabe Değil’. Yoğun ilgi gören oyunda 2500 yıl arayla yaşayan iki annenin çocukları için verdiği mücadele anlatılıyordu.
Darülbedayi Caddesi’nde Fransızca-Türkçe selamlaşmalar birbirine karışıyor; Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin önünde oyunun başlamasını bekleyen kalabalığın arasında sıkı festival takipçileri, tiyatro dünyasının tanıdık simaları ve İstanbullu Fransız seyirci heyecanlı. Nasıl olmasın; 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nin uluslararası konukları arasında en çok merak edilen işlerden biri başlayacak az sonra: ‘Hekabe, Hekabe Değil’.
Aynı zamanda Avignon Tiyatro Festivali direktörü olan Tiago Rodrigues’in yazıp yönettiği oyun, dünyanın en eski tiyatro topluluklarından Comedie Française’in yapımı. Bu köklü ve meşhur topluluk, Türkiye’de ilk kez bir oyun sergiliyor…
Fuayede ve sokakta bekleyen kalabalık bir yandan festivalin ilk haftasındaki oyunları değerlendiriyor, bir yandan da “Biletin, davetiyen var mı?” diye soruyor birbirine… İKSV Medya İlişkileri Yöneticisi Elif Ekinci’nin etrafını, önceden bilet bulamayıp, son anda oyuna girme şansı olur mu diye bekleyen minik bir kalabalık sarmış. (Ekinci’nin, dijital basın davetiyemi yollarken mesaja iliştirdiği “Sıkı sıkı sarıl buna” esprisinin isabetliliğini gösteren bir sahne…)
Neyse ki kimse dışarıda kalmıyor… Aralarında oyuncular Tilbe Saran, Yiğit Özşener, Selen Uçer, Ayfer Dönmez, Okan Urun, Fehmi Karaaslan; yazar/yönetmenler Özen Yula, Ferdi Çetin, Ahmet Sami Özbudak, Ceren Ercan, Itır Karabulut’un da olduğu seyirci salona geçiyor… ENKA Sanat’ın ana sponsorluğunda festival programında yerini alan ‘Hekabe, Hekabe Değil’, 10 dakikalık kabul edilebilir bir gecikmeyle başlıyor. Zira salonu dolduran kalabalık da ancak yerleşebiliyor.
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin geniş oyun alanında yan yana dizilmiş birkaç ahşap masa, sandalyeler ve sahnenin gerisinde tülle örtülü devasa -tam ne olduğunu sonradan öğreneceğimiz- bir heykel; yalın bir sahnelemeyle karşı karşıya olduğumuzun işareti… Biz yerleşirken oyuncular da sahnede, birbirleriyle konuşuyor, masanın etrafında yürüyor, oturuyorlar. Uzun alkışlarla, “bravo”larla, oyuncuların üç kez selama gelmesiyle final yapan ‘Hekabe gecesi’ işte böyle başlıyor…
Euripides’in M.Ö. 424’te yazdığı ‘Hekabe’ adlı Antik Yunan tragedyasını sahnelemek üzere buluşmuş yedi oyuncu var, sahnedeki ahşap masaların etrafında. “Lütfen biraz sessiz olur musunuz, ilk provamız başlıyor” diye sesleniyor, biz gerçek seyircilere doğru oyuncu… Saniyesinde sessizliğe bürünüyor salon. Ve ‘Hekabe’nin ilk provasını metni okuyarak yapacak olan oyuncular, bizim için bu tragedyanın ana öyküsünü kuruyor sahnede. Oyuna, yeni oyunları ‘Hekabe’yi hazırlamakta olan bir tiyatro grubunun ilk provasına ortak olarak giriyoruz…
Daha ilk andan itibaren, yedi kişilik bir oyuncu ekibinin, kurmaca bir tiyatro topluluğunun iç dinamiklerine; müthiş yumuşak ve doğal nüanslar eşliğinde şahit oluyoruz. Birbirlerini iyi tanıyan, şakalaşan, samimi, belli ki eğlenceli ve tiyatroya kalpten bağlı bir ekip bu. Bizim odağımız, ana karakter Hekabe’yi teslim alan oyuncuda, Nadia’da olacak ama daha en baştaki bu detay bile, derdini anlatırken çıtayı yükseğe koyan bir oyun izleyeceğimizi hissettiriyor bana…
‘Hekabe, Hekabe Değil’, bu antik Yunan oyununu sahneye koymakta olan bir tiyatro ekibinin oyuncularından, Hekabe rolündeki Nadia’nın, kendi hayatında, otizmli bir çocuk annesi olarak yürüttüğü zorlu mücadeleyi, orijinal ‘Hekabe‘ metniyle paralel kurgulayan bir metin.
Rodrigues’in yazdığı bu çağdaş metin; Truva Savaşı’nda katledilen oğlunun intikamının peşine düşen eski kraliçe/yeni köle Hekabe ile otizmli oğlunun devlete ait kapsamlı bir bakımevinde yaşadığı fiziksel ve psikolojik istismar üzerine adalet peşine düşen tiyatrocu Nadia’yı aynı düzlemde/bedende birleştiriyor. Bir nevi, oğlunu, savaşta zarar görmesin diye çok yakın, çok güvendiği Trakyalı dostu Polymestor’a emanet eden ve korkunç bir ihanete uğrayan Hekabe ile onun 2500 yaş küçük kızkardeşi, bugün yaşayan Nadia’yı aynı bedende buluşturuyor.
Metin pek çok açıdan inceliklerle dolu, oya gibi işlenmiş: Antik tragedyaların başat meselelerinden olan adalet/intikam öyküsünden; günümüzden, tiyatro oyuncusu bir kadının, neoliberal sistemin hizmetkârı gibi işleyen devlet(ler)e karşı başlattığı bir kişisel mücadele anlatısı doğurmuş yazar/yönetmen.
Nadia, otizmli oğlu Otis’in (isminin neden Otis olduğunu da hep birlikte öğreneceğiz) doktor tavsiyesi üzerine, 24 saat profesyonel destek ve bakım alabileceği bir merkeze yerleştirmek zorunda kalmıştır. Başkalarına değil ama kendine şiddet gösterebilen bir otizm spektrumundadır oğlu. Ve haftasonları gördüğü Otis’in yaşadığı istismarı fark ettiği andan itibaren kararlı bir şekilde çıktığı mücadele dolu yolda, yakın dostu ve avukatının onu pek güzel hazırladığı üzere şu soruyu o bile kendine sıkça soracaktır: “Oğlunu neden bıraktın?” Ama kafasında, oğluna teşhis konulduğundan beri hep dönen asıl soru şudur: “Başıma bir şey gelirse sana kim bakacak?”
‘Hekabe, Hekabe Değil’ 130 dakikayı bulan süresi boyunca -atipik çocuk ebeveynleri için tetikleyici olabilecek derecede- bilhassa anneleri duygusal açıdan ciddi anlamda sarsacak ama bir yandan da son derece soğukkanlı, seyri rahat (süresi daha kısa olsaydı daha rahat olacaktı gerçi…) ve böyle netameli bir konudan beklenmeyecek derecede komik (seyirciyi sıkça güldüren); kısacası çok dengeli bir oyun. Bunda Rodrigues’in hem metindeki mahareti hem de sade bir gözle ama şık bir matematikle kurduğu rejisi, müzikler ve ışıkla birlikte, her biri çok doyurucu performanslar sunan oyuncu ekibinin de etkisi büyük. Nadia rolünde Elsa Lepoivre hakikaten çok etkileyici ama tüm Comedie Française ekibi çok takdire şayan bir işe imza atıyor. Oyunu birinci sıradan izlemenin şansıyla her bir oyuncuyu yüz mimiklerine kadar inceleyip mest oldum.
Oyun sadece bir kadının adalet mücadelesini değil, çürüyen bir sistemin içinde vicdanıyla kendisine dayatılan arasında sıkışan göçmenler, bu zorlu adalet sisteminin içinde delik açmaya çalışan hukukçular, basının akbabalaşan tavrı gibi ara detaylarla da öyküsünü güçlendiriyor.
Ama şüphesiz en büyük başarıyı ‘Hekabe’ tragedyası/Nadia’nın mücadelesi, Hekabe provaları/soruşturma süreci katmanlarını sonlara doğru iyice hızlanan/serileşen geçişlerle iç içe sızdırmasında yakalıyor. Bir de Otis’in en sevdiği filmdeki Dişi Köpek anlatısı üzerinden oyuna yerleşen ‘havlama’ metaforu var ki burası da oyunun şiirsel boyutu olarak yapıda yerini alıyor.
Nadia önceleri Hekabe ile Nadia’nın gözyaşlarını birbirine karıştırıyorsa da sonlara doğru ‘adalet için durmadan havlayan’ bir kadına dönüşüyor. Sahnedeki diğer altı oyuncu da provasını yaptıkları oyundaki karakterleri ile bakımeviyle ilgili yapılan soruşturmaya konu olan kişiler arasında birbirine paralel roller üstleniyor. Kostüm tasarımından oyunu bir anda bambaşka bir moda sokan dans sahnesine her detayıyla içimizi yıkayan bir oyun oldu, ‘Hekabe, Hekabe Değil’.
Nadia’nın, sadece bakımevi çalışan ve yetkililerinin değil; siyasi sorumluların da hesap vermesini isterken savcıya söylediği; “Ben devletin ihanetine uğradım. Devletin cezalandırılmasını istiyorum!” sözleri oyunun pek çok altı çizilesi ifadesinden sadece biriydi.
Biz bir grup arkadaş, Osmanbey’den oyuna doğru yürürken, metro çıkışında toplanan polisler, bir eylemin etrafını sarmaya hazırlanıyordu. Dün Şişli’de ölü bedeni bulunan altı yaşındaki Şirin için yürüyecek kalabalığı bekliyordu polis… Hekabe, Hekabe değildi; tiyatro da aslında sadece tiyatro değil…
🎭‘Hekabe, Hekabe Değil’ bugün saat 18.00’da ikinci kez Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde olacak.
🎭Festival programında bugün ayrıca ‘Dans Salgın’ı var. Çağdaş dans alanında ülkemizin önde gelen isimlerinden koreograf, dans ve performans sanatçısı, akademisyen Tuğçe Ulugün Tuna, imzalı performans, karanlığı anlamak için ışıktan, insana dair olanı, kırıklıkları anlamak için bedenden köprüler kuracak. Bugün saat 15.00 ve 18.00’da Arter Carbon’da bu köprülere şahit olabilirsiniz.