‘Toplumdan gelen kişilerden biri olmak ve onu yansıtmak istiyorum’

Bugün usta aktör Münir Özkul'un altıncı ölüm yıldönümü. "Sahiden öldü mü?' derseniz "Hala sımsıcak zihnimizde" diye cevap veririz. Bizi bize anlatmayı istedi ve anlattı da. Bu uğurda gün geldi baskılara, gün geldi askerlere direndi.

Kültür Sanat 5 Ocak 2024
Bu haber 4 ay önce yayınlandı
Fotoğraf: Ersin Alok

Münir Özkul’un ‘Bizim Aile’ filminde Yaşar Usta olarak sinema tarihimize geçen o muhteşem tiradını bilmeyen var mı? Hani çalıştığı fabrikanın sahibine kafa tutar ya “Sen mi büyüksün yoksa ben mi?” diye, işte o tirat.

Kendini her şeyi yapmaya muktedir gören bir sermayedar vardır karşısında ama Yaşar Usta aldırış etmez ve koyar postasını…

Münir Usta gerçek hayatta da öyle bir insandır aslında. Otoriteyle, muktedirle hayatı boyunca arası iyi olmamıştır…  Özellikle onun tiyatro serüveninde iki olay var ki, bunlar bize onun zorbalığa, baskıya, diktaya karşı çıkışını çok iyi anlatır bize…

1977-1978 sezonunda İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Genel Sanat Yönetmenliği’ne Hayati Asılyazıcı getirilir. İlk işi de daha önce şehir tiyatrolarından biraz kırgın bir şekilde ayrılan Özkul’u tiyatronun kadrosuna katmak olur.

Özkul bir yandan, o “Aktör dediğin nedir ki?” tiradıyla hepimizin hafızasına kazınan ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ oyunda başrol oynamaya hazırlanırken bir yandan da ‘yerinden yönetim’ prensibini uygulayan Asılyazıcı’nın isteğiyle, Fatih Sahnesi’nin sorumluluğunu üstlenir.

O günlerde Cengiz Gündoğdu’nun yazdığı ‘Karar 71’ oyununun Burçin Oraloğlu tarafından sahnelenmesine karar verilir. Oyun, 12 Mart 1971 muhtırasına giden süreci anlatmaktadır. ‘Karar 71’ Ayşe Mesci’ye göre ‘Darülbedayi’nin tarihinde gördüğü en politik oyunlardan biridir.’

Politik içeriğinin de etkisiyle oyun kısa zamanda büyük ilgi görür. Bir aylık biletleri önceden satılır. Tabii 70’lerin sonlarındaki Türkiye’deki politik atmosfer içinde oyunun söylemi ve gördüğü ilgi, kimi çevreleri de rahatsız eder. Tiyatroya tehditler gelmeye başlar.

Özkul tehditlere pek aldırış etmez ama oyuncular, yönetmen de tehditlere maruz kalınca işin rengi değişir. Artarak devam eden tehditler karşısında oyuncular bir bir oyunu bırakır. Ama Özkul yerlerine hemen yenileri bulur, oyun sahnelenmeye devam eder. Tehditler yoğunlaşınca yönetmen de oyunu bırakmak zorunda kalır. Özkul yine direnir, oyun sahnelenir.

Altı oyuncunun birden oyunu bıraktığı bir gün, Özkul oyunun başlamasına dakikalar kala tiyatronun yöneticisi olarak sahneye çıkar ve seyirciye “Altı arkadaşımız oyundan ayrıldı. Ölüm tehditleri devam ediyor. Onların yerlerini alan yeni oyuncularımız ellerinde tekstleriyle çıkıp oynamak zorundalar. Bu durumu kabul ederseniz oyun devam edecek. Etmezseniz oyunu durdurmak zorunda kalacağız. Karar sizin” der. Alkışlar karşısında oyuna devam edilir.

Bu aslında Özkul’un baskılara, zorbalığa, tehditlere karşı verdiği imtihanda ilk raunttur. Bir de ikinci raunt var ki o daha sert geçer…

12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen öncesinde İstanbul Şehir Tiyatroları, ‘Kanlı Nigar’ı sahnelemeye karar verir. Münir Özkul da kadrodadır. Oyun ilk olarak temmuz ayında Uluslararası İstanbul Festivali’nde sahnelenir ve büyük ilgi görür. Oyunun şehir tiyatrolarında sahneleceği zamansa darbe gerçekleşir.

Darbeciler, İstanbul Belediye Başkanı olarak Korgeneral İsmail Hakkı Akansel atar. Akansel’in şehir tiyatrolarına karşı özel bir ‘ilgisi’ vardır. Sırtını cuntaya dayayan Akansel, elindeki gücü her fırsatta şehir tiyatrolarına karşı kullanmakta bir sakınca görmez. Aslında amacı tiyatroyu tarumar etmektir… Ki sıkıyönetim kanunu ile de tarumar eder ve birçok tiyatrocunun işine son verilir.

Böylesi bir atmosferde bir gün Özkul oyun ekibiyle birlikte, Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda ‘Kanlı Nigar’ın provasını alırken üniformalı birkaç subay gelir tiyatroya. Provaları izlemek istedikleri söylerler. Özkul sinirlenir. Sonra subaylar provaya müdahale eder “Paşam da paşam” repliğinin oyundan çıkarılmasını ister. Güya bu repliğin askerleri kötü gösterdiğine kanaat getirilmiştir…

Bu çıkış bardağı taşıran son damladır. Özkul hiddetlenir, subaylara “Siz izin almadan benim yatak odama (çalışma odası) hangi cüretle giriyorsunuz? Ben provayı kesiyorum ve bu oyunu oynamayacağım!” der ve çıkar gider tiyatrodan.

İstifa etmiştir. Ki istifa etmek bir anlamda darbecilere ciddi anlamda kafa tutmak demektir o dönem. Ama istifası kabul edilmez. Hiç düşünmeden tekrar bir istifa dilekçesi daha yazar. Sonra da Bakıköy Ruh Sağlığı Hastanesi’ne gidip yatar.

Genel olarak alkol bağımlılığı nedeniyle hastaneye yattığı düşünülse de Hayati Asılyazıcı’ya göre “Alkol ile alakası yoktur bu yatışın.” Münir Özkul darbecileri kişisel olarak protesto etmektedir…

Zaten bir söyleşisinde de “Askerler bir tiyatroya neden burnunu sokar ki? Doğrusu çok sıkıldın bu olaydan. Tiyatroyu, her şeyi bırakıp akıl hastanesine yattım” diyecektir.

Özkul’un darbecilere karşı bu tutumu tarihe geçer. Ama onun kişisel tarihi düşünülünce bu tavrı daha anlamlıdır.

Münir Özkul, annesi Hayriye Hanım tarafından Mirliva Mustafa Mazhar Paşa’nın torunudur. Asker torunu olmanın dışında babası İbrahim Özkul da bir subaydır, emekli binbaşıdır.

Öyle ki Özkul çocukluğundan itibaren hem annesi hem de babası tarafından asker olması telkiniyle büyütülür. Özellikle annesi “Paşa oğlum” diye sever kendisini. 14-15 yaşına kadar Münir Özkul da asker olmayı ister. Ama tiyatro hayatına girince bu hayalinden vazgeçer.

İşte, dedesi ve babası asker olan bir adam darbe sonrası, sıkıyönetim günlerinde darbeci askerlere kafa tutar. Kafa tutmakla kalmaz, darbecilerle kafa da bulur akıl hastanesine yatarak. Tam da Münir Usta’dan beklenen, bir zekice protestodur bu. Mesaj açıktır: Siz normalseniz ben anormalim. Velhasıl zaman kimi normal kimin anormal olduğunu ortaya koyar… 

Bugün İsmail Hakkı Akansel’i hatırlayan var mı, bilemiyorum. Ama Türkiye’de Münir Özkul deyince genel olarak herkes bir önünü ilikleyip söze başlar, ona duygudu sevgi ve saygıdan. Ustanın bugün altıncı ölüm yıldönümü. Onu daha önce Arkapencere dergisinde yazdığım bir yazıyla anmak istedim.

O bizi bize anlatan aktörlerden biriydi. Usta fotoğrafçı Ersin Alok’un pek bilinmeyen bir Münir Özkul portresi vardır. O portreyi nasıl çektiğini anlatmıştı bir sefer Ersin Alok. Aslında o tanıklık bile Münir Özkul’un neden büyük olduğunu anlatıyor:

“Ben Münir Özkul’u çekmek üzere onunla konuşmaya başladım. Bana hep hayatta yapmak istediklerini anlattı. Ben de heyecanla dinliyordum. Aynen söylediği bir sözü hiç unutmuyorum: ‘Ben toplumdan gelen kişilerden biri olmak ve onu yansıtmak istiyorum. Ama onun gizli bir yüzünü. Bana bakarken onun gülen acılarını oynamak istiyorum’ deyince, tam o sırada deklanşöre bastım. Sonra Münir yerinden kalktı. ‘Benim saçlarım düzgün, böyle her tarafa dağılıyor. Oysa aklım başka bir yerde. Saçlarım da oraya gitsin’ diye saçlarını düzeltti. Ben düğmeye bastım, şırak!”

Hani “Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş sada olarak kalır” demiştin ya Münir Usta. Sen hep varolacaksın

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.