Toprak kavgası, erkeklik savaşı ve lanetler!

‘American Primeval’ hafta sonu bizleri Vahşi Batı’nın vahşi tarihine götürüyor. Mizah dozumuzu, dönüşen toplumda erkekliği sorgulayan ‘Alpha Males’ ile alıyoruz. Fantastik severleri ise ‘Mayfair Witches’ ve ‘Goosebumps’ bekliyor.

Dizi 10 Ocak 2025

MEDENİYET HER ZAMAN MEDENÎ DEĞİLDİR

American Primeval

Ocak ayının griliğine yaraşır bir mini diziyle geldik: Batı Amerika’nın doğuşunu anlatan ve yönetmenliğini Peter Berg’ün yaptığı western ‘American Primeval’. Netflix’te yayınlanan dizi bildiğimiz western’lerden değil. Bu hikâyede sağlı sollu ahşap tek katlı binalar, kovboyculuk oynayan fiyakalı beyaz adamlar, eğlence salonları yerine kan, ter, gözyaşı var. Çünkü hikâye Amerika’nın batısının nasıl vahşi adını aldığını, vahşeti göstererek anlatıyor.

Ana karakterimiz Sara, oğlu Devin’i (Betty Gilpin, Preston Mota) güvenli bir şekilde batıya, Utah’ya götürmek istiyor. Bu yolculuk, Amerika’nın doğusunun 1600-1700’lerde sömürgeleştirilmesinden sonra, 1800’lerde başlayan batıya genişleme döneminde, spesifik olarak 1857 yılında gerçekleşiyor. Sara da zaten bu öncü yerleşimcilerden biri. ABD Ordusu, Mormonlar ve yerli kabileler olmak üzere üç cephedeki çatışma arasında bu zorlu yolculuğu sürdürmeye çalışan anne-oğula ise Isaac (Taylor Kitsch) adında bir adam eşlik ediyor. Yani hikâye hem bir yolculuk hem de toplulukların kimlik ve güç inşası hikâyesi.

Anlaşıldığı üzere, tarihî olaylar kuru bir özetten ziyade filmle iç içe. Yerleştikleri toprakları korumaya çalışan Mormonlar, atalarının mirasını savunmaya çalışan yerli halk ve toprak üzerindeki kontrolü sağlamaya çalışan ABD Ordusu arasında çok cepheli bir çatışmayı izliyoruz. Utah Savaşı ve Mountain Meadows Katliamı gibi olayların yaşandığı bu dönemde haliyle kan gövdeyi götürüyor. Asılmış bedenler, kafatası yüzülmüş cesetler, oklar saplanmış insanlar gibi iç kaldırıcı sahneler mevcut, baştan söyleyelim. Çünkü dizi olayları tarihsel gerçeklikten ziyade ‘ham’ gerçekliğe uygun anlatma derdinde. Bu batı Vahşi Batı nihayetinde… Bu da bizi asıl temaya götürüyor: Hayatta kalmak.

Hem bireysel hem toplumsal can havli

Dizide haklı-haksız meselesinden ziyade, çatışan tüm grupları kapsayan ‘insanlık’ kümesinin defolarıyla karşılaşıyoruz. Bu hikâyede iyi-kötü gibi keskin sınırlar yok; hem yabani doğada hem de karmaşık toplumsal ağlarda hayatta kalmak için insanların verdiği sınavlar var. Ve diziden bir alıntıyla hatırlıyoruz: Medeniyet her zaman medenî değil.

‘American Primeval’ı meşhur ‘Diriliş / The Revenant’ filminin senaristlerinden biri olan Mark L. Smith’in kaleme aldığı belli; zira hikâyenin imzası açık havada geçen zorlu yolculuk ve hayatta kalma teması. Dizide gerçekçi bir atmosfer yaratmak için ise Fort Bridger gibi tarihî mekânlar büyük ölçüde yeniden inşa edilmiş. Renk paletinden dış mekân çekimlerine ve ses tasarımına dizi sinematik bir atmosfer yaşatıyor, bu anlamda büyük ekranlara layık. Dizinin çekimi de olay örgüsünün bu zorlu kısmından nasibini almış. Başrol oyuncuları ‘kovboy kampına’ girmiş ve kış vakti dağlarda, gece gündüz demeden soğukta çalışmışlar. Buna değmiş mi diye bir bakmak ve hem tarihe hem insan davranışlarına dair sert bir dizi izlemek için Peter Berg’ün yönetmenliğini üstlendiği ‘American Primeval’ı Netflix’te bulabilirsiniz.


ER TANELERİ DÖNÜYOR!

Alpha Males / 3. Sezon

Sizi güldürürken düşündüren bir İspanyol dizisine, ‘Alpha Males’e davet ediyoruz. Netflix’te üçüncü sezonu taze yayınlanan dizi dört yetişkin erkeğin arkadaşlıklarını ve kız arkadaşlarıyla yaşadıkları sorunları ele alıyor. Kadın-erkek ilişkilerine dair durum komedisi gibi başlayan dizide soğuk denize girer gibi bebek adımlarıyla toplumsal eleştiriye dalıyoruz. ‘Alpha Males’ toplumsal cinsiyet rollerinin bozunmaya başlamasıyla yüzleşen ana karakterlerimizin yaşadığı zorlukları deşifre ediyor aslında. Bunu da mizahı bir an bile elden bırakmadan yapıyor.

Pedro (Fernando Gil) cinsiyetçi tutumları yüzünden işinden kovulur, suçu da kadınlara ve değişen topluma atar. Sevgilisi Daniela ise (María Hervás) Pedro’nun işten çıkarılmasıyla inisiyatif alır ve sosyal medyada içerik üreterek para kazanmaya, evin geçimini üstlenmeye başlar. Bu durumla birlikte egosu incinen Pedro, erkekliğini sorgulamaya başlar.

Raúl, kız arkadaşı Luz’u (Raúl Tejón, Kira Miró) yıllardır aldatmaktadır. Evlenince temiz bir sayfa açmayı hedefleyen Raúl, evlenme teklifi edeceği gün Luz’dan gelen açık ilişki teklifiyle sarsılır. Raúl kendi çifte ahlak standardıyla yüzleşmeyi beceremediği için Luz’un isteği karşısında kendini mağdur hisseder. Egosu incinir ve o da tıpkı Pedro gibi, erkekliğini sorgulamaya başlar.

Esther (Raquel Guerrero) cinsel yaşamlarındaki durgunluktan şikâyet eden bir kadındır ve kocası Luis (Fele Martínez) çözüm bulmakta zorlanır. Evlilikleri Esther’in güzellik standartlarıyla, Luis’inse cinsel performans konusunda baskı yaşamasıyla sınanır. Sonunda çiftimiz Esther yüzünden beklenmedik bir duvara toslar. Aynı cümleyi kuracağız, bu durum bu kez Luis’in erkekliğini sorgulamasına neden olur.

Boşanmış bir baba olan Santi, ergen kızı Álex’in (Gorka Otxoa, Paula Gallego) velayeti için mücadele ederken Álex de babasına romantik randevular ayarlar. Santi, bu randevular hakkında kızıyla yaptıkları sohbetler sayesinde cinsiyet rolleri ve toplumsal beklentiler konusunda aydınlanmaya başlar. Santi bu farkındalığını arkadaş grubuna aktarmaya çalışır ve dörtlümüz kendini cinsiyet eşitliği kursunda bulur.

Başka bir erkeklik mümkün

Bu kursta erkeklik kavramının nasıl toksik anlamlarla doldurulduğu anlatılmaktadır. Hem kursun hem yaşadıklarının etkisiyle dört arkadaş, duygusal bağlar kurmaktan ve kırılganlıklarını kabullenmekten korkmayan yeni bir erkeklik inşa etmenin yollarını öğrenir. Ancak bu kolay olmaz. Misal, Pedro ve Raúl cinsiyetçi olmaktan hicap duymayan karakterlerdir. İkisi üzerinden son yıllarda pandemi gibi dünyayı saran, dedelerimizin cinsiyetçiliğini modern sosa bulayan kadın-düşmanı hastalıklı hareketler, yani diziye adını veren ‘alfa erkeklik’ tiye alınıyor bir yandan. Özetle kariyer mücadelesi, evin reisi, cinsellik baskısı, hem aldatan hem de aldatılan erkekler derken dizi, tatlı bir toplum sorgulamasına girişiyor.

Kapitalizm ve tüketim kültürü de eleştirilerden payını alıyor. Şirketlerin bir etik anlayışının olmadığı, rüzgâr nereden eserse kâr dümenlerini uygun yere çevirdikleri vurgulanıyor. Sosyal medya ünlülerinin kendini pazarlanacak bir ürün olarak görmesi, takipçilerini de daha çok tüketmeye yönlendirmeleri üzerinden etkileşim deliliği eleştiriliyor. Dizi mesajlarını yormadan, komedi çatısında işliyor. Tüm mesajları dışlasanız bile nihayetinde eğlenceli bir arkadaşlık hikâyesi izliyorsunuz. Erkekler lehine görünen geleneksel cinsiyet rollerinin aslında kadınlar kadar erkekleri de mağdur ettiği mesajı ise yanınıza kâr kalıyor. Eğlenerek dönüşmenin mümkün olduğunu gösteren ‘Alpha Males’ üçüncü sezonuyla Netflix’te.


NESİLLER ARASI LANET

Mayfair Witches / 2. Sezon

Sırada gençler ile ruhu genç kalanları birleştirecek bir dizi var. Eskilerin çok iyi bildiği, kült fantastik romanların kraliçesi Anne Rice’ın bir hikâyesi daha dizi oldu. ‘Lives of the Mayfair Witches’ (Mayfair Cadılarının Yaşamı) üçlemesine dayanan ‘Mayfair Witches’ dizisinin ilk sezonu 2023’te yayınlanmıştı ve Anne Rice iyice gençlerin radarına girmişti. Nihayet, bölümleri haftalık olarak yayınlanacak ikinci sezondan ilk bölüm TV+’a geldi.

Dizi San Francisco’dan New Orleans’a uzanan karanlık bir hikâyeyi konu alıyor. Ana karakterimiz olan Rowan Fielding (Alexandra Daddario) adlı genç kadın başarılı bir beyin cerrahıdır, ancak birlikte çalıştığı profesör tarafından sürekli küçümsenir. Rowan’ın aile hayatı da sallantıdadır zira onu bebekken evlat edinen annesinin hastalığı nüksetmiştir. Rowan annesinin hastalığına çözüm aramak için bir araştırma programına katılır, ancak programın başındaki adam etik dışı kararlar alması için Rowan’a baskı yapınca hayat onun için daha karamsar hale gelir.

Bu dip noktada Rowan’ın hayatı tuhaf olaylarla kökünden değişir: Rowan, öfkelendiği insanların beyin hasarı aldığına dair imajlar görmeye başlar ve bu imajlar gerçeğe dönüşür. Bu korkunç olayların tesadüf olmadığını fark eden Rowan, kendinde bir tür güç olduğunu düşünüp genetik mirasını araştırmaya karar verir. Kökenine dair sırlar ise, onu büyüten annesinin hastalığa yenik düşmesiyle birlikte kaybolur. Elbette yeniden ortaya çıkmak üzere…

Gücün kaynağına yolculuk

Hikâyemizin diğer ekseni New Orleans’ta yaşayan varlıklı Mayfair ailesine odaklanıyor. Deirdre Mayfair (Cameron Inman) baskıcı teyzesi ve dindar çevresinin gözetiminde büyüyen genç bir kadındır. Ancak onun da korkunç bir sırrı vardır: Ara sıra, Lasher (Jack Huston) adında gizemli bir ruh onunla iletişim kurar. Deirdre’nın sürpriz hamileliğiyle sonuçlanan bu iletişim, Mayfair ailesinin lanetinin bir parçası olarak yeni kuşağa aktarılır. Doğar doğmaz bebeği elinden alınan Deirdre sinir krizlerini kontrolde tutabilmek için teyzesine ek olarak bir de doktor gözetimine girer ve tüm yetişkinliği böyle geçer.

Hikâyede geçmiş ve günümüz arasında mekik dokuyoruz ve Rowan ile Deirdre’nın hikâyelerinin nasıl birleştiğine tanık oluyoruz. Köklerini araştırırken kendini Mayfair ailesinin karanlık mirasının içinde bulan Rowan ne yapacaktır? Manipülatif ruh Lasher, nesilleri aşıp Rowan’a ulaşırsa Rowan direnecek mi yoksa geçmişteki diğer kadınlarla aynı yazgıya mı mahkûm olacaktır?

Genç neslin Anne Rice’la ilk kesişmesi bu diziyle olmadı elbette. ‘Vampirle Görüşme’ kitabı 1994’te, ‘Lanetliler Kraliçesi’ ise 2002’de filme uyarlanarak döneminin kuşağını yakalamıştı. Birkaç farklı hikâyenin daha filme uyarlanmasının ardından 2022’de yine ‘Vampirle Görüşme’ye dönüp hikâyeyi bu kez dizi olarak izlemiştik. Esta Spalding ve Michelle Ashford ise ‘Mayfair Witches’ dizisinin yaratıcıları olarak, Anne Rice’ın hikâyelerini günümüze taşıma bayrağını devraldı. ‘Mayfair Witches’, ilk sezonu ve yeni sezonun peyderpey yayınlanacak bölümleriyle TV+’ta. Tıpkı ‘Mayfair Witches’ın olay örgüsündeki nesiller arasılık gibi, Anne Rice’ın külliyatı da daha çok nesil görecek gibi.


LANETLİ BODRUM BİZİ ÇAĞIRIYOR

Goosebumps: The Vanishing / 2. Sezon

Beş arkadaşın doğaüstü gizemleri çözmek üzere maceralar yaşadığı, R. L. Stine’ın aynı adlı roman serisinden uyarlama ‘Goosebumps’ severler, toplaşın! Ama en çok da efsane sitcom ‘Friends’ severler toplaşsın, çünkü Ross karakteriyle beynimize kazınmış David Schwimmer, Disney+’ın macera ve korku türündeki gençlik dizisinin ikinci sezonunda ana kadroda. İlk sezondaki hikâyeyle ikinci sezondaki hikâye farklı, ancak kafanızda bir fikir oluşsun diye ilk sezonu özetleyelim.

Hikâye 1993 yılında bir gencin, evinde çıkan yangında trajik bir şekilde ölmesiyle başlıyor ve 2023’e zıplıyoruz. Kasaba halkı tarafından lanetli sayılan bu eve yeni birinin taşınmasıyla ve bir grup liseli gencin lanetli evde parti vermesiyle uyuyan kötücüllük uyanıyor. Gençler bu evin bodrumunda, çektiği fotoğrafların geleceği gösterdiğini anladıkları bir fotoğraf makinesi buluyor ve bu doğaüstü olayın geçmişte yaşanan trajik yangınla bağlantılı olduğunu fark ediyor. 1993’teki yangının ardındaki kişileri öğrendiğimizdeyse anlıyoruz ki ölen gencin ruhu intikam için dönmüş. Döner dönmez de bir bedene musallat oluyor. Bu ilk bölümün ardından hikâye, her karakterin bakış açısından anlatılarak olayları bizim için bir araya getiriyor, ayrıca hikâye geçmiş ve şimdiki zaman arasında gidip gelerek katman kazanıyor.

İkinci sezonda bizi yine büyük bir evin bodrumu bekliyor ve doğaüstü olaylar yine yıllar öncesinde gerçekleşen bir ölümle ilişkili. Bu kez bize ana karakterler olarak Devin ve Cece kardeşler (Sam McCarthy, Jayden Bartels) ile onların babaları olan, müjdesini verdiğimiz David Schwimmer’ın canlandırdığı Anthony eşlik ediyor. Kardeşlerin inmelerinin yasak olduğu bodrumda, eski bir botanikçi olan baba Anthony gözlem ve deneyler yapıyor ve bir gün mercek altındaki bitkiler kontrolden çıkıyor, daha doğrusu Anthony’yi kontrol altına alıyorlar.

Tam bir korku dizisi, bu nedenle korkutmuyor

‘Goosebumps’ hikâyeleri zamanında ünlü olsa da şu an bir yetişkinseniz ve korku türüne doyduysanız, korkmaktan ziyade eğleniyorsunuz. Bodrum katta intikam bekleyen ruh, sisler arasında dikilen silüet, yok edilmesine rağmen geri dönen eşyalar derken korku türünün tüm klişeleri mevcut. Bunda orijinal hikâyeden ögelere sadık kalınmasının da etkisi var elbette. ‘Goosebumps’ size (dönem olarak değil ama) korku türüne dair nostalji yaşatabilir.

David Schwimmer etkisi mi yoksa bizim ona yüklediğimiz anlamdan mı bilinmez, ikinci sezon ilkinden daha eğlenceli görünüyor. Yeni sezonun komedi tonu bu kez korku klişelerinden beslenmiyor da komik durumlar doğrudan diyaloglarla aktarılıyor. Eğlenceli diyerek ailece izleme niyetiniz varsa biz uyaralım, çocuklar korkabilir tabii!

İlk sezonu 2023’te yayınlanan ‘Goosebumps’, aslında roman serisinin ilk uyarlaması değil. Romanın çıktığı 1995 yılında seri, televizyon dizisi olarak uyarlanmıştı ve her bölümde başka bir maceraya tanıklık ediyorduk. Günümüz uyarlamasındaysa bu formatın yerini sezon başına bir hikâye formatı aldı. Dizinin yeni uyarlamasının yaratıcısı Rob Letterman aslında 2015 ve 2018’te ‘Goosebumps’ı iki film serisi olarak da uyarlamıştı. Film uyarlamalarıyla hevesi geçmeyen Letterman bu yeni versiyonlarda Nicholas Stoller’la çalışıyor. Roman serisinin epey uzun olduğu düşünülürse bakalım ‘Goosebumps’ın ekmeği ne kadar yenecek. Diziyi Disney+’tan izleyebilirsiniz.

2025’e sinemadan sonra ilk gösterimlerle giriyoruz2025’e sinemadan sonra ilk gösterimlerle giriyoruz

Dizicinin Rehberi seçti: 2024’ün en iyi 10 dizisi!Dizicinin Rehberi seçti: 2024’ün en iyi 10 dizisi!

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.