Çağla Şıkel’in üç günlük karanlık inzivası ve 11 saatlik karanlık oda deneyimi ruhsal bir keşif mi yoksa tehlikeli bir uygulama mı? Prof. Atalay’ın hem bu konuda hem de aile dizilimi, regresyon terapisi gibi yöntemler hakkında önemli uyarıları var.
Türkiye’de karanlık inziva diye bir uygulamanın olduğunu pek çoğumuz Çağla Şıkel’in Instagram hesabında paylaştığı bir video aracılığıyla öğrendi. Video, Şıkel’in üç gün boyunca deneyimlediği karanlık inzivanın kısa bir özeti aslında: Çağla Şıkel, bir grup insanla bir koridorda duvarlara tutunarak ilerliyor. Her adımı dikkatli. Yemek saati geliyor. Önündeki tabldotta salata, mercimek çorbası, bulgur pilavı ve türlü var. Eliyle tabldotun kenarlarından yokluyor, salatayı bulduğunda üzerine limon sıkıyor. Video, yüzünde çocuksu bir ifadeyle gülümseyerek yaptığı yoga, karlı bir günde boş bir tarlada yönünü bulmaya çalışırken hıçkırarak ağladığı sahnelerle devam ediyor. Ve ışığa kavuştuğu son an: Çağla Şıkel aydınlık büyük bir pencerenin önünde ağlayarak bekliyor. Yoga eğitmeni Çetin Çetintaş önce siyah göz bandını sonra göz ameliyatlarından sonra takılan beyaz göz bantlarına benzeyen bantları nazikçe çıkarıyor. Şıkel bir duygu patlaması yaşıyor ve sarsılarak ağlıyor. Bu sırada Çetintaş ona sarılıyor. Bu kısa videoda yer verilmemiş ama Şıkel’in üç günlük deneyimi sırasında diğer katılımcılarla birlikte ormana bırakıldığı bir zaman dilimi de var. Yönlerini bulup geri dönmeleri konusunda bir görevle de karşı karşıya kalıyorlar. Tüm bu süreçlerde yanlarında varlıklarını hissettirmeyen bir refakatçi de bulunuyor.
“Peki Çağla Şıkel neden böyle bir deneyim yaşamaya karar verdi?” diye merak ediyor olabilirsiniz. Az önce söz ettiğimiz videonun altında Şıkel’in şöyle bir yanıtı var: “Bir ben vardır bende, benden içeri biliyordum. Ona temas etmek istedim.” Devam eden satırlarda bu pratiğin kendisinde nasıl bir katkı sağladığını da anlatıyor. Ona göre karanlık inzivası kendisine yüklenen anlamlardan, sırtında taşımayı sevdiği hatıralardan, insanlardan, bugünkü Çağla’dan arınmasını sağlamış ve özüne temas etmiş. Görmek istediği tek şey olan içindeki kızla tanışmış.
Acaba karanlık inzivanın gerçekleştirildiği merkezin sahibi Çetin Çetintaş bu pratik hakkında ne düşünüyor? Bunun için gelin, Çağla Şıkel’in Fox TV’deki programında Çetin Çetintaş’ı ağırladığı videoya bakalım. Doğrusu, Çetintaş’ın karanlık inzivanın amacının ne olduğunu anlatan cümleleri biraz karmaşık. Diğer bütün videolarında olduğu gibi anlaşılmaz bir dil kullanıyor. Mesela şöyle diyor: “Bir söz vardır ya, kabımız kadar ancak bilebiliriz. Karanlık inzivada amacımız o kabımızdan taşıp her şeyle bağımız olduğunu hissederek her şeyi derinden, kalpten deneyimlemek.”
Belki daha açık ifade ettiği kaynaklar vardır, deyip bu kez Çetintaş’ın Instagram hesabında paylaştığı bir başka videoyu izlerken kendimi buluyorum. Diyor ki “Karanlık inziva öyle bir süreç ki insana kalbinin sesini duyarak niyetlerine varmayı öğretiyor. Karanlık inziva, pratikler sayesinde sezgilerimizi güçlendirerek kendimizle ve yaşamla bağımızı yeniden yapılandıran, bu süreç sonunda ortaya çıkan şükür, anlayış gibi gelişmiş duygularla tüm yaşamı büyük bir dönüşme sokan büyülü bir süreç.” Tüm yaşamı dönüşüme sokmak bana hayli iddialı geliyor. Düşünmeden edemiyorum “Mesela travmaları nedeniyle zor bir hayatı olan biri karanlık inzivaya girince bambaşka biri mi oluyor yani?”
Şu ana kadar izlediklerim karanlık inzivanın dönüştürücü etkisi hakkında tatmin edici bir yanıt sunmayınca başka bir kaynak arıyorum. Sırada Çetintaş’ın web sitesi var. Bakın, Çetintaş karanlık inzivanın faydalarını nasıl anlatıyor: “Günümüzde bilim, karanlığa maruz kalmamızla melatonin ve diğer hormonların zerkiyle beraber bedenimizi adeta zamansız bir alana sokarak yaşlanmanın önüne geçtiğimizi göstermiştir.” Çetintaş ilerleyen satırlarda iddiasını biraz daha ileri götürüp şu satırları kaleme alıyor: “Karanlığın yarattığı etkiyle beynimizdeki kimyasalların salgılanması ve birikmesiyle bilinç hızlı bir şekilde yükselir. Düzenleyici bir hormon olan melatonin, bilincin daha ince katmanlarının açılması için yeterli bir hazırlık süreci yaratır. Böylelikle zihin ve beden daha önce deneyimlemediği incelikte bir algı sürecine geçer. Bu süreçte beyin, sevgi ve şefkatin aşkın deneyimlerini kolaylaştıran 5-metoksi-dimetiltriptamin (5-MeO-DMT) ve dimetiltriptamini (DMT) sentezler.” (Prof. Dr. Hakan Atalay bu iddiaların yanlış olduğunu ilerleyen bölümlerde açıklayacak.)
Yazının buraya kadarki kısmı katılımcıların birer odalarının olduğu, yemek yiyip hareket edebildiği bir pratiği içeriyor. Bu inzivanın bir de küçük bir ahşap bir kulübede gerçekleştirilen formu var. Küçük dediysem, sadece 1,5 metrekarelik bir alandan söz ediyorum. İçeride ayağa kalkmanız veya uzanmanız mümkün değil. Sadece meditasyon pozunda oturabiliyorsunuz. Yemek yiyemiyorsunuz, tuvalete gidemiyorsunuz. Sabah gün doğumundan önce kulübeye giriyorsunuz, ardından kulübenin kapıları üzerinize kapanıyor. İçeride zifiri karanlıkta kalırken kapı dışarıdan sürgüleniyor.
Peki içeride ne kadar kalınıyor? Çetintaş’ın sitesinden öğrendiğimize göre karanlık oda inzivası en az altı saat ile başlıyor. İlk kez girecek olanlar altı ila 12 saat arasında giriyor. Ardından 24 saat, üç gün, beş gün, 11 gün şeklinde devam ediyor.
Üç güne kadar süren inzivalarda kişinin bir sağlık problemi yoksa süreç boyunca oruç tutuluyor. Odanın içinde su var. Ama ileri seviye yogiler, üç gün boyunca meditasyon halinde olduklarından bu süreçte su dahi tüketmiyorlar. Üç günden uzun inzivalarda orucun uygulama şekli değişiyor, her akşam en az 500 kalorilik bir Sattvik öğün ve soda tüketiliyor.
Çağla Şıkel geçen hafta instagram hesabında bu uygulamaya da katıldığını bir videoyla duyurdu. Şıkel’in kulübede geçirdiği süre 11 saat ama hazırlıkları bir gece önceden başlamış: “Bir gece önce son yemeğimi 18:30 gibi yiyip 24 saati yemek yemeden ve su içmeden tamamladım. Vücudumun kendini yenilemesine fırsat tanıdığım büyülü saatler… Kendime hiç bu kadar yaklaştığımı hissetmemiştim. Hiç kimsesiz, hiçbir şeysiz ve zamansız olma hali… En derin, en uzun kendimle baş başa kalışımdı…”
Çağla Şıkel, instagram gönderisinin altında Çetin Çetintaş’ın karanlık oda deneyimini nasıl anlattığına da yer veriyor. Bakın, Çetintaş karanlık oda deneyiminin faydalarını nasıl sıralıyor: “Bu pratik her şeyden önce insanın kendini bilme ve içindeki gücü ortaya çıkarma sürecine hizmet eder. Karanlıkta kalmanın melatonin sentezini körüklüyor olması, antioksidan kapasitesinin artmasına, hücresel boyutta onarım kapasitesini artırmasına ve hatta telomer kısalma hızının yavaşlamasına zemin hazırladığını belirten araştırmalar bulunmaktadır. Yani bu süre içerisinde yaşlanmayı durdurarak, kendimizi baştan yaratıyoruz diyebiliriz. Bu pratiğin amacı da tam olarak bu: Önce anne rahminden dünyaya geliyoruz, daha sonra yaşadığımız tüm deneyimler ışığında bu sefer bilinçli olarak karanlık bir odaya çekilip kendimizi yaşamın rahminden yeniden doğuruyoruz…”
Peki karanlık inziva ve karanlık oda inzivası nerede yapılıyor? Çetintaş’ın Kırklareli’nde bir inziva merkezi var. Kırklareli’nde 43 dönüm araziye kurulmuş, 7 bin 500 metrekarelik alana sahip bir merkez burası. Sadece karanlık inziva değil, yoga pratikleri, sessizlik ve meditasyon inzivaları, detoks programları gibi çeşitli aktiviteler de yapılıyor.
Elbette ‘yaşlanmayı geciktiren’, ‘vücudunuza melatonin ve diğer hormonları sihirli değnek gibi zerk eden’, ‘içinizdeki gizli gücü ortaya çıkaran’, ‘telomerlerinizi uzatarak ömrünüze ömür katan’, ‘tüm yaşamınızı baştan sona dönüştüren’ sözüm ona bütün o ‘mucizevi’ etkilerin bir bedeli var. Nihayetinde burası 50 yatak ve 500 kişi etkinlik kapasiteli, 8 farklı bloktan oluşan ticari bir işletme. Karanlık inzivanın masalsı etkilerini elde edip etmeyeceğinizi görmeniz için bir miktar parayı gözden çıkarmanız gerekiyor. Ki çarklar dönsün, giderler karşılansın, işletme kar etsin. Hemen fiyattan sizi haberdar edelim: Eylül ayında yapılacak dört günlük karanlık inzivanın ücreti 13 bin 800 TL. Konaklama ve ulaşım ise bu ücrete dahil değil.
Peki, karanlık inziva gerçekten iddia edildiği kadar faydalı mı yoksa tehlikeli olabilir mi? Yeditepe Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Atalay, Ortadoğu ve Hindistan’da inzivanın çok eski bir gelenek olduğunu, kimi zaman mağara gibi yerlerde kutsal kişiler tarafından kullanıldığını söylüyor: “Ama inzivanın eski zamanlardan beri yapılıyor olması tek başına ‘Bu iyi bir şeydir’ anlamına gelmez. Özellikle karanlıkta yapılan inziva ciddi sonuçlara yol açabilir. Beden uyarı almadığında kendisi uyaran üretir. Yani halüsinasyonlar başlar. Bütün bu mistik deneyimlerin biraz da temeli budur. Elbette bu tür deneyimler bazı maddelerle de yapılabilir. Örneğin Latin Amerika yerlileri, psikoaktif bir bileşik olan dimetiltriptamin (DMT) içeren bitkilerle o kadar değişik bir bilinç durumu yaşarlar ki bunu kutsal törenlere destek amacıyla kullanırlar. Uzun süreli karanlık inziva da bu tür psikotik bir duruma dönüşebilir. Karanlıkla yaşanan algı yoksunluğu anksiyete atağına, kişilik dağılmasına bile yol açabilir. Sınırlarımız o kadar net değil bizim. ‘İçimizde bir ben var, gidip o beni bulalım’ demek çok saçma. Orada bir ben yok. O beni kültür oluşturuyor. Yani insanın doğadan kopması, insanlaşması, kültürü üretmesi sayesinde ben yaratılıyor. Onun çekirdeğine gitmek doğaya geri dönmek, sınırların yok olması demek.”
Çetin Çetintaş, uzun süre karanlığa maruz kalmanın birtakım biyokimyasal etkilerinden de söz ediyor. Melatonin ve diğer hormonların tetiklendiğini, böylece bedenin zamansız bir alana sokulduğunu ve yaşlanmanın önüne geçtiğini iddia ediyor. Melatoninin bilincin ince katmanlarının açılması için hazırlık süreci yarattığını, 5-MeO-DMT ve DMT sentezlediğini, antioksidan kapasitesinin artırdığını, telomer kısalma hızının yavaşlamasına zemin hazırladığını belirtiyor. Peki karanlık inzivanın bu tür gösterilmiş etkileri var mı? Prof. Dr. Hakan Atalay, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Hayır, bu bilgiler doğru değil. Melatonin, gece-gündüz ritmine bağlı olarak salgılanan bir hormon. Genellikle akşam hava karardığında salınımı başlar, karanlık ortamda artar ve uykuya dalmayı kolaylaştırır. Gündüz saatlerinde veya aydınlıkta ise melatonin salınımı azalır. Bu zaten gece-gündüz ritmiyle vücudumuzda doğal olarak gerçekleşen bir süreç. Yani melatonin salınımı için karanlık inziva gerekli değil.
5-MeO-DMT ve DMT’ye gelince… Bunlar, halüsinojenikler grubunda yer alan maddelerdir ve bazı bitkilerde doğal olarak bulunurlar. Bu maddeler rüya benzeri deneyimlere yol açabilirler. Ayrıca vücutta da üretildikleri de saptanmış. Örneğin beyin-omurilik sıvısında çok düşük düzeyde tespit edilseler de hızla yok oldukları görülmüş. Tabii DMT dışarıdan alındığında halüsinojenik etkiler yaratarak rüya benzeri deneyimlere neden olabilir. Vücut içinde üretilen DMT’nin ise ne zaman sentezlendiği ve nasıl bir etki yaptığı hakkında pek bilgimiz yok. Dolayısıyla ‘Karanlık inziva sırasında bu madde sentezlenir’ demek doğru değil.”
Prof. Dr. Hakan Atalay, 5-MeO-DMT ve DMT adı verilen kimyasal bileşiklerle psikedelik deneyimler (zihinsel algıyı değiştiren deneyimler) üzerine bilimsel çalışmalar yürütüldüğünden de bahsediyor:
“Amerika’da bu çalışmalar aktif olarak yapılıyor ve belki yavaş yavaş uygulamaya da geçecek. Fakat çalışmaların hemen hepsi bilimsel nitelikte ve terapistler eşliğinde gerçekleştiriliyor. Katılımcıların durumu, belirli koşullar altında çeşitli ölçekler kullanılarak ölçülüyor ve gözlemler yapılıyor. Çeşitli branşlardan uzmanlar bir araya gelerek katılımcıları değerlendiriyor, tedavi uygulanmayan kontrol gruplarıyla karşılaştırmalar yapıyor. Bu şekilde bilimsel sonuçlar elde ediliyor. İşte asıl fark da burada. Kimse ‘Karanlık inzivaya katılırsan 5-MeO-DMT ve DMT sentezlenir’ demiyor, yanlış bilgiler vermiyor.”
Prof. Dr. Atalay, sorunun sadece karanlık inziva olmadığını başka birçok yöntemin de her derde devaymış gibi sunulduğunu vurguluyor: “Meditasyon, yoga, nefes terapisi gibi yöntemler belli sınırlar dahilinde faydalı. Rahatlamaya, fiziksel olarak daha iyi hissetmeye ve stres yönetimine yardımcı olabilirler. Örneğin psikiyatristler ve psikoterapistler anksiyeteyi azaltmak için nefes egzersizleri önerir çünkü etkileri kanıtlanmış. Asıl problem bu yöntemler her derde devaymış gibi genelleştirildiklerinde başlıyor. Bu tür uygulamaların yapıldığı yerler her türlü sağlık sorunu olan insanların başvurduğu yerler haline dönüşüyor. ‘Endikasyon’ diye bir kavram var, yani bir tedavi veya ilacı yalnızca belirli bir hastalık veya durum için kullanmak zorundasınız. Endikasyon dışı bir uygulama yaptığınızda suç işlemiş olursunuz. Ancak piyasada durum böyle değil. Herhangi bir yöntemi her türlü amaç için kullanıyorlar. Faydasız ve hatta tehlikeli olabilecek bilim dışı yöntemleri web sitelerinde tanıtıp altına ‘Tedavi amaçlı değildir’ gibi uyarılar ekleyerek kendilerini korumaya çalışıyorlar.” (Çetintaş’ın karanlık inzivayı tanıttığı web sitesinde de aynı durum söz konusu.)
Son yıllarda popüler hale gelen bilim dışı uygulamalardan aile dizilimi ve regresyon terapisine de dikkat çeken Prof. Dr. Atalay’ın bu konuda da önemli uyarıları var: “Regresyon, daha önce örneğin çocuklukta yaşadığımız birtakım duyguların bugünkü etkilerini tespit etmek anlamına geliyor. Aslında psikoterapide kullanılan yöntemlerden biri. Fakat artık kendilerine ‘regresyon terapisti’ diyen insanlar çıktı. Bu kişiler, tek seans içinde bireyi eski zamanlara götürüp travmalarını keşfetmelerine yardımcı olduklarını, travmaları düzelttiklerini iddia ediyor. Olacak iş değil tabii.
Regresyon bir de ‘aile dizilimi’ denen yöntem içinde yapılıyor. Aile diziliminde de kuşaklar öncesi yaşanan, üstelik sizin bilmediğiniz, size aktarılmayan travmalar başka biri tarafından canlandırılıyor. Tanımadığınız kişi kuşaklar öncesi akrabalarınızın yaşadığı yaşantıyı hissediyor. Ve siz onu görerek iyileşiyorsunuz. Çok acayip, hiçbir bilimsel temeli olmayan, uzak durulması gereken bir yöntem.”
Peki bu tür bilim dışı uygulamalar neden giderek popüler hale geliyor? Prof. Dr. Atalay’ın bu soruya kapsamlı bir yanıtı var: “Postmodernizmle birlikte her türlü bilgi eşit kabul edilmeye başladı. Bilim, büyük anlatılar ve ideolojiler önemini yitirdi. Herkesin görüşü geçerli sayılıyor. Bu anlayışın etkisi ‘yeni çağ dinleri’ olarak adlandırabileceğim bazı akımların artmasına yol açtı. Tabii bu akımların birçok türü var ve en çok Amerika’da yaygın. Örneğin bir dönem kıyametten söz etmişlerdi, herkes bir yerde toplanıp kıyameti bekledi. Yine Amerika’da bir tarikat lideri, onlarca insanı topluca intihar etmeye ikna etti. Afrika’da bazı insanları aç bırakma yoluyla öbür dünyayla buluşturan birtakım ideolojiler çıktı. Aslında bunların bir temelinin de olduğunu düşünüyorum. Çünkü hepimizin içinde bir miktar mistik olanı arama ve ‘Başka bir şey olmalı’ düşüncesini taşıma eğilimi var. Önemli olan, bu eğilimin uç noktalara sürüklenmeden, sağlıklı sınırlar içinde tutulması.
Öte yandan ‘yeni çağ dinleri’nin gelişmesinde tıbbın şu anki durumunun da etkisi büyük. Günümüzde tıp büyük ilerlemeler kaydetti, psikiyatri artık eskisi kadar tabu değil ve birçok insan rahatlıkla psikiyatriste gidebiliyor. Ancak istenen düzeyde bir hizmet sunulamadığı için insanlar bu süreçten memnun kalmıyor. İnsanların hastaneye gittiklerinde karşılaştıkları şey kısa muayene süreleri. Dolayısıyla genellikle bir reçeteyle dönüyorlar. Kamu hastanelerinde psikoterapi gibi diğer hizmetlere erişim çok sınırlı ve bu hizmetler dışarıda oldukça pahalı. Bu durum da insanların alternatif arayışlarını artırıyor. Ayrıca psikoterapinin uzun süreli olması da bir faktör. İnsanlar daha kısa sürede mucizevi sonuçlar elde etmek istiyorlar. Psikoterapiye geldiklerinde dahi birkaç öneriyle her şeyin değişmesini, mucizevi bir çözüm sunulmasını bekliyorlar. Oysa gerçek değişim o kadar kolay değil, zor ve uzun bir süreç gerektirir.”
“Her şeyin bir bedeli var, bireyin değişiminin de” diyen Prof. Dr. Hakan Atalay’a göre işlerin yolunda gitmediğini düşünen, kendini iyi hissetmeyen ve sorunlarıyla başa çıkmakta zorlanan herkes önce bir psikiyatrist tarafından görülmeli: “Hayatta tek yol gösterici yol bence bilim olmalı. Başka bir yol insanı gerçekten dalalete ve gaflete götürebilir. Üç gün, bir hafta süren inziva kamplarıyla veya aile dizilimi gibi uygulamalarla sorunlarınızı çözemez, travmalarınızı iyileştiremez, ‘içinizdeki gücü’ keşfedemezsiniz. Ne yazık ki ciddi hastalar genellikle bu tür bilim dışı yöntemlerle oyalandıktan ve dağıldıktan sonra psikiyatriste gidiyorlar.”
Prof. Dr. Atalay ruhsal sorun yaşayanların ilk adresinin bir psikiyatrist olması gerektiğinin altını çiziyor: “Psikiyatristler iyi bir tıbbi eğitimden geçtikleri için kişinin mevcut durumunun biyolojik veya zihinsel kökenlerini doğru bir şekilde analiz edebilir. Örneğin yaşanan sorunun bir tümörden mi, hormonal bir durumdan mı yoksa psikolojik süreçlerden mi kaynaklandığını tespit eder. Aksi takdirde bazı biyolojik durumlar atlanabilir. Örneğin kişi uzun süredir psikoterapi görüyordur ama aslında sorun kafasındaki tümördür ve durum gözden kaçmıştır. Tabii psikiyatrist daha sonra eğer kendisi psikoterapi yapmıyorsa hastayı bir psikoterapiste yönlendirmeli. Çünkü her vaka ilaç gerektirmez.”