Seçim kutuplaşma getirdi: Fransa’da ülke tarihinin en karmaşık parlamentosu
Ertuğrul Özkök seçim sonuçlarını Türkiye'deki Suriyeli ve sonradan vatandaşlık almış seçmen ile yurt dışındaki oyların belirlediği düşüncesinde. 'Bu Erdoğan'ın son dönemi mi?' diye soruyor, 'Artık azınlık gibi değilim, benim de yüzde 50'im var' diyor.
Rahmetli İsmet İnönü, “Tepkilerinizi vermeden 24 saat bekleyin” derdi.
Hayatımda çok dinlemiş ve yararını görmüşümdür bu tavsiyenin.
Ama bazı duygular vardır onları sıcağı sıcağına yazmak insanın en samimi halinin ifadesi olur.
Dün gece seçim sonuçları açıklandığı andan itibaren samimi duygularım şuydu.
Sadece 12 saat bekleyip, hiç sansürlemeden yazıyorum.
(*) BİR: Rahmetli Süleyman Demirel “Hiç bir mazeret başarının yerini tutamaz” derdi.
Çok haklıdır ve bizimki gibi garabet bir başkanlık sisteminde daha da haklıdır.
Çünkü Türk usulü “Güçlendirilmiş Başkanlık Hükümeti” sistemimiz Abba şarkısındaki gibidir.
“Winner takes it all…”
“Kazanan hepsini alır…
(*) İKİ Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin en dibe vurduğu bir anda dün aldığı yüzde 52’lik sonuç nereden bakarsanız bakın onun için bir zaferdir.
Bir “Pirus Zaferidir..” Ama zaferdir.
Dibe vurmuş bir ekonomi…
Yüzde 100’ü geçmiş bir enflasyon. Artık orta sınıfları bile yerlerde süründüren bir hayat pahalılığı…
Felaketlerle sonuçlanmış bir dış politika…
6 milyon göçmene neden olmuş bir dış politika felaketi…
Deprem…
Ve kutuplaşmış bir ülke…
Bütün bunlara rağmen bir seçimden yüzde 52 gibi küçük de bir farkla da olsa galip çıkmak hiç kuşkusuz büyük bir zaferdir.
İçinizden kutlamak gelmese bile taktir edilmesi gereken bir başarı bu…
Yaşadığım Beykoz’un nisbeten varlıklı bölgelerinde dün akşam derin ve mutsuz bir sessizlik varken, onun etrafındaki yoksul kesiminde ise havai fişekler patlıyordu.
Türkiye’nin dışardan anlaşılamayacak en çarpıcı çelişkisini bu tablo anlatıyordu.
Tabii bir de popülist rejimlerin yeni gerçeğini…
Ekonomik krizden daha az etkilenen insanlar mutsuz, dibe vurmuş insanlar ise mutluydu.
Bana gelince sonuçtan memnun değilim, ama yine de Türkiye’deki yüzde 50 derin düş kırıklığı ile yüzde 50 büyük coşku arasındaki gri bölgede kalmaya çalışıyorum.
O gri bölgeden gördüklerimi alt alta yazayım.
(*) BİR Cumhurbaşkanı Erdoğan 2 milyon oy farkı ile seçimi kazandı. Bunun sosyolojik anlamı şuydu:
TC sınırları içindeki seçim neredeyse başabaştı. Suriye, Afgan ve ev satın alma yoluyla vatandaşlık almış göçmenler ile Avrupa’nın Almanya, Avusturya, Belçika gibi ülkelerinde yaşayan Türk vatandaşlarının oyu ile ciddi avantaj sağlamıştı bu seçimde.
Cebinde TC kimliğini taşıyan vatandaş vatandaştır ve bunu bir eleştiri olarak değil sadece sayısal bir veri olarak söylüyorum.
(*) Buna karşılık eleştiri olarak söyleyebileceğim bir gerçek var. Bu, benim, ilk oyumu verdiğim 1969 yılından beri gördüğüm en adaletsiz, iktidarın en orantısız güç kullandığı seçimdi diyebilirim.
140 bin caminin imamı, onların kurdukları WhatsApp zincirleri, Devletin ordusunun gemileri, uçakları, tankları, muhalefete oy verecek insanları “Darbeci” olarak suçlayan bakanlar, paralı asker şirketlerinin “Gaza” çağrıları, tehditleri, devletin örtülü ödenek ve açık ödenek imkanlarının sonuna kadar kullanılması, kanallarını aynı anda iktidar liderine açan 29 özel televizyon kanalı, halktan topladığı parayla işlettiği kanallarını sadece iktidara açan bir TRT, Rusya doğal gazı ve Katar’ın finansal yardımları…
Bütün dünyada “Serbest oy, adaletsiz seçim” kavramının ortaya atılmasına yol açan bir seçim oldu bu.
Yani tarihimize övünülecek bir seçim olarak geçmeyecek.
(*) İKİ Gelelim siyasi tablonun öteki boyutuna…
14 Mayıs seçiminde AKP’nin aldığı oy yüzde 35’dir.
Bunun anlamı da şu:
Eğer başkanlık sistemi olmasaydı Erdoğan bugün kendisine bir koalisyon ortağı arıyor durumda olacaktı.
(*) ÜÇ Ama başkanlık sisteminin sosyolojik tablosuna bakarsak.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tam ortasından ikiye bölünmüş durumdadır.
Bunlar yüzde 52’si Erdoğan’a, yüzde 48’i Kılıçdaroğlu’na oy veren insanlardır.
Neticede bu ülkede ne kimse tek başına “Çoğunluk”, ne kimse tek başına “Azınlıktır…”
DÖRT Ülkemizin sosyolojik tablosu ise şudur:
(*) Her üçümüzden biri AKP’li…
(*) Her dördümüzden biri CHP’li,
(*) Her 9’umuzdan biri eski HDP, yeni Yeşil Sollu,
(*) Her 10’umuzdan biri MHP’li
(*) Her 10’umuzdan biri İyi Partili
(*) Her 5’imizden biri de “Tepkici” denilen kişileriz.
Güçlendirilmiş Başkanlık sistemine geçişten sonra ortaya çıkan üç gerçek şu:
(*) AKP ve Erdoğan Parlamenter sistemde çok daha başarılıydı.
(*) Bu sistem büyük partileri yüzde 1’lik marjinal partilerin kölesi haline getirdi.
(*) Ülkeye en büyük zararı ise çok derin ve tehlikeli bir kutuplaşmaya yol açması oldu.
Bu tablo hiç birimize “Ben bu ülkenin efendisiyim, istediğimi yaparım” deme hakkı vermiyor.
Bu tablo hiç birimize, bir ötekine “Arkadaş siz şunun şurası kaç kişisiniz” diye kibirle yukardan bakma hakkı da vermiyor.
Yani hepimiz sevinelim.
Bu ülkede hiç birimiz azınlık değiliz.
Ama hepimiz şunu da bilelim.
Suriyelilerin ve yurtdışında yaşayanların oyları bizimkinden daha belirleyici.
Bu ülkede ezelden beri halledemediğimiz, adı konmamış bir “Sünni-Alevi” meselesi vardı.
Bu seçimde seccadeler havada uçuştu. 140 bin caminin imamı, Diyanet, siyasetçi kampanya boyunca bu konuyu alttan alta kullandı.
Ama buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarının Kılıçdaroğlu’na oy veren yarısı buna itibar etmedi.
Hepimiz için övünülecek bir şeydir bu.
Belki de ezelden beri çözemediğimiz mezhep meselesinin aşılmasında en önemli çizgiyi geçtik bu seçimde.
(*) Bu seçim AKP ve Erdoğan’ın, Türkiye’nin, Karadeniz dışındaki sahillerinde ve büyük metropollerde 2017’de başlayan gerilemesinin artık geri dönülmez hale geldiğini bir kere daha gösterdi.
“İstanbul ve Ankara’yı kaybeden Türkiye’yi kaybeder” diyorlardı. Şimdi denklem “Külliye’yi kazanan, büyük şehirleri kaybetse de Türkiye’yi Yönetir’e” dönüştü.
(*) Bu seçimin bir başka övünülecek tarafı da şu.
İktidar uçak gemisi, SİHA, tank ve askeri jetle kampanya yaptı.
Muhalefet ise kalp ve barış işaretiyle cevap verdi.
Neticede savaş silahları ile yapılan kampanya daha etkili oldu.
Ama kardeşliği barışı sevgiyi savunan politika da halkın yarısının oyunu aldı.
Bu da ilerisi için umut verici bir şeydir.
(*) Türkiye’de muhalefet bu seçim kampanyasında yeniden konuşmaya başladı.
Neşesini, mizahını yeniden buldu.
Akdenizliliğini yeniden keşfetti.
Şimdi Erdoğan’ın son dönemi başlıyor.
En geç iki yıl sonra ya “Erdoğan’dan sonra kim gelecek” konusunu tartışmaya başlayacağız.
Ya “Anayasayı değiştirip, iki defa seçilme şartını kaldıralım” denip “Ölünceye kadar Türkmenbaşı” sistemine geçmeyi veya “Yeniden parlamenter sisteme dönmeyi ” konuşacağız. Parti içinde Erdoğan sonrası liderlik savaşı başlayacak.
(*) Bu dönem için Erdoğan’ın en büyük şansı nedir diye sorarsanız benim cevabım şudur:
Başkanlıkta ikinci ve son dönemi olması.
Bu da ona, o endişesi olmadan her alanda daha cesur ve gerçekçi davranma imkanı sağlayabilir.
Halkın bugün mutsuz olan yüzde 50’sini tekrar kazanma rahatlığı verebilir.
Biliyorum otoriter ruhların barışçı bir mooda girmesi kolay değildir.
Ama unutmaması gereken bir şey var.
Seçim öncesi halka çok şey vadetti.
Suriyelileri göndereceğini söyledi.
Artık üst orta sınıfları bile perişan eden hayat pahalılığını önleyeceğini söyledi.
Şimdi 85 milyonluk bir Türkiye’nin bu çok ağır sorunlarından oluşan gerçekle karşı karşıya…
Arkasında ise yüzde 35’lik bir AKP ile Suriyeli ve dışarda yaşayan Türklerden oluşan 2 milyonluk bir oy farkı var.
Diyeceksiniz ki Amerika, Fransa, Brezilya da böyle yönetiliyor.
Doğru…Ama demokrasileri, kurumları, medyaları, bağımsız yargıları, İnsan Hakları da var…
Merak ettiğim tek şey şu.
Eğer seçimden önce vadettiği “Son dönem” konusunda samimiyse;
Bu dönemde halkının kendine oy vermeyen kesimi ile barışacak mı…
Bana gelince …
Bu seçimin hepimiz açısından en olumlu tarafına gelince…
Evet seçimden belki daha da kutuplaşmış olarak çıktık ama ortaya çıkan tablo toplumun hiçbir kesimine “Sen çoğunluksun, ötekiler azınlık” deme hakkı vermiyor.
Hayatımda hiçbir zaman çoğunluk gibi bir meselem olmadı. Öyle bir duygu hissetmedim
Ama seçimden çıkan tabloya bakınca öyle hiç de azınlık olmadığımı da görüyorum.
Üzerime çevrilen kibirli parmakların “Siz bir avuç Beyaz Türksünüz” nobranlığını elimin tersiyle itip attım üzerimden.
“Sen kaç kişiysen ben de o kadarım” diyebileceğim bir kalabalıktayım artık.
Herkesin de kendini böyle hissedebileceği bir tablo bu.
Erdoğan için çok zor kazanılan bir seçim oldu bu. Ucu ucuna kazanıldı.
Ama kazandı.
İşte bu duygularla yeni Cumhurbaşkanını kutluyor, önümüzdeki bu fevkalade zor 5 yılında başarılar diliyorum.
Artık 70 yaşına geliyor..
Benim yaşlarıma doğru giderken, içindeki öfkeleri atmayı, halkın geriye kalan yüzde 50’sinin de gönlünü almayı başarabilir mi bilmiyorum.
Ama şunu çok iyi biliyorum. Bunu başarabilirse, son dönemini çok daha huzurlu ve mutlu tamamlayacaktır.