Yayın ekranı… Keyifli bir spor maratonu
Şampiyonlar Ligi finalinde imkânları rakibine göre kısıtlı, oyuncu kadrosu daha az yetenekli isimlerden oluşan Dortmund, Real Madrid gerçeğine boyun eğdi. Sonuç olarak zengin takımlar eninde sonunda galip geliyor ve dön dolaş onlar şampiyon oluyor.
Futbol son derece zevkli bir oyun… Lakin ‘endüstriyel’ takısını aldıktan (ki bu yeni bir durum değil elbet) eski zevkinin değil ama eşitlik, adalet ve rekabet özelliklerinin bir hayli uzağında seyrediyor. Hele ki oyunun Avrupa kıtasındaki (aynı zamanda bütün dünya sathındaki) en önemli vitrini konumuna sahip ‘Şampiyonlar Ligi’nde bu durum her daim kıyıya vuruyor. Maçlarda teknik, taktik, strateji, mücadele azmi vs. etkili oluyor ama asıl etkin yan sermayeler… Zengin takımlar (ya da zenginlerin yönettiği takımlar) eninde sonunda galip geliyor ve dön dolaş onlar şampiyon oluyor…
Dünkü finalde de imkânları rakibine göre kısıtlı, oyuncu kadrosu daha az yetenekli isimlerden oluşan Dortmund, Real Madrid gerçeğine boyun eğdi ve kupanın sahibi İspanyollar oldu. Tabii şunu söyleyebilirsiniz; bu organizasyonun başlangıcı da böyle değil miydi? Evet, öyleydi… Vakti zamanında kadroda Di Stefano’lar, Kopa’lar, Gento‘lar, Puskaş’lar vardı ve Franco’nun takımı beş sezon üst üste o zamanki adıyla Şampiyon Kulüpler Kupası’nın domine etti. Sonra araya nispeten demokratik hamleler (!) girdi; Portekizliler, İtalyanlar, İngilizler, Hollandalılar, Almanlar girdi. Günümüzde ise mesele kupaları İspanyolların, daha doğrusu Real Madrid’in alması değil, sermayenin her şeye hâkim olması ve eninde sonunda maçları Almanların değil zenginlerin takımlarının kazanması.
Durum böyleyken dün yine de kimi futbolseverlerin kalbinde yatan aslan elbette Borussia Dortmund’du. Nihayetinde Sarı-Siyahlar oyunun ruhuna ve güzelliğine katkıda bulunmuş, halen de bulunan, gencecik fidanları bulup boy attıran ve yukarıda bahsi olunan zengin kulüplere yollayan bir sistemin ifadesiydi. Rakipte yer alan bu sezonun ışıldayan yıldızı Bellingham mesela, eski bir Dortmund oyuncusuydu. Kendi kadrosunda ise Hummels Bayern görüp geri gelmiş, Emre Can (Klopp’la birlikte) Liverpool’a yollanmış ardından yeniden Sarı-Siyahlılara dönmüş, Sancho da Machester United dönemi yaşadıktan sonra eski yuvasının yolunu tutmuş bir isimdi. Lakin ne onlar, ne belli bir yaştan sonra açılan Full-krug, hızlı sol açıkları Adeyemi, zaman zaman verimli Avusturyalı Sabitzer (o da Manchester görmüş bir isim) dün çare olmadı.
Edin Terziç ve öğrencilerinin dün yapacağı tek bir hamle vardı; en iyi savunma hücumdur. Nitekim onlar da bu hamleye sığındılar ve özellikle ilk yarıda Adeyemi, Fullkrug ve Sabitzer’le üç önemli pozisyondan yararlanamadılar. Bütün bu hamleler ve görüntü bizi şu noktaya taşıdı: ‘Atamayana atarlar, bu maçı Real kesin kazanır.’ Mor Menekşeler’ ilk tehlikeli atağını son maçına çıkan Toni Kroos’un 49’daki frikiğiyle buldu. Bu kıpırdanışlar elbette maçın sonuna doğru Ancelotti ve talebelerinin vitesi arttıracağı anlamına geliyordu ve nihayetinde önce uzaklaştırılamayan bir topta kazanılan kornerde kafasını kullanan Carvajal’ın, sonlara doğru da Maatsen’in yanlış pasına değerlendiren Vinicius Jr’un sayılarıyla Real Madrid 18’inci kez çıktığı Şampiyonlar Ligi finalinde 15’inci şampiyonluğuna ulaştı…
Başka ne söylenebilir? Bu yakadan bakıldığında tabii ki finaldeki ‘bizimkiler’i anmadan olmaz. Nuri Şahin kulübedeki ikinci isimdi. Salih Özcan oyuna dahil olmadı ama kadrodaydı. Ve tabii ki Arda Güler… Ah be Ancelotti, ne olurdu çocuğumuzu soksan oyuna, kazanacağın zaten belli, az biraz onu da görseydik sahada. Neyse, önümüzdeki finallere…
Ve son olarak bu yazının konusu değil ama değinmezsem büyük eksiklik hissederim. Dortmund seyircisi, onların oyuna olan tutkusu, ‘Sarı Duvar’ gibi oluşumlarıyla günümüz futbolunun önemli merkezlerinden, gönül çelen unsurlarından. Lakin Borussia Dortmund yönetimi yakın bir zaman önce silah üreticisi firmalardan Rheinmetal’le üç yıllık sponsorluk anlaşması imzaladı. Bu durum elbette tartışmalara neden oldu, çünkü bu firma bildiğim kadarıyla İsrail’e silah temin eden şirketlerden. Ayrıca şöyle bir durum da var; bu bir Bundesliga kulübünün Alman savunma sanayi şirketiyle yaptığı ilk anlaşmaydı. Dortmund’un CEO’su Hans-Joachim Watzke konuya ilişkin yaptığı açıklamada güvenlik ve savunmanın Alman demokrasisinin mihenk taşları olduğunu belirterek durumu normalleştirmeye çalıştı ve bizatihi bu durumun ‘Yeni normaller’den biri olduğunu söyledi.
Söz konusu anlaşma Sarı-Siyahlılara gönül veren birçok kişinin maç öncesi tarafını değiştirmesine ya da İspanyol devine göz kırpmasına yol açtı. Örneğin Gary Lineker, 31 Mayıs’ta attığı tweet’te bu haberi alıntıladıktan sonra “İlk kez Şampiyonlar Ligi finalinde Real Madrid için tezahüratta bulunacağım” dedi. Gerçi ona bu tweet’inin ardından “Sen de insan haklarını askıya alan Katar’dan promosyon faaliyetleri için niye para aldın?” türünde eleştiriler yapılmış ama buradaki asıl mesele Lineker değil, Dortmund’un yaptığı anlaşma… Bu arada yine twitter’a göz attım, kimi Dortmund taraftarları da anlaşmayı protesto edip yönetime tepki gösterirken “Filistin’i destekliyorum, bu anlaşmaya karşıyım ve hâlâ Dortmund taraftarıyım” türünden görüş belirtmişler.
Velhasıl dün günümüzün sorunlu ilişkilerinin eşlik ettiği bir gösteri vardı Wembley’de. Ben yine de Dortmund kazansaydı sevinir ama yine de yukarıdaki notları düşerdim diyerek son noktayı koyayım…