Dursun Özbek: Ligden çekilme Fenerbahçe’nin iç işidir
Molde maçı aslında Galatasaray'ın ve bir anlamda Süper Lig’in eksik dikişlerini gösteren önemli bir ‘simülasyon’du. Geçen sezonun şampiyonu, futbolun modern tablosunda ön sıralarda çok da önemli yer işgal etmeyecek bir takıma karşı iyi bir sınav veremedi.
Galatasaray Şampiyonlar Ligi’nde gruplara kalmak için önündeki tek engel konumuna sahip Molde karşısında deplasmandaki ilk maçta oyun olarak kötü bir görüntü çizse de Arjantinli Icardi’nin maharetleri ve Uruguaylı file bekçisi Muslera’nın kurtarışlarıyla 3-2’lik çok önemli bir galibiyet aldı ve İstanbul’a avantajla döndü.
Sezon başından bu yana oynadığı ‘resmi’ etiketli dördü Şampiyonlar Ligi, ikisi Süper Lig olmak üzere toplam altı maçta çok da ikna edici bir oyun ortaya koyamayan ama kadro kalitesinin yanı sıra aynı sıklette olmayan rakipleri dolayısıyla en azından skor anlamında durumu kurtaran Galatasaray, dün yedinci ‘resmi’ adımında sanırım en zor sınavını verdi… Dünyanın en önemli futbol vitrini konumundaki ‘Devler Arenası’nda yer almak için önünde tek engel ve iki maç bulunan Sarı-Kırmızılılar İskandinav deplasmanında zor derece dişli, dinamik ve oyunu dikene oynayan bir rakip buldu karşısında. Norveç futbolunun klasiklerinden Molde, oyuna top, atak ve fizik kalite üstünlüğünü yansıtarak başladı. Kuzey temsilcisi Okan Buruk’un takımını futbol olarak ezerken çok erken dakikalarda, 8’de Erlingsen’in kafasıyla bulduğu golle de öne geçti. 13’te Eikrem’le farkın ikiye çıkması içten bile değildi ama gününde olan Muslera takımını ayakta tutacağının ilk sinyalini verdi ve meşin yuvarlağı kornere gönderdi.
Bu boğucu pres karşısında çok da çözüm üretemeyen İstanbul temsilcisi 25’te Yunus vasıtasıyla kazandığı frikikte Oliviera’nın vuruşunun rakibe çarpıp kaleciyi yanıltmasıyla beraberliği sağladı. Derken dört dakika sonra Yunus’un adrese teslim pasında Icardi klasını gösterdi ve Sarı-Kırmızılıları 2-1 öne geçirdi. İlk yarıda Molde’nin baskılı oyununa rağmen Galatasaray’ın bulduğu iki golün yanı sıra Mertens’in kaçırdığı net bir pozisyonu ve Yunus’un VAR’a takılan golü vardı. Bu tablo mücadelenin geri kalan bölümü için de konuk ekibe umut vaat ediyordu.
Lakin karşılaşmanın ikinci yarısı da ev sahibinin bunaltıcı oyunuyla başladı ve girilen gol pozisyonlarından birinde, 56’da Haugen’le beraberliği yakaladılar. Sonrasında abluka sürdü, sıktıkça sıktılar ama son vuruşlarda gerekli beceriyi gösteremediler, artı Muslera kalesinde devleşti ve gole izin vermedi. Derken sonlara doğru Icardi bir kez daha sahne aldı, golcülüğünün yanı sıra asist özelliğinin de ne denli gelişkin olduğunu hatırlattı ve Midtsjo’ye verdiği pasla “Kuzey’in cehennemi ortamı”nı mutluluğa çeviren golün atılmasını sağladı.
Sonuca bakmayın (tıpkı önceki maçlarda olduğu gibi), dün Galatasaray kötü bir oyun ortaya koydu. Uruguaylı eldiven takımını ayakta tuttu, Icardi klasını gösterdi ve 3-2’lik inanılmaz galibiyet geldi (ben dünkü maçı yıllar önce Gelsenkirchen deplasmanında 3-2 kazanılan Schalke zaferine benzettim ama o mücadelede oyun olarak bu denli tutuk ve nefessiz değildi Galatasaray).
Şampiyonlar Ligi arenasında çok sağlam orta sahalara ihtiyaç duyulduğunu yedisinden yetmişine bütün futbolseverler bilir. Galatasaray’ın da Mertens, Oliviera ve Berkan gibi kapasiteleri belli oyuncuların yerine omurgaya yeni ve dinamik isimleri oturtması gerekirken bu hatta Torreira’nın yükünü hafifletecek isimleri ya geç bulması ya da bulunan oyuncuların bir an önce kadroya monte etme konusundaki yavaşlık Molde serisinin kaybedilmesine ve Devler Ligi hayalinin sona ermesine neden olabilirdi. Hoş, hâlâ ortada kesinleşmiş bir durum yok; Kuzeyli rakibin İstanbul’da da benzer bir direnci ve mücadeleci ruhunu göstereceği kesin ama taraftarının da desteğiyle futbolun bu büyük arenasında Galatasaray’ın yer bulması daha mantıklı bir ihtimal…
Dünkü maç aslında Sarı-Kırmızılıların ve bir anlamda Süper Lig’in eksik dikişlerini gösteren önemli bir ‘simülasyon’du. Geçen sezonun şampiyonu, futbolun modern tablosunda ön sıralarda çok da önemli yer işgal etmeyecek bir takıma karşı iyi bir sınav veremedi. Ait olduğumuz coğrafyada yıldız oyuncular sonucu ve ligin kaderini belirliyor ama o yıldızlarla dolu takımlar oyunun sert ve mücadeleci ikliminde kendilerini hatırlatacak yan karakterlerle donatılmadığında dün izlediğimiz gibi takım kimyaları kırılgan, çok çabuk dağılabilir bir görüntü veriyor. Galatasaray daha gruplara kalmadan ikinci hatta üçüncü sınıf bir kimliğe sahip Molde karşısında fizik olarak fazlasıyla zorlandı. Umarım dünkü maç Sarı-Kırmızılıların bu yöndeki eksiklerine ilişkin verdiği ‘error’lerle özellikle teknik kadro için uygulamalı bir derse dönüşür. Hoş, Kerem Demirbay’ın bir an önce ana iskeletle kaynaşması, Tete’nin sağ kanata özel bir işlev kazandırması artı nefesi sağlam orta saha profili durumu kurtarır elbet.
Dünkü maça ilişkin birkaç notla bitirelim: Geçen sezon genel olarak Kerem Aktürkoğlu, Trabzonspor maçında Kaan Ayhan, dün de Yunus Akgün; en önemli unsurun topun uygun pozisyonda Icardi’yle buluşturulması olduğunu gösterdiler. Son vuruş onun işi; doğru pas geldiğinde ‘Tangocu’ kapıyı çaldıkça çalıyor… Yukarıda da belirttiğim gibi Muslera dün takımı ayakta tuttu ama topu ayağıyla oyuna sokarken aynı düzeyde başarılı değildi, vuruşları rakibe gitti ve anında karşı atak olarak geri döndü. İkinci golde Angelino-Kerem hattının ne kadar dayanıksız ve rakip için ne denli elverişli olduğunu gördük, bu konuda da bir çözüm üretilmesi gerekli. Boey’nin de “Neşe’nin kepek sorunu”vari bir ‘orta sorunu’ var ve bir türlü çözemiyor; halı saha kariyerinde en önemli vasfı adrese teslim orta yapmak olan naçizane benim gibi bir amatörün (!) bile üstesinden geldiği meseleyi bu denli başarılı bir sağ bek niye çözemiyor, gerçekten anlamıyorum! Yunus Akgün ise giderayak çarpıcı bir resital sundu, attığı golün başlangıcında Mentens o gereksiz faulü yapması geceye olan katkısı daha da görkemli olacaktı.
Son bir not da Avrupa arenası nedeniyle maçları erteleyen kültüre… Siz bu oyunun ruhunu, dinamiğini, sevdasını hiç anlamamışsınız. Çok değil, birkaç hafta önce deplasmandaki Olimpija Ljubljana randevusu için düzenlenen basın toplantısında Dries Mertens şunları söylemişti: “Haftada iki gün oynamaya alışkınım. Geçen sezon haftada tek gün oynamak garip gelmişti. Napoli’de her zaman sezonda haftada iki maçımız oluyordu. Tekrardan bu tempoya girmek istiyorum.” Bir yanda 36.5 yaşındaki oyunun gerçek emekçisi, bir yanda durumu kurtarmak için gereksiz bir koruyuculuğa soyunun futbolun yöneticileri. Konuyu şuraya getireceğim; her maç hem yeni bir deneyim hem de takım kimyasının, uyumsuz parçaların bir an önce uyumlu hale gelmesi için uygun bir pratiktir. Dolayısıyla örneğin Galatasaray’ın daha işler bir yapıya bürünmesi için daha fazla maça ihtiyacı var. Erteleme hamlesi ise takımın dinamiğini bir an önce bulma çabasını, gayretini gereksizce öteliyor. Ama bizim buralarda futbolu akıl değil duygular yönettiği ve bütün hamleler günü kurtarmaya yönelik olduğu için ‘çatlak’ seslerden ziyade ‘Oyna, devam’ zihniyeti hükümranlığını sürdürüyor…