Galatasaray’da Florya kavgası yeniden hararetlendi
Galatasaray, 3-2’nin rövanşında tıpkı ilk randevuda olduğu gibi oyun olarak ezildiği maçta Young Boys’a 1-0 mağlup olarak Şampiyonlar Ligi rüyasına veda etti. Okan Buruk daha önce olduğu gibi ‘sistem takımları’na karşı çözüm üretememe halini sürdü.
Evet, dün RAMS Park dahilinde kâbus gibi bir gece yaşandı ve Galatasaray için Şampiyonlar Ligi rüyası erken bitti. Geçen sezon üç aşamalı ve altı maçlı sınavı başararak uzandığı yere bu kez tek aşamada ve iki maçta erişemedi Sarı-Kırmızılılar. Okan Buruk ve talebeleri için günümüz futbolunun en önemli vitrininde yer almak için aşmaları gereken viraj İsviçre şampiyonu ‘Young Boys’tu. Daha ilk maç oynanmadan ısrarla küçümsenen Sarı-Siyahlılar ne denli çetin ceviz olduklarını Bern’deki randevuda göstermişti. Ama buna rağmen iç saha avantajı, büyük bir taraftar desteği derken ikinci maçta 3-2’lik dezavantajın üstesinden gelineceği hissini genele vermişti. Lakin son derece uzun boylu, fiziksel açıdan üstün bir yapıya sahip ‘Saatçiler’ rövanşta da aynı çizgiyi korudu ve Galatasaray’ı oyun olarak sürklase ederek turu ve Şampiyonlar Ligi’ne hak etti. Dolayısıyla sekiz maçlık ‘kombine’yi de cebe koydular.
Buruk deplasmandaki mücadelede ikinci yarıda sonuç alan 11’in formatını koruyarak çift forvetle başladı maça. Kâğıt üstünde ‘ofansif bir takım’dı bu. Ne var ki iş pratiğe gelince ilk düdükten itibaren İsviçre temsilcisi oyunun hâkimi oldu, neredeyse her topu aldı, sağlı sollu geldi ve sadece Kerem Aktürkoğlu’nun dömivolesi dışında etkili olamayan ev sahibini ilk maçta olduğu gibi darmadağın etti. Daha ilk 15 dakikada Young Boys’un kullandığı korner sayısı beşti. Bence bu veri bile maça ilişkin çok şey söylüyor. Özetle ‘ofansif takım’ görünen takım defansif oynamak zorunda kaldı ve ilk yarı 0-0 biterken herkes “Allah korudu, şans yanımızda” diyordu.
Evet, futbolun Tanrıları kötü oyuna rağmen Sarı-Kırmızılılara ve teknik direktörü yine de bir şans tanımış, “Çıkıp ikinci yarıda oynayın, turu kazanmak ya da karşılaşmayı uzatmaya götürmek sizin elinizde” demişti. Lakin tablo değişmedi, hoş ikinci devre Galatasaray ilkine göre daha iyi göründü ama yine de galip geleceğine dair bir hissiyatı ne tribünlerdeki binlere ne de ekran başındaki onca taraftarına geçirdi. 61’deki rakibin direkten dönen topu aslında son bir uyarıydı ama yine de görmezden gelindi. Galatasaray sanki golü bir tesadüf eseri bulacak gibiydi ama bulamadı. Final bölümüne bütün etkisizliğine rağmen ‘Son bir hareket yapar yine de golü bulur’ düşüncesiyle maç boyu oyunda tutulan Icardi’nin işte o beklenen son darbeye yöneldiği ama meşin yuvarlağın hedefini bulmayarak konuk takım için kontraya dönüştüğü pozisyon nihayetinde golle sonuçlanınca işin rengi netleşti. Bu kötü oyunla turu geçmek zordu ama yine de futbolun doğasında olan şans faktörü ev sahibinin yanında olabilirdi ama doğruyu söylemek gerekirse hak eden kazandı.
Peki niye böyle oldu, bütçe olarak kendisinden kat kat alt seviyede bir takıma elenerek yaşanan bu büyük hayal kırıklığının yanı sıra maliyeti çok yüksek bir travmanın faturası kime kesilmeli? Elbette öncelikle yönetime… Evet, yıllardır takımın sorunlu bölgelerinde gerekli tamiratı gerçekleştirme yerine sürekli top çeviren, geç hamleler yapan, transferleri bir an önce takıma katmayan yönetim ilk elde suçludur. Sonra da tabii ki Okan Buruk… Geçen sezon yaşadığı kötü tecrübelerden bir türlü ders almayan, sert ve dinamik takımlara karşı çözüm üreten bir oyun planı ortaya koyamayan; daha önce de defalarca yazdığım gibi geçen sezon Molde, Kopenhag, Sparta Prag, Fenerbahçe gibi takım oyunu ön planda olan ekiplere karşı sürekli boyun eğen bir takımın makus talihini (!) değiştiremedi. Bu mantaliteyi Young Boys serisinde de gördük. Ki bu meseleye ilişkin son basın toplantısında kendisine yöneltilen son derece doğru bir soruyu başka sulara taşıyarak geçiştirdi ama dün problemin gün gibi ortada olduğunu bizatihi gördük. Özetle sistemli takımlar, Buruk’un yıldızlarla dolu Galatasaray’ını her daim yendi… Ama ben asıl olarak bu turdaki sorunun biraz da tıpkı yıllar önce Dünya Kupası 2006 bileti için ‘Play off’ oynadığımızda Fatih Terim’in dersine çalışmayarak ve rakibi küçümseyerek ilk maçtaki 2-0’lık mağlubiyet sonrası rövanşı 4-2 kazanmasına turnuvayı gitmemesine benzettim.
Hoş dün o rövanştaki gibi rakibi dövmedik en azından (!) ama dersine çalışmama meselesi bence Okan Buruk’a da sirayet etti. Hadi diyelim ilk maça hazırlanamadın ama ya ikinci maç? Dünkü oyunun ve Young Boys karşısında çaresiz kalmanın teknik direktör imzalı bir reçetesini dün hiç göremedik.
Sonuçta tek tek yıldızlarıyla dikkat çeken ama fizik kalitesi yetersiz bir Galatasaray, takım oyunu oynayan rakibi karşısında iki maçta da ezildi.
Nihayetinde şunlar bize günümüz futboluna ilişkin çok net şeyler söylüyor: Hakim Ziyech gibi durarak oynayan isimlerin neden Avrupa’nın üst liglerinde tutunamadığına bir kez daha şahit olduk; geçen sezon Manchester’a attığı goller bir bahane olmasın, orada Onana gibi bir maden vardı! Keza Icardi’de de benzer bir durum var; dün Avrupa futboluna göre ikinci sınıf tanımındaki bir takımın son derece dinamik, atletik defans kurgusu içinde kaybolup gitti. Sara’ya ilişkin yargıda bulunmak için çok erken ama bence aranılan çare değil. İç sularda iş yapabilir ama takımın standartlarını bir üst çizgiye taşır mı, pek sanmıyorum… Mertens’e gelince zaten geçen sezon futbolu bırakıyordu ama son dönemdeki performansıyla ‘intikaları’ daha da uzattı! O da tecrübesiyle iç sularda takımı taşıyabilir ama daha önce de belirttiğim gibi Avrupa cephesinde bütün bir maçı çıkarması zor gibi…
Sonuç? Futbolun en çekici, en zevkli, en ilgi gören sahnesinde bu sezon bir Türk takımı yok. Geçen sezon biri 102, diğeri 99 puan alan ve rekorlara imza atan iki ekip de kendilerini bu arenaya atmayı başaramadı. Bu durum aslında futbolumuz adına bize çok şey söylüyor. Anlamak isteyenlere tabii ki…
Son olarak bunu yazmazsam olmaz diye düşünüyorum. Her yenilgide mutlaka savunma gerekçelerinden birini hakeme fatura eden Okan Buruk’a şunu sormak istiyorum; ilk maçta Almanca konuşan (!) bir hakem için serzenişte bulundu. Dünkü hakem Norveççe konuşuyordu ama anlaşılan yine ‘dil barajı’nı aşamadık! Öte yandan bizim ligde çokça dile getirilen ‘Maç erteleme’ türü dersi kırma hevesinin de pek bir işe yaramadığını dün gördük…
Peki bundan sonrası? Kuşkusuz Buruk’un tahtı sallantıda, lig yarışında yoluna yara almadan devam etmek zorunda. Avrupa Ligi’nde ise en azından sekiz maçlık bir serüven var. Bu iki cephede alınacak sonuçlar kaderini belirleyecek elbet…
Daha geniş bir çerçevede meseleye bakarsak 36 takımlık Avrupa Ligi’nde (Beşiktaş da tur atlarsa) üç temsilcimiz yer alacak, bakalım kimin ufku geniş olacak, bakalım maratonda kim daha fazla mesafe kat edecek? Bekleyip görelim…