Süper Kupa’nın tarihi ve yerini AK Parti İl Başkan Yardımcısı açıkladı
Galatasaray ezeli rakibi Fenerbahçe’yi Kadıköy’de 3-1 mağlup ederek ‘Altıda altı’ yaptı ve liderliğini perçinledi. Bu sonuçla ‘Seçilmiş kişi’ namına sahip Jose Mourinho, Sarı-Lacivertli takımın başında çıktığı ilk derbiden hüzünle ayrılmış oldu.
Futbolun kendisi elbette çok zevkli ama özellikle geçen sezon düşünüldüğünde bir maraton formatlarına sahip lig yarışı sadece iki takım taraftarı için cezbedici ve heyecanlıydı. Çünkü diğerleri ‘yardımcı oyuncu’dan öteye gidemedi. Bu sezon manzaranın değişmesi bekleniyordu ve rekabete futbolumuzun diğer iki büyüğünün de dahil olması kaliteyi ve çekişmeyi bir nebze arttırabilirdi. Lakin ilk virajlar itibariyle dörtlüden Trabzonspor bir tür erken havlu attı ve şimdiki haliyle podyumda ‘Üç İstanbullu’ var gibi.
Bu grup içinde geçen sezonun ‘jönlerinin’ bu sezonki ilk randevusu dün Kadıköy’deydi ve denklemin deplasman cephesinde yer alan Galatasaray, Anadolu yakasına ‘Beşte beş’le geliyordu. Ev sahibi ise geride kalan beş maçtan dördünü kazanmış, birinde de berabere kalmıştı. Dolayısıyla kazanan şampiyonluk koşunun hemen ilk parkurlarında moral motivasyon açısından öne geçecekti.
Malum, Fenerbahçe tarihinde ilk kez bu kadar uzun bir süre ‘Şampiyonluk’ apoletinden uzakta ve bütün gayesi, o bir zamanlar sık sık oturduğu koltuğun yeniden sahibi olmak. Lakin yaptığı bütün hamleler şimdiye kadar bir sonuç vermedi. Bu gidişatın nedeni olarak ‘İyi kadro kötü hoca’, ‘İyi hoca kötü kadro’ gibi gerekçeler öne sürüldü ve nihayetinde takım Jose Mourinho gibi üst düzey bir koça teslim edilirken genel iskelete yapılan aşılarla kâğıt üzerinde ‘İyi hoca iyi kadro’ mottosu teorik olarak gerçekleştirildi. Dolayısıyla makus talihin yenileceği bir sezon hissiyatında Sarı-Lacivertli camia. Dünkü derbiye de ‘mutlak üç puan’ düşüncesiyle çıktılar. Geçen sezonun sondan bir önceki haftası RAMS Park’ta alınan galibiyetle de fazladan bir özgüven de vardı Kadıköylüler cephesinde.
Tartının diğer ucundaki Galatasaray’da teknik direktör Okan Buruk iç sularda destan yazsa da karşılarına ne zaman oyun gücü yüksek ve sert bir futbol sergileyen (özellikle Avrupa patentli) takımlar çıksa tökezliyordu. Dünkü müsabaka teknik kadronun yakın geçmişten ders çıkarıp çıkarmadığını ve sorunlara nasıl çözüm üreteceğini de gösterecekti. Nihayetinde gördük ki Sarı-Kırmızılı cephe dersine çalışmış, sertlik derecesini (lisedeki kimya dersinden aklımda kaldığı biçimiyle sanırım ‘pH değeri’ deniyordu bu duruma!) arttırmış, mücadeleyi kora kor oynama becerisini geliştirmiş…
Maçın genel röntgenine soyunursak mücadeleye fena başlamayan ev sahibi oyunu karşı tarafa yıkmaya ve Sarı-Kırmızılı kaleye yoklamaya çalıştı. Maximin’in hızına, kreatif yanına ve çalım gücünü güvenerek ağırlıklı olarak soldan akan Sarı-Lacivertiler Fransız yıldızın süratiyle rakip savunmaya kart aldırmayı da hedefliyordu. Bu öngörüleri sahada karşılığını buldu ama ataklar golle sonuçlanamadı. Buna mukabil Galatasaray az ama öz geldi ve yüksek verimle istediğini aldı. Torreira’nın her maç denediği ama skora yansıtamadığı uzaktan vuruşlarından biri, ‘direk artı Livakovic’ işbirliğiyle ağları bulunca konuk ekip skor üstünlüğünü ele geçirdi. Sekiz dakika sonra bu kez Osimhen-Mertens işbirliğinde ‘Tenten’ ağları görürken Sarı-Kırmızılar bu ‘Napoliten’ golle farkı ikiye çıkardı.
Devre bu sonuçla biterken Fenerbahçe ikinci perdeye bir an önce bulacağı bir golle başlamayı hedefledi. Lakin bu istek gerçeğe dönüşemedi; konuk takım güle oynaya geliştirdiği bir atakta Sara’nın soluyla yaptığı klas vuruşla Kadıköy’deki soğuk duşun derecesini yükseltti… Dzeko’nun penaltısı ‘Şeref sayısı’nın ötesine gidemedi ve kalan dakikalarda ev sahibinin topla oynama yüzdesinin üstünlüğü, arka arkaya kazandığı kornerler derdine derman olamadı ve son iki sezonun şampiyonu Kadıköy’den üç puanla ve ‘Altıda altı’lık bir seriyle dönmüş oldu. Ligin henüz başında da ezeli rakibinin beş puan önüne geçti.
Jose Mourinho zamanımız futbolunun en belirgin figürlerinden; rekabetçi yapısı ve ‘seçilmiş’ kişiliğiyle her gittiği lige, her gittiği futbol iklimine fazlasıyla farklı renk, tat ve doku katıyor. Çalıştırdığı takımlara ilişkin dokunuşların yansımaları için de portföyüne bakıldığında ne kadar zengin ve ‘kupalarla’ donatılmış olduğunu görüyoruz. Peki bizim coğrafyamızda ne yapacak? Bu sorunun cevabı için tabii ki çok erken ama dün karnesine ilk ‘zayıf’ı düşürdü. Hoş, Kadıköy’deki bu mağlubiyette birinci derecede sorumlu olduğu kanısında değil sanırım, çünkü dün maç sonu röportajında “Saçma bir cevap veriyorum gibi görünebilir ama onlar üç gol attı biz bir ve böyle bir sonuç oldu” diyerek analizini ‘Atan kazandı’yla biçimlendirdi. Lakin bizim seyrettiğimiz mücadelede kontra futbolunu çok başarılı bir şekilde oynayan ve rakibinin bıraktığı geniş boş alanları değerlendiren Galatasaray’ın aslında yakaladığı pozisyonları golle sonuçlandırsa farkı daha da arttırabileceğiydi. Sara’nın başlarda kaçırdığı net pozisyon, Yunus Akgün’ün sürüklediği kontra atakta Osimhen’in değerlendiremediği pozisyon ve yine Yunus’un ofsayttan sayılmayan golü de hesap edildiğinde Sarı-Kırmızılıların çok daha etkin ve verimli bir futbol ortaya koyduğunu görürüz. Fenerbahçe evet oyun üstünlüğüne sahipti ama En-Nesyri’nin son dakikalarda Nelsson tarafından bertaraf edilen hücumu dışında çok da net pozisyonlar üretemedi.
Dün Galatasaray adına Lucas Torriera, Gabriel Sara, Davinson Sanchez ve başlardaki top kayıplarından sonra kalitesini ortaya koyan Dries Mertens çok iyiydi. Fernando Muslera da son derece soğukkanlı ve özgüveni yüksek bir performans ortaya koydu. Barış Alper, Abdülkerim Bardakçı ve Kaan Ayhan görevlerini yerine getiren isimlerdi. Osimhen hareketli yapısı ve dinamizmiyle rakip savunmayı yordu ama fiziksel olarak hazır olmaması nedeniyle çabasını skora yansıtamadı. Nijeryalı yıldızın asistini heba ettiği Yunus Akgün ise sezgilerini kullanarak ofsaytta kalmasaydı oyuna katkısını golle de ‘resmi’leştirecekti.
Daha önceki yazılarımda da defalarca altını çizdiğim gibi Okan Buruk yıldızlarla yoluna devam eden bir kariyer inşa etti Galatasaray serüveni boyunca. Dokunuşlarını en fazla hissettiğimiz maç iki sezon önce Kadıköy’de Galatasaray’ın 3-0 kazandığı derbiydi. Dünkü mücadele de o karşılaşmanın bir benzeriydi. Takım sert oynadı, kora kor mücadele etti, soğukkanlı bir görüntü verdi, rakibinin bıraktığı boş alanları değerlendirdi, erken elde ettiği skor üstünlüğüyle moral-motivasyonu yüksek bir profil ortaya koydu ve nihayetinde Sarı-Lacivertlilere evlerinde 32 maç sonra yenilgi tattırdı.
Mourinho’nun takımında ise en çok dikkat çeken isim Allan Saint-Maximin’di. Lakin Fransız kanatın şöyle bir problemi var; evet, bir çalım ustası ve ne yapacağını kestirmek zor. Ama bu durum rakip kadar takım arkadaşları için de zaman zaman sorun teşkil ediyor, çünkü nihayetinde pas mı verecek, şut mu atacak anlaşılamıyor ve kimi pozisyonlar heba oluyor! Alexander Djiku da takımın sertlik derecesini yükselten ve markaj konusunda ustalık sergileyen bir isim ama sıkça faul yapıyor. Dün de takımının bir atağında Kaan Ayhan’ı çaktırmadan fena yokladı! Mourinho, Ganalı stoperi 67’de çıkararak forveti ikiledi ama pek de sonuç alamadı. Ben Çağlar Söyüncü’nün başarılı bir çizgide seyrettiği kanısında değilim, Rodrigo Becão’nun daha usta, daha işlevsel ve oyun görüşü daha gelişmiş bir savunmacı olduğunu düşünüyorum ama Mourinho geldiğinden beri tercihini Çağlar’dan yana kullanıyor. Dün takımın ‘Balkanlılar’ında Tadic vasat, Dzeko gayretli ama verimsiz, Livakovic de özellikle Torreira’nın golünde şanssızdı. Mert, Oosterwolde, Szymanski de ortalamayı aşamayan isimlerdi. Orta sahayı yüklenen Fred her zamanki gibi gayretli ama ışıltısızdı, İsmail de ancak tek devre sahne alabildi. Portekizli çalıştırıcının sonradan oyuna dahil ettiği isimlerse sonuca katkı veremediler, özellikle En-Nesyri transfer bedeli düşünüldüğünde beklentilere pek de karşılamayan bir çizgide seyrediyor.
Toparlarsak önemli olan Mayıs’lar elbet ama Galatasaray dünkü galibiyetle sonbaharı da mutlu-mesut geçiren bir görüntü sundu… Buruk da üçüncü Kadıköy deplasmanında üç puanı cebine koydu. Böylelikle karnesi de ‘İki galibiyet bir beraberlik’ şeklinde biçimlendi. Mourinho ise dersine pek çalışmadığı, rakibini yeterince iyi seyretmediği ve doğru analizleri yapmadığı izlenimini verdi. Bu arada dünkü mücadelenin heyecan, pozisyon ve ritm olarak geçen sezonki o sıkıcı derbinin izlerini sildiğini de belirtmek lazım…