12 Haziran, İstanbul
Bugün özel bir gün. Berlin’de nasıl olacak da istediğim gibi bir ev bulacağım diye gizliden karar kara düşünürken dostlarım aracılığıyla çok çok hoş, tam istediğim semtte, istediğim büyüklükte bir ev buldum. Bunu Kanat Atkaya aracılığıyla kurduğum bir dostluk sağladı.
14 Haziran, İstanbul
İsrail İran’a korkunç bir hava saldırısı yaptı. Elbette İran da karşılık verdi. Her iki tarafta da ölenler, yaralananlar. Meselenin politik etkenleriyle ilgili değilim hiç. Bunlarla ilgili kim bilir ne kadar çok ‘bilen’ konuşacak, yazacaktır. Bilen bilmeyen diyelim.
Yağmur aradı Berlin’den. Savaşın yayılması ve bir dünya savaşına dönüşmesi olasılığının onu endişelendirdiğini söyledi. Basit bir endişe de değildi bahsettiği, sürekli haberleri takip ediyormuş. Her iki dünya savaşının da insanların, “yok canım bir şey olmaz,” diye diye kendilerini kandırdıkları vakitlerin ardından çıktığını da elbette hepimiz biliyoruz. Ama ülkelerin başlarında bu kadar akıl yoksunu insanların olduğu ve bu akıl yoksunu insanların bu kadar çoğaldığı az zaman olmuştur sanırım insanlık tarihinde. O nedenle ne olacağını bilebilmek, kestirebilmek de mümkün değil galiba.
Edip Cansever okuyorum bu günlerde. ‘Bezik Oynayan Kadınlar’ elimden düşmüyor. Ciddi bir hüzün kaplıyor içimi. Turgut Uyar’la ikisini düşünüyorum. İkisinin o sıkı şair dostluğunu. Yazılanlardan biliyorum, Bebek’te deniz kıyısında ‘Şadırvan’ adında bir bar varmış ve Edip’le Turgut doğrudan Boğaz’a bakan bar tezgahında yan yana oturup birlikte sıkılırlarmış. Turgut Uyar kısa bir otobiyografik metninde şöyle der: “Orada bir adam sıkılmaktadır. O benim işte.”
Berlin Ticaret Bakanlığı ‘TherapiaGroup’ adını kabul etmediğini, danışma merkezinin adının değiştirilmesi gerektiğini söyledi. Biz de ‘TherapiaSophia’ yaptık, kabul edildi. Bilgiyle terapi adını vermiş olduk açtığımız merkeze. Her şey yavaş yoluna giriyor. Berlin’de geçireceğim yalnız günlere hazırlanıyorum.
22 Haziran, İstanbul
İnsanın bazan kendine bile tahammül edemediği günler, zamanlar oluyor. Bırakın yazmayı, düşünmek bile istemediği. Böyle zamanlardan geçiyorum ben de. Kesinlikle bireysel bir bunalım döneminden bahsetmiyorum. Bırakın bunalımı, belki de hayatımda kişisel olarak en iyi zamanlarımı yaşadığımı bile söyleyebilirim. Ama dünyanın içinde bulunduğu durum sanki her iki dünya savaşından önceki duruma o kadar benziyor ki. Yavaş yavaş başka bir ülke daha savaşa katılıyor ve bir başka ülke bunun dünya savaşı tehlikesi içerdiğini anımsatıyor ama ülkelerin aklı bir karış havada liderleri tam bir aymazlık içinde, sosyopatiye varan kişilik bozuklukları doğrultusunda davranmaktan vaz geçmiyorlar ve onlara dur diyecek hiç kimse yok maalesef.
Kendimi iki gündür antidepresanını almayan bir hasta gibi hissediyorum. Canım sıkkın, huzursuzum ama bir neden bulamıyorum bu duygularım için.
Ben de başını kuma gömen deve kuşu misali Kant ve bilinç konusundaki tezimle ilgili okuma yapmaya devam ediyorum. Üstelik bunu çok önemli bir mesele olarak görüp başka hiçbir şeyle ilgilenmeyecek düzeyde. Bilincin ne olmadığını anlamaya çalıştığım bir sürece dönüştü, bilincin ne olduğunu anlamaya çalışma çabalarım.
FluTV’deki ‘Delirmek Normaldir’ serisinin transkripsiyonunu yapıp yayınlamak istiyorum. Güzel olacağını düşünüyorum. Bölümlere bakınca belli bir bütünlük içerdiğini gördüm ve hoşuma gitti bu fikir. Bölümleri birer makaleye dönüştürebilmek ve yarı bilimsel, bir popüler bilim kitabı yayınlamış olurum böylece.
Günün süsü elbette Edip Cansever’den: Bir dedikodu gibi gelişti kış / Dondu belleklerde bir daha unutulmadı.