Sevgili günlük…

12 Mart 2025

1 Mart

Neden artık daha çok kaygılanıyoruz? Bunu kendi hayatımda da deneyimliyorum, her şey benim için kişisel olarak çok daha iyi duruma gelmiş olmasına rağmen. Herkes güvensizlikten, gelecek korkusundan, umutsuzluktan, belirsizlikten bahsediyor. Çaresizlik, çaresizliğin getirdiği motivasyon kaybı herkesin en çok yakındığı şeylerin başında geliyor. “Yaptıklarımı yapmaya devam edeceğim de ne olacak,” diyor insanlar. Benim şu andaki kaygımın kökeni ne acaba? Sanırım çok şey yapmak isteyip hepsine yetişemeyeceğimi düşünüyorum. Sadeleşmek, seçebilmek, ama en önemlisi, galiba, karar verebilmek.. 

3 Mart

Berlin’den oğlum geldi.

5 Mart

Bu akşam ayrılık konuşacağız şiir üzerinden. Geçen haftalarda kar nedeniyle ertelenmişti her şey. Neden bilmiyorum tuhaf hissediyorum kendimi. Deniz’le Başar’ı göreceğim için heyecanlıyım bir tutam. 

Akbank Sanat binasına geldim. 4. kattaki kafedeyim. Programa yarım saat var. Kimse bana bulaşmasın diye, kulaklıklarımda müzik içime kaçtım. Hafta sonları İstanbul dışına gitme fikri…

Suçüstü Dergisine Jo Nesbo ile ilgili bir yazı yazmaya başladım. Onun aşırı sağcı olmadığını göstermeye çalışacağım. Bir eleştirmenin Book News adlı bir dergide böyle bir iddiası var ve bunun doğru olmadığını biliyorum. 

Deniz’le Başar gelmişler, kulistiler. 

Güzel geçti söyleşi. Deniz o kadar canlı, o kadar hazırlıklıydı ki bize pek bir şey düşmedi. Etkileyici sesiyle ne kadar güzel şiirler okudu bize. 

Gülten Akın’ın neden bana yakın gelmediğini çözemiyorum. Şiirlerinin yani..

7 Mart

Uzun hafta sonum başladı. Suçüstü dergisini çıkaran ve kendisi de Karınca Karambolü adlı bir polisiye yazmış olan Alper Kaya’yla buluştum. Birlikte psikoloji dergisi çıkarmaya karar verdik. Adını Therapia diye düşündük ama ben felsefe ve sosyolojinin içinde olduğu insan bilimleri dergisi çıkarmanın daha iyi olduğunu düşünüyorum. 

Yine Doorstep’teyim. Etrafta tanıdığım ve etrafımda olmasının bana iyi geldi birçok tanıdık. Başımı kaldırdığımda, yazmaya ve okumaya ara verdiğimde üç beş kelime edip sohbet edebileceğim insanlarla çevrili etrafım. 

Ne güzel. 

9 Mart

Charlie Tyson 2021 yılında ‘Public Books’ta ‘Kuzey Polisiyesini Kim Öldürdü?’ bir yazı yayınladı. Bu yazının çevirisi 2023 başlarında T24’te de yayınlandı. Kimler ilgilendi bilmiyorum ama ilginç, güzel bir yazıydı. Ama iddialarının bir kısmına kesinlikle katılmadığım ve şiddetle karşı çıktığım bir yazıydı. Türkçe çevirisi de yayınlanınca katılmadığımı düşündüğüm kısımlarıyla ilgili bir yazı kaleme almam gerektiğini düşündüm. Suçüstü dergisi için bu yazıyı hazırlamaya devam ediyorum. Yazı gerçi biraz da Harry Hole’nin daha kapsamlı bir psikolojik analizine ve yazarıyla bağlantılı olarak bir psikodinamik yazar incelemesine dönüyor, yazdıkça.

Bu durumda yazıyı İngilizceye çevirip Public Books’a göndermeye karar verdim. Bunca işimin arasında bunu nasıl yapabileceğimi bilmesem de yapmam gerektiğini düşünüyorum. 

Bugün Pazar. Sabah 07.55. Doorstep’teki mutat köşemdeyim. Barista Mehmet kafeyi açalı yarım saat olmuş. Benden başka müşteri yok. En sevdiğim, en verimli saatler. Yıllardır sabahları gelen müdavimlerin ezberlediği ‘playlist’ yerine Mehmet başka bir şey çalıyor. Shazam’a sordum elbette. Jason Piquette, Drop The Gun adlı parçası. Mutfaktan taze poğaça ve peynirli simitler geldi. Ben filtre kahvemi içiyorum. 

Mehmet psikolojiyi yeni bitirmiş genç bir çocuk. Kariyerini psikolojiyle ilgili bir alanda sürdürmek istiyor. Bildiğim kadarıyla insan kaynakları alanında çalışmak istiyor ama uygun işi bulmak, bulsa da en önemli masraflarını karşılayacak bir maaş alacağı çok şüpheli. 

Ülkede gençler için durum artık böyle. Üniversite mezunu olduğunuzda ilk yıllarda alınan maaşlar üniversite mezunlarının kazandıkları paradan daha az. Eğer ailelerinin durumu iyi değilse, ya aileleriyle oturmaya devam ediyor bu gençler ya da birkaç arkadaşlarıyla birlikte ev tutuyorlar. Öğrencilik yıllarında olduğu gibi. Başka çareleri yok. Belki de bu daha iyidir. Bilemiyorum. Ama ben tıp fakültesini bitirdiğimde aldığım maaşla ev de tutabiliyordum, küçük ve mütevazı da olsa tatilimi maaşımla karşılayabiliyordum. 

Kafeye ilk iki müşteri geldi. Gördüğünüz gibi kendimi müşteri olarak görmüyorum. Biraz gürültülü konuşan iki beyaz yakalı erkek. Heyecanlı heyecanlı birbirlerine işlerini anlatıyorlar. Filtre kahvelerini söylediler, kahvaltılarını ısmarladılar. Her ikisi de otuzlu yaşlarının ortasında. Erkek tipi saç dökülmesi var ikisinde de. Kısacık bu nedenle her ikisinin de saçları. Sakalları bir bir iki haftalık gibi. Kardeş gibiler, estetik burun ve dudaklara sahip benzer yaş kadınların erkek versiyonları bunlar da. Yürüyüş yapmışlar belli. Gri eşofmanları ve gri kapşonlu ‘sweatshirt’leri var. Elbette köpek de seviyorlar. Vegas’ı okşadılar içeri girer girmez. 

Bu yaştaki genç erkeklerin kadın muadillerine görme en önemli farkları daha hızlı ve daha gürültücü olmaları. Evrimsel psikoloji bana oldukça kolaycı ve yüzeysel açıklamalar yapıyor gibi gelir çoğunlukla ama bu yaştaki kadın ve erkeklere baktığımda, erkek ve kadın hayvan türünün tipik özelliklerini görebiliyoruz onlarda – insan bir hayvan türüdür, bu tanım bir hakaret değil yani. Kadın süsleniyor ve mümkün olduğu kadar cezbedici yanlarını gösteriyor ve etrafa çekici bir koku yayıyor. Sakince bekliyor ve etraftaki erkeklerle ilgilenmez görünüyor. Çoğunlukla bir başka türdeşiyle geliyor kafeye, yalnız olmak istenmeyen bir durum çünkü. Ya cep telefonunda bir şeylere bakıyor – çoğunlukla sosyal medya bu – ya da arkadaşıyla sessiz sessiz sohbet ediyor. 

Erkekse burnunu havaya kaldırıp kokluyor, etrafta cazip bulduğu bir koku varsa bağıra bağıra konuşmaya başlıyor. Bütün erkek köpekler gibi belli köşelere – belli, günümüzde önemli olan konularda konuşmaya başlıyor yani – işaretini bırakıyor. Özellikle finans ve yazılım hakkında konuşup Avrupa ülkeleriyle iş yaptıklarını belli eden cümleler kuruyor. 

11 Mart

Sevgili Hikmet (Hükümenoğlu) mutat aylık mektubunda, “kendinin en iyi versiyonu” olmaktan yorulduğundan bahsediyor. Henüz gelmediği halde umutla merhaba diyor ilkbahara. Bizimle yarın yapacağı saplantı konusunu da haber veriyor mektubunda. Tanıdığım en mütevazı iyi edebiyatçılardan biri Hikmet. Hayatı bilen, yalnızca yazarlık üzerinden var olmayan biri, hayatla dopdolu. Sevdiğimi fark ediyorum onu birden. Neden bunu daha önce düşünmediğimi düşünüp kendi kendime şaşırıyorum..

Günün süsü edip Cansever’den: “Özlemim sanadır / Kar yağsın, daha yağsın / Seni andırıncaya kadar.”

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.