Üç sevinç, bir hüzün… Büyük gurur
Demokrasiciliği seviyoruz biz. Ülkenin başındakileri seçerken de mahallenin muhtarını seçerken de… Fenerbahçe’de de öyle oldu. En eski Türkiye kaybetti. Ali Koç kazandı. Yeni bir şey olmadı. Umarım eyleme geçerken yeni bir dünya kurulur.
Türkiye’nin seçimleri var. Hem seçimleri var, hem de ‘seçim’leri… Oy kullanmanın, böylece bir şeyleri belirliyor olmanın inanılmaz haz verdiği ortada. Demokrasicilik oyununu seviyoruz biz. Ülkenin başındakileri seçerken de, mahallenin muhtarını, apartmanın yönetimini de… Sandığı bir ders, hatta bir müfredat gibi görüyoruz. Bazen uyarı oluyor, bazen o uyarı tehdide dönüyor. Bazen yerle bir ediyor, bazen de abad… Ha oy, ha oyun işte…
Ali Koç dün yeniden başkan seçildi. Oyların yine önemli bir çoğunluğunu alarak yaptı bunu. Yüzde 60’ları aştı. Üstelik barış içinde sonlandı seçim. Kimse mağlup olmamış gibi oldu. El ele verilen pozlar her durumda çok önemli. Kötü kaybeden dolu ortalık. İki kötü kaybeden olarak bunu yapmamayı başardılar. Alkışlamak lazım.
Ama her şey toz pembe gitmedi bu süreçte. Daha bir gün önce sosyal medyada bütün oklar onun üzerindeydi. Başkan adayları televizyon tarihinin en büyük reyting hadiselerinden birine imza atarken ortalık yıkılıyordu. Ve her zamanki gibi, herkes ne söylendiğinden çok ne hissettirdiğine bakıyordu. Oturmalar, kalkmalar, iddialar, yalanlamalar ve komplolar vardı gündemde. Bitmek bilmeyen operasyonlar, kökü dışarıda düşmanlar, yine de yılmamalar, ayakta durmalar, yıkılmamalar… Somut vaat az, hamaset doz aşımıydı.
Belki de doğrusu buydu, kim bilir? Sonuçta çok kızgın ve çok öfkeli Fenerbahçeliler. Bitmek bilmeyen bir sıkışmışlık içindeler. Çok güçlü olduklarını biliyorlar, görüyorlar, ama gösteremiyorlar. Bir çıkış lazım onlara. Bir nefes, bir yol, bir kulvar… Bu seçim onu sağlasın istiyorlardı. Ama kırmızı köşe de mavi köşe de yeni değildi. Yeni bir şey göstermedi.
Neyse oydu ikisi de. Ali Koç da Aziz Yıldırım da. Yenilenmiş, yenilikçi, planlı şeyler öne çıkmadı. Takım elbisenin içine zorla sokulmuş, kibar bir salon insanı olmaya itilmiş, aslında bıraksanız kale arkasına koşsa rahatlayacak bir Ali Koç izledik. Yine! Ama Allah’ı var, söylemleri de, politikaları da, vaatleri de daha sağlam basıyordu yere. Pardon, daha iyi ifade etmek lazım. Hiç değilse Aziz Yıldırım’dan daha iyiydi.
Diğer köşede ise eski Türkiye vardı. Ama o bildiğiniz eski Türkiye değil. Daha eski. 90’ların Türkiye’si gibi. ‘Beyaz Torosların’ jargonuyla konuşan, sürekli bir ‘siz bilmezsiniz’ edası, kendi Hallac-ı Mansur’a özendiğini söyleyen ama sanki daha çok öznenin kendisi gibi duran, bu işleri kendi hariç kimse bilmez gibi davranan bir Aziz Yıldırım. Kibrin zirvesi!
Ali Koç kazandı. Belki de kazanması için çıkabilecek en iyi aday karşısında yaptı bunu. Peki yeni dönem için bir umut var mı Sarı-Lacivertlilerde? Hakkını yemeyelim, kulübün ekonomisini iyi götürüyor. Onun dışında Batı cephesinde yeni pek bir şey yok. Söylem değiştirmiş gibi durmuyor. Ve önünde, özellikle de futbolda istikrarlı başarı meselesinde ciddi bir sınav var. Geçmişten ders çıkarmış mıdır? Pek emin değilim. Bildiğinden farklı davranacak mıdır? Ondan da emin değilim. ‘Kötü kaybeden’ yaftasını silebilecek mi? Bunların hepsi flu.
Flu olmayan tek şey Mourinho. Gelecek seneyi de taşıyabilecek kadar iyi kurulmuş ve yeni takviyelerle başarılı olabilecek bir kadro. Bu kadro da Ali Koç’un eseri sonuçta.
Bundan sonra seçme zamanı değil. Seçimler bitti. Eyleme zamanı. Umarız Ali Koç ya nihayet kalfalık dönemine geçecek ve en azından Türkiye’de futbola bir nefes sağlayacak.
Ya da aynı tas aynı hamam. Tek teselli olarak ‘Aziz Yıldırım yeniden gelmedi’ denecek ve Türkiye seçmelere doyamayacak.