Gazze’de 576 bin kişi kıtlıkla burun burunayken İsrail gıda merkezini vurdu
Erdoğan dün "Gerekirse kendimizi yakma vaktidir" diye seslendi. Haçlı-Hilal savaşından dem vurdu. Hakan Çelenk bunu 2012'deki kongreye dönerek yorumluyor ve 11 yıllık yananlar listesi çıkarıyor. Soru şu: Kimin için yanmak? Peki değer mi?
Son bir yıldır, AK Parti standartları için tuhaf sayılabilecek bir değişikliği ilgiyle izliyorduk.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, hem de 14 Mayıs seçimlerinden önce, iç politika ile dış politikayı birbirine karıştırma huyundan bir anda vazgeçmişti. İdeolojik görünümlü çıkışları pek azalmıştı; ta ki Aksa Tufanı gelene kadar. Son grup toplantısında ise daha da ileri giderek eski günlere doğru bir adım attı.
Erdoğan gruptan Türk halkına “Vakit evlatlarımız için gerekirse kendimizi yakma vaktidir” diye seslendi. Gazze’nin kaderinin Türkiye’nin bağımsızlığıyla ilgili olduğunu anlamamızı istedi. Gerçekten öyle mi? Peki yanmaya değer mi?
Böyle bir politika ‘geçerli mi değil mi’ diye geleceği öngörmeye çalışmak verimsiz. Pratik olan geçmişe dönmek. Çünkü aynı politika uygulandı ve sonuçlarını gördük. Bakalım kim yanmış kim yanmamış.
Her yeni politikanın bir harman yeri var mıdır? Eğer varsa, iktidarın bugün yeniden hortlayan politikasının harmanı AK Parti 4. Olağan Kongresi’dir. Yıl 2012’ydi. Ankara Spor Salonu’nda tribünler Ortadoğu’nun tanınmış simalarıyla doluydu. Kongre yerel seçimlere hazırlanma yolunda parti için içtima niteliğindeydi.
Erdoğan konuşmasında “Biz sadece 85 milyonun değil yönünü ülkemize çevirmiş yüz milyonların da umudu olan bir partiyiz” dedi. Tribünlere bakınca gerçekten öyle görünüyor olmalıydı.
Kongrenin baş konuğu, dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi idi. Mursi, Batı dünyası ve Erdoğan’ın birlikte desteklediği Arap Baharı’nda Mübarek’i daha yeni yıkmıştı. Kongrede yaptığı konuşmada “Türk halkına ve yönetimine bugüne kadar bize verdikleri ve gelecekte verecekleri destekten dolayı şükranlarımızı sunuyoruz” dedi.
Mursi 9 ay sonra 2 Temmuz 2013’te darbeyle devrildi. Erdoğan 2014 yerel seçimlerini de kazanırken kürsüde sürekli ‘Rabia’ diyordu. Açıkçası Mursi’nin arkasında 6 yıl sıkı durdu. Mısır’la Türkiye’nin ilişkilerini koparma, Doğu Akdeniz’de kritik mevziler kaybetme, milyarlarca dolarlık ticareti çöpe atma pahasına durdu. Ama işe yaramadı.
Mursi 17 Haziran 2019’da hapiste öldü. İşkence gördüğü söyleniyordu. Aynı günlerde Erdoğan yerel seçim meydanındaydı. “Pazar günü Binali Yıldırım mı diyeceksiniz, Sisi mi” diye soruyordu. O seçimde seçmen Ekrem İmamoğlu dedi. Erdoğan ise geçen şubat Sisi ile buluştu. En son geçen pazar Riyad’da el sıkıştılar. Süreçte yanan Mursi oldu. Erdoğan ise 2014’te cumhurbaşkanı oldu.
2012’deki kongre, katılımcı diğer yabancı konuklar için de uğursuzluklar buluşması gibiydi. Dönemin Kırgızistan Devlet Başkanı Almazbek Atambayev sonradan devrildi ve tutuklandı. Sudan Devlet Başkan Yardımcısı Ali Osman Muhammed Taha, Erdoğan’ın yakın dostu el Beşir’le birlikte devrildi. En son firarda deniyordu. Tunus Nahda Hareketi Lideri Raşit el Gannuşi, Meclis başkanlığı gibi önemli görevler yapsa da geçen Nisan ayında 82 yaşında tutuklandı. Katılımcılardan Mesut Barzani ise bugün bir siyasi mevta.
Evet, uğursuzluk demek batıl inanç sayılabilir. Uğura inanmayanlar, o politika kurulurken ilk düğmenin yanlış iliklendiği sonucunu çıkarabilir. Aslında dünyanın batısında birileri Arap Baharı’ndan çark edince hepsi ortada kaldı. Devam edelim…
Kongrenin diğer popüler konuğu Suriye’nin Şam’da sağladığı korumadan yeni çıkmış Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal’di. Meşal konuşmasında “Bugün biz, onların evlatları ve yarın bizim torunlarımız Mavi Marmara’daki şehitlerinizi de unutmayacağız, unutmayacaklar” dedi. Mavi Marmara, yıllar içinde tazminat karşılığı soğutuldu.
Mavi Marmara dilekleri tutmasa da Meşal Ankara’ya iyi bir iç politika malzemesi bıraktı. Erdoğan seçim meydanlarında dolaşıyor hangi ile gitse o ile uyarlanan sloganı kullanıyordu. Örneğin “Konya neyse Gazze odur” diyordu. Ve sonunda iş o kadar ileri gitti ki Halid Meşal AK Parti Konya 5. Olağan Kongresi’nde bile konuştu. İş ve dış politika ancak bu kadar birbirine karışabilirdi.
Meşal o kongrelerden sonra büyük mevzi kaybetti. Artık sığındığı Katar’dan çıkıp eskisi gibi rahat gezemiyor. Meşal ve Hamas da siyaseten yandı yanacak. Türkiye ise Hamas’ın da kendisini tercih edeceğini düşünerek esir pazarlığında arabulucu olmak istiyor. Erdoğan’ın Hamas’ı destekleyen gür sesi de ayrı avantaj sayılıyor. Ancak devrede sesini yükseltmeyen Katar var.
Geçen sürede Türkiye dünyadan izole olma riskine girdi. Bu bile “Değerli yalnızlık” diye seçmene satılabildi. Yanan, yatırımları kaybeden Türkiye ekonomisi ve 85 milyonluk halkı oldu. Türkiye ile İsrail arasında ilişkiler düzeltilmeye çalışılırken desteklenen dost Hamas’ın Aksa tufanı ile her şey sarpa sardı.
Belki gerçekten Erdoğan’ın dediği gibi kaderimiz Gazze ile bir. Ama geçen 11 yıl göstermiyor mu böyle bir politika dokunduğu herkesi yakıyor.
Pardon herkesi değil. Yanmayan her seferinde seçimi kazanan Erdoğan ve yükselen çevresi oluyor.
Erdoğan grup toplantısında ideolojik söylem yükseltirken “Olay haçlı-hilal meselesidir” dedi. İşte bunu deyince siyaseten tam işe yaramaz hale geliyorsunuz. Ankara’nın talep ettiği garantörlük seçmen önünde havalı görünse de sözden öteye gidemiyor. Öyle olmasa, haçtan hilalden söz etmeyen Katar’ı neden kabul etsin ki Hamas? Şu açık ki Ankara, Hamas için bile işe yaramaz destekçi. Ancak söylem birinin işine yarıyor. O da Netanyahu. Ülkesinde savaşa rağmen muhalefetin ağır baskısı altında. Nasıl da dün gece anında dönüp Erdoğan’ın suçlamalarına yanıt yetiştirdi. Erdoğan’la polemiğin işine yarayacağını düşünüyor. Netanyahu, Erdoğan’la kişisel kavga etme fırsatını kaçırmadı. İkisi arasında bir polemiği açın 2019 seçimi öncesi göreceksiniz. Biraz düşünmek lazım: Nasıl politikadır ki bu rakibinize vurup kazandırıyor, dostunuza yaklaşıp kaybettiriyor? Ne İsa’ya ne Musa’ya hatta Hamas’a bile yaranamamak bu mudur?
Erdoğan sert grup konuşmasında İsrail’e terör devleti dedi. Aynısını kelimesi kelimesine 2001’de dönemin başbakanı Ecevit de demişti. Kıyamet koptu. Bugün ise Netanyahu’yu şahsen hedef almasa Erdoğan’a bir yanıt bile gelmeyebilirdi. O kadar sıradanlaştı ki terör suçlaması, dilimizde ucuzladı. Ülkenin Anayasa Mahkemesi başkanına da oluk oluk kan akıtan İsrail’e de aynı kelime kullanılıyor. İktidarın bunu gerçek teröriste söylemesinin tesiri kalmıyor. Sakın dış politika o yüzden etkisiz olmasın. Haçlı-hilal meselesi dedikten sonra Netanyahu’nun yargılaması için Lahey’i işaret etmek pek parlak fikir olmamalı. Hamas’ın terörist olmadığını kanıtlamak için seçim kazanmasını örnek verirken seçilmiş Can Atalay’ın yargı kararına rağmen bırakılmamasına kaç puan? Bizim taraftan siyasilerin söylemleri artık dünyada siyaseten cezai ehliyetten muaf tutuluyor.