Gündüz kuşakları uyuşturuyor mu ve neden bu kadar çok izleniyor?

Gündüz kuşağı programların ortak noktası, hukukun çözmesi gereken konuları çözmek olarak özetlenebilir. Nedense aile içi tuhaf ilişkiler, aldatılmalar, dolandırılmalar gibi konular ülkemizde hukuk gibi doğal adresinde değil de programlarda çözülüyor.

17 Eylül 2024

Sadece ülkemizde değil, dünyada da benzer örneklerini gördüğümüz TV Gündüz Kuşağı yayınları neden bu kadar izleniyor, hiç düşündünüz mü? Bu kadar ajite, bu kadar sapkın ve dramatik hikâyeler neden popüler?

Yeni yayın dönemi ile ilgili programlar da başladı. Bu konuya değinelim istedim, belki yetkililerin kulaklarına bir nebze de olsa su kaçırırız, belki programların formatları tartışılır ve bunlar yerini daha eğitici işlere bırakır…

Gündüz kuşağı programların ortak noktası aslen hukukun, adaletin çözmesi gereken konuları çözmek olarak özetlenebilir. Nedense aile içi tuhaf ilişkiler, aldatılmalar, dolandırılmalar, kayıpların bulunması, aile içi şiddet, cinayetlerin çözülmesi, köklerini arayış gibi konular ülkemizde hukuk, adalet gibi doğal adreslerinde değil bu tarz programlarda çözülüyor. Üstelik ilgili programlarda reyting uğruna bağırma, hakaret, aşağılama, zorlama serbest. Bir anlamda hak arama kisvesi altında programda yer alan kişilere psikolojik ve toplumsal şiddet de uygulanmakta. Her gün farklı kanallarda aynı saatlerde yayınlanan benzer programlar toplumda onarılması zor zararlar bırakıyor. Peki, psikolojimizi bozan, ruh sağlığımızı farkına varmadan etkileyen bu programlar neden halen gündemde? Katılır mısınız bilmem, ama benim bazı tespitlerim var.

  • Eğitim: Ne yazık ki ülkemizde müfredatın gerilemesi, hatta yüksekokula ya da meslek okullarına gitme oranının düşük olması yanında toplumun ilgi odakları da sıradanlaşıyor, günlük hayata indirgeniyor. Genel bir yozlaşma hâkim.
  • Gözetleme: Doğal olarak ilgi alanı kısıtlı olan toplum en çok başkalarının hikâyelerini merak ediyor, hiç tanımadığı insanların hayatlarına dâhil olmak istiyor.
  • Benden Kötüler Var Ruh Hali: İnsanların yaşadığı zorluklar, kendi durumlarını gözden geçirmelerine ve şükretmelerine olanak tanıyor.
  • Empati: Geleneklerine bağlı bir toplum olarak genellikle duygusal bir yapıya sahibiz. Yardımlaşma kültürümüzün bir parçası. Acı ilgimizi çekiyor. İnsanlar, yaşanan dramatik olaylara empati duyarak, kendi hikayelerinden parçalar görüyorlar.
  • Adalet Arayışı: Haksızlıkların ortaya çıkması, suçluların afişe olması adaletin tam anlamıyla tecelli etmediği ülkemizde çaresizliğin bir uzantısı olarak takdir görüyor.
  • Normalleştirme: Bu tür programlar toplum içindeki bazı olumsuz davranışları veya olayları normalleştiriyor. Sürekli olarak şiddet hikâyeleri izleyenler bir süre sonra bunu olağan karşılıyor hatta taklit ediyorlar. Bu durum toplumun etik anlayışını temelden sarsıyor.
  • Medya Baskısı: Medya kuruluşları bu tip programları reyting uğruna özellikle servis ediyor.

Programların tüm olumsuzluklara rağmen devam etmesinin altında çok planlı ve  stratejik bir takım sebepler olduğunu düşünüyorum. Neden böyle düşünüyorum, çünkü aileden sorumlu devlet bakanımız başta olmak üzere bu dejenere yayınlara müdahale edilmiyor, eleştiri / yorum yapılmıyor. Bu da bana bu tip yayınların özel olarak devam etmesini istediklerini düşündürüyor.

  • Bilinçli Cahilleştirme: Toplumu manipüle ederek, bireylerin bilinçli bir şekilde mantıklı ve doğru içeriğe ulaşmasının engelleme.
  • Dikkat Dağıtıcı Faktörler: Toplumu gerçeklerden uzaklaştırma, bireylerin gerçek olaylara odaklanmasını, sokaktaki gerçekleri farkına varmasını engelleme. Bir anlamda gerçeklik duygusunu kaybederek, izleyicileri uyuşturma.
  • Duyarsızlık: Toplumun sosyal ve politik gerçeklere duyarsızlaşma. 

Kolay izlenen, fazla kafa yormaya, düşünmeye ortam bırakmayan bu tip programların belki birileri için bir avantajı var diyebiliriz. Ya bu kadar da olur mu diyebileceğimiz marjinallikte zaman zaman tuhaf zaman zaman da sapkın konulara karşı izleyicide farkındalık yaratılıyorsa ne mutlu o programın yapımcılarına, ekiplerine.

“Sen de seyretmedin mi bu programları?”

Yazımı okuyan ağabeyim Derya Turunçoğlu’nun şu cümlelerini duyar gibiyim. “Eee, şimdi eleştiriyorsun ama sen de seyretmedin mi o programları.” Evet seyrettim. Hatta bir süre her gün hikâyeler nasıl ilerliyor diye baktım. Sonra düşündüm, neden ben kendime bunu yapıyorum diye. Anladım, hatırladım ki başıma hiç beklemediğim ve beni psikolojik olarak derinden etkileyen bir olay gelmişti. İzleri uzun sürdü. Beni çok yoran o konuyu hayatımda yok saymak için sürekli daha kötü hikâyeler duyacağım, düşünmeyeceğim ve kendi problemlerimi unutacağım bu programları izler olmuştum.  Boşlukta olmak, kendi dünyamdan bir süreliğine bile olsa beni koparması, kafamı bir şeye yormamak için bir baktım hakaret, sapkınlık, bağrışma içeren bu programların saatlerini bekler olmuşum.

Evet, belki de çoğu insan gibi ben de kendimden kaçmak için bir süreliğine bu programlardan medet umdum. Oradaki yıkıcı ve dramatik hikâyelere bakınca aslında ne kadar şanslı olduğumu düşündüm.  Ama şükretmek için gündüz kuşağının yargı dağıtan bu programlarını mı seyretmem gerekiyordu? Tabi ki hayır.

Sonuç olarak, her ne kadar bazı durumlarda bahsi geçen programlar insanlara geçici bir kaçış imkânı sunsa da bu tür programların sürekli izlenmesi, çocuklar başta olmak üzere, tüm toplumda zamanla psikolojik olarak olumsuz etkilere neden olacaktır. Özellikle sürekli dramatik konuların sunulması, izleyicilerde stres, endişe ve huzursuzluk gibi duygusal tepkilere yol açabilir diye düşünüyorum. Sağlıklı nesiller yetiştirmek için ebeveynlerin de sağlıklı bir ruh haline sahip olması gerektiğini inanarak bu kadar çok ve birbirinin aynısı programlara artık dur mu deseler.

Programların ağırlıkla çocukların evde olduğunu saatlerde yayınlandığını düşünürsek bu tepkime umarım sizler de katılırsınız. Özellikle çocukların izledikleri ve duyduklarını taklit etme yetilerini düşünürsek, geleceğin kötü, ruhsuz ve değer yargılarından uzak insanlarını yetiştirmeyelim.

Yıllar önce televizyon kanallarının akışını hatırlayanlar, o dönemde eğitici programlar olduğunu da hatırlayacaktır. Özellikle, eğitim imkânlarına erişim konusunda sınırlı olan kişiler için bu tür programlar önemli bir fırsat yaratmıştı. Belgeseller, kültürel programlar, bilim ve teknolojiye dair içerikler, dil öğrenme ve benzeri birçok konu, televizyon aracılığıyla geniş bir kitleye ulaştırılmıştı. Pek çok kişinin bu programlar ile kendisini geliştirdiğini tahmin edebilirsiniz. Şimdi yayın akışlarında bunları bulmak oldukça zor.  Evet, günümüzde internet ve dijital platformlar bu rolü üstlenmiş gibi görünse de televizyonun bu alandaki etkisi gerçekten yadsınamaz.

Size değer katmayacak programları seyrederken yitirdiğiniz zamanı ve bu zamanın aslında ne kadar değerli olduğunu bir düşünsenize. Günde iki saati kendimize ve eğitimimize ayırsak, kişisel gelişimimizi önemli ölçüde arttırabilir, bilgi dağarcığımızı genişletebiliriz ve böylece daha iyi bir anne, daha iyi bir evlat, daha iyi bir insan olmaz mıyız? Biz ve ülkemiz bunu hak ediyoruz. İlgili programlar bize diretilse bile biz kendi tepkimizi koyabiliriz.

Sonuç olarak unutmayalım ki  kişisel gelişimimize katkı hem ailemize hem de toplumu fayda sağlar.

Hadi…

Ve son sözü bu programları izlemiş biri olarak Cem Yılmaz’dan bir alıntı ile bitirelim.

Hani bizdik marjinal…

Gündüz kuşağı TV'sinden romanlara konu olacak öykü: Dadı Meryem'in iki büyük sırrıGündüz kuşağı TV’sinden romanlara konu olacak öykü: Dadı Meryem’in iki büyük sırrı

Genç kızı kaçıran üfürükçüyü Müge Anlı yakalattıGenç kızı kaçıran üfürükçüyü Müge Anlı yakalattı

Feza Turunçoğlu Kimdir?

Feza Turunçoğlu, Türkiye’de marka, pazarlama ve reklam sektöründe uzun yıllarını geçirmiş deneyimli bir profesyoneldir. Marka yaratma, spor pazarlaması, marka yönetimi ve iletişim konularında derin bilgi birikimine sahiptir.
Reklam ajanslarında yönetim ekibinde çalışmış, yürütme kurullarında yer almış, ülke için önemli birçok markanın büyüme süreçlerine katkıda bulunan ekipleri yönetmiştir.
Feza Turunçoğlu’nun kariyeri boyunca edindiği deneyimler ve sektördeki bilgisi, markaların stratejik iletişimini yönetme yeteneği ve kriz dönemlerinde markaların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair görüşleri sektörde önemli bir referans niteliği taşır.
Bu dönemde; finanstan otomotive, gıdadan içecek markalarına, kamu projelerinden kişisel bakıma Türkiye’nin en önemli ve büyük bütçeli markaları ile çalışma, stratejilerinde söz sahibi olma ve değer yaratma şansı yakalamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin bilinirliği ülke dışına da taşan ve ülkenin en değerli markalarından biri olan Vestel’de 10 sene boyunca Vestel Pazarlama iletişimi ve Perakende Pazarlama Liderliği yaparak; pazarlama iletişimi ve sponsorlukların yanı sıra, markanın stratejisi ve bütçe yönetiminde de söz sahibi oldu.
Vestel döneminde en sevdiği işlerinden biri “Biz Voleybol Ülkesiyiz” stratejisinin oluşturulması ve hayata geçişinde üstlendiği rolü oldu. ‘Biz Voleybol Ülkesiyiz’ iletişimi ile marka, hem tüketicinin gönlünü kazanırken hem de sayısız ödül kazandı.
Türkiye’de ‘Spor Pazarlaması’ denince, akla ilk gelen isimlerden.
Feza kendisini; reklam, pazarlama ve iletişim stratejisi alanlarında 30 yıllık deneyimi ile “ marka danışmanı” olarak tanımlıyor.
Vestel sonrası, bağımsız marka danışmanı olarak farklı projelerde ‘sevdiği ve inandığı’ markalara katkı sağlamaya keyifle devam ediyor.
Ve halen en çok voleybol izlemeyi seviyor.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.