Sinemanın kalbinin attığı Cannes Film Festivali bu yıl sinemaya değil, sineye dokunmayı tercih etti: “Kırmızı halıda çıplaklık yasaktır” dedi.
Tam da Instagram’ın algoritmasının meme ucu ile meme başı arasındaki farkı ayırt edemediği şu dönemde, Cannes net konuştu: Şeffaf elbiseye elveda, “göğüs ucu sansürü”ne merhaba!
Ama bu karar sadece kırmızı halı trafik güvenliği için mi? Yoksa biz modern çağın çıplaklıkla imtihanını kırmızı halıda mı yakalandık?
Bana sorarsanız Cannes organizatörleri “trafik aksamasın” derken aslında bir başka trafiğin—duygusal trafiğin—iyice tıkanmış olduğunu ima ediyor. Sosyal medyada bedenler fazlasıyla çıplak, ama hisler baştan aşağı giyinik. Artık birinin bedenini görmek kolay, ama ruhunu görmek nadir. Kimi influencer’ın göbeğini, bacağını, bikinili pozunu saniyeler içinde görebiliyoruz; ama kırık kalbini, kaygılarını, özlemlerini filtreler arasında kaybediyoruz.
Belki de mesele şeffaf elbise değil, şeffaf duygular. Cannes “çıplaklığı yasaklıyoruz” derken, aslında duyguları, derinliği yani filmleri ön plana alıyor olabilir mi? Yani bazen bir festival kararı, sadece bir protokol değil; bir toplumun ruhuna aynadır. Ve o aynada ne kadar çıplak olduğumuzu görmeye cesaret edebiliyor muyuz, asıl mesele bu.
İlişkilerde de benzer bir tablo var. İlk buluşmada ne giymiş, ne kadar çekici görünmüş, filtresiz hâli ne kadar “like’lanabilir” olmuşuz… Bunlar konuşuluyor. Ama kimse “Kalbinin en savunmasız hâli neye benziyor?” diye sormuyor. Çünkü görünüş artık duygunun önüne geçmiş durumda. Ve belki de Cannes’ın yasakladığı tam olarak bu: Gösteri uğruna derinliği feda etme hali.
İnsanlar birbirlerinin bedenini ezberlemiş, ama duygularını tanımıyor. Aynı yatağı paylaşıp, iç dünyasını hiç paylaşmamış çiftler var. “Çıplaklık” var ama yakınlık yok.O yüzden belki de şeffaf bir elbise yerine şeffaf bir konuşma gerek ilişkileri kurtarmak için. Partnerin senin bedenini değil, kırgınlıklarını da görebiliyor mu? Arzunu değil, utancını da duyabiliyor mu?
Cannes kırmızı halıyı düzenlerken belki de bize şu soruyu fısıldıyor:
“Bu kadar görünürken, aslında ne kadar görünmeziz?”